BAK POSTACI GELMİYOR !

Teknolojinin günümüzde kat ettiği ilerleme yadsınamaz boyutta. Bu ilerleyiş hayatın her alanında, bir uçtan diğer uca değişimlere kapı araladı. Çağın ruhuna yenilen bir değer olan mektuplar da , bu değişimden payını aldı. Değişmeye direnen her gelenek gibi, onlar da teknolojiye yenik düştü. Kelemin yerini parmaklar, kağıdın yerini ekranlar aldı. Telgrafın tellerine kuşlar konamaz oldu.

1990'ların başında doğanlar için mektup, sadece geçmişteki insanların haberleşmelerini anlatan bir kavram olarak zihinlerde konuşlandı. Öyle ki , artık insanların ekseriyeti postaneye ya emekli maaşı almak , ya fatura ödemek yada kargosu için uğruyor.

Elbette değişim ve gelişim , toplumun dinamizmi için gerekli. Ancak daha fazla özgürlük ihtiyacı ile geliştirilen hızlı iletişim kanalları, mektubun asli formunu yitirmesine neden oldu. Yazılırken ve okunurken üzerine gözyaşı damlayan, sevdiklerimizin kokusu sinen kağıtların vatanı olan mektuplar , hayatın damarlarından bir bir çekildi. Zarfıyla ve mazrufuyla heyecan verici mektuplar, postacıların dahi yabancısı olduğu bir metaya dönüştü.

Oysa enine boyuna düşünülerek , en doğru kelimeler seçilerek yazılan mektuplar kişiliğimizin aynasıydı. Saygımız, sevgimiz, karakterimiz, inancımız ve kültürümüz mektubumuza yansırdı. Bir terapiydi onu yazmak ve okumak. Ağustos ayında soğuk suyla alınan abdest gibi ferahlatıcıydı. Heyecan verici ve güzel kokular yayılan bir duygu bahçesiydi. İnce ruhlu insanların tasarım harikasıydı. Ali Ural’ın Posta Kutusundaki Mızıka kitabında dediği gibi ; ‘’Kağıdın mektuba dönüşmesi, kurşunun altına dönüşmesinden daha az hayret verici değil ‘’ di.

Hasretin kelimelerle ilmek ilmek dokunduğu sıcak bir örtü gibiydi mektuplar. Kağıt, kalem ve hasret üçlüsünden oluşan malzemelerle yazılırdı. Her kelimesi bir tebessüm, her cümlesi bir buseydi. Kısa soğuk cümlelerle yazılmış fast food duygulara hizmet etmezdi. Beklemenin gizemi ve dolaşmaktan yorulmayan postacının yolunu gözlemek vardı.

Sevdiğiniz kişinin elinin değdiği, kalemin her kıvrımının sadece ona ait olduğu mis kokulu mektuplar vardı. Sayfalarca yazılan, dantel dantel işlenen duygulara ev sahipliği yapan kağıtlara yazılı mektuplardı onlar. Bıkmadan okunan , sabırla beklenen , hayır dualarla biten ve Allah’a emanet eden mektuplar. Zarfını elimize aldığımızda gurbet hissini ve yalnızlığı azaltırdı. Güvenlik açığı olamayan bir mahremiyeti vardı. Her biri yıllarca özenle saklanırdı.

‘’…80 ve daha önce doğanlar iyi bilir mektup bekleme stresini, postacı uzaktan gözükünce, içimizi bir sevinç kaplardı. Mektuplar alırdık dostlarımızdan, uzun uzun,

samimi sıcak satırları olan. İçinden geldiği gibi, en samimi duyguların dile geldiği satırlar, birbiri ardına eklenen cümleler, bazen durgun bazen kederli olurdu.

Bayramlarda bir başka olurdu kartpostal sevinci, onları seçmenin ayrı bir hazzı vardı. En güzel kartpostalları seçmek için dolaşır, duygularımızı en iyi ifade edeni arardık.Kime ne yazacaksak, günler önceden hazırlık yapar, kartlarımızı zarfların içine özenle koyardık. Artık yok o mektuplar, yarım kelimelerle, dudaktan düşen zoraki cümlelerle, samimiyetten uzak ifadelerle sayısal ortamda hal hatır sorar olduk. Uzun uzun anlatamıyoruz kendimizi, dertleşmeler bitti. Belki de uzun mektuplara yazacak kadar anlatacak değerlerimiz ve samimiyetimiz kalmadı…’’ (1)

Oysa şimdi , kokulu kağıtlara renkli kalemler alıp, özene bezene en güzel yazı ile mektubu tamamlayıp ardından günlerce cevabını beklemek ütopik bir eylem olarak tanımlanır oldu. Öyle meşgulüz ve yoğunuz ki, birkaç cümle yazmaya takâtimiz bile yok. Mektubun o okşayıcı ve yaraları sarıcı etkisi silinip gidiyor üstümüzden.

Bir tıkla ve saniyede gelen yanıtlar mektubun ruhunu öldürdü. Bak postacı geliyor , selam veriyor diye başlayan şarkıların ritmi can çekişmeye başladı. Dört gözle beklenen ve adına şarkılar yazılan postacılar mahkeme celbi, fatura ve kargo taşıyan evrak memurlarına döndü. ‘’İletildi ‘’ mesajı ve çift tıklar , postacıların ayak seslerini bastırdı.

Zengin bir edebi tür olan mektubun yerini, bilgisayar tuşlarına dokunup elektromanyetik dalgalara yüklenen WhatsApp, messsenger , e-mail vb. şeklinde ete kemiğe bürünen iletişim kanalları aldı. Canım arkadaşım, sevgili arkadaşım, biricik annem diye başlayan sözler , yerini bol smleyli elektronik iletilere bıraktı. Meydan , bir tıkla çöpe atılan kelimelere ve bir tıkla hayata geri dönen sözcüklere kaldı .

Zaman ve mesafe kavramlarının ve mekan ayrılığının anlamlarını yitirmesi hasret duygusunu ortadan kaldırdı. Uzakta, farklı mekanlarda uzun zaman ayrı yaşayan insanlar artık birbirlerine özlem duyamaz oldular. Bir el uzatımı kadar yakınlarında olan ve saniyeler içinde birbirlerinin sesini duymalarını, hatta yüzlerini görmelerini sağlayan haberleşme ve görüntüleme araçları mektuba başvurma gereğini ortadan kaldırdı. (2)

Gelinen noktada, ucu yanık mektuplar yollamanın zevkinden mahrum olan nesiller, postacı yolu gözlemenin zevkinden mahrum kalarak büyüdü ve büyüyor. Mobil ve ayaküstü kurduklarını düşündükleri kopuk, kırık ve ciddiyetsiz iletişimle , can yakıcı duygular sessizce damarlardan çekilip gidiyor. Bu sığlaşan iletişim karşısında atılması gereken ilk adım , kurumuş gül yaprakları biriktirmektir. Belli mi olur, ansızın gelen bir mektuba cevap yazdığınızda, arasına koyar gönderirsiniz. Tabii postacılar halâ bu işi yapıyorsa !

1-Şerife BİBER, www. dolunaydergi.com 2-Ulvi SARAN , http://www.aljazeera.com.tr