“Hariciyeden” Gazel Okumaya Dair"

Bir önceki yazımızda, Ak Parti iktidarları süresince yaşanan önemli siyasi mücadeleleri kısaca özetleyip bugüne nasıl gelindiğini anlatmaya çalıştık. Sonrasında üçüncü döneminde Ak Parti’ye yapılan temel eleştirileri, bu eleştiriyi yapan siyasal çevrelere yöneltilmiş bazı sorularla ele aldık. Hem içerde hem dışarda Ak Parti’yi eleştirenlerin şikâyet ettikleri görünürdeki somut uygulamaların, meselenin bir yönünü teşkil ettiğini; ancak aslında hiç söylenmeyen fakat oy veren seçmen bakımından bu tepkilerin esasını teşkil eden politikaların ise bizce madalyonun öteki yüzü olduğunu da ifade etmiştik.
Bu yazıda biraz daha somut örnekler üzerinden; iktidarın muhalif çevrelerce hangi sebeplere istinaden tenkit edildiğini, buna mukabil kendisine oy veren seçmenin Ak partiyi neden daha çok sahiplendiğini ve bu eleştirileri nasıl anladığını ele almak istiyorum.
Önce Ak Parti’nin dış siyasetine bir göz atalım. Bizce madde madde iktidarın dışardan ve içerden eleştiri oklarını üzerine çekmesine sebep olan hariciye politikaları şunlardır:
·        Başta Mısır, Suriye ve Kuzey Irak olmak üzere Orta Doğu’da hem AB/ ABD yani NATO tezlerinden hem de Rusya/ İran blokundan farklı ve kendine has bakış açısıyla hareket etmek.
·        AB tam üyeliği için bugüne kadar atılmış adımların -birliğin önemli aktörleri nezdinde gerekli karşılığı bulmadığı düşüncesiyle- Rusya, Çin gibi ülkelere AB’ye mahkûm olmadığımızı ifade etmek. Başbakan’ın Putin’e söylediği: “bizi Şangay beşlisine alın bu AB sürecinden Avrupa’yı da bizi de kurtarın.” sözünü hatırlayalım.
·        Bölgede uzun yıllardır Türkiye’den başka müttefiki olmayan İsrail ile Davos, Mavi Marmara, Hamas’a verilen siyasi destek gibi konular üzerinden çatışmak.
·        TİKA vasıtasıyla Balkanlar, Afrika, Orta Asya ülkelerinde görünür olmak. Somali’de Fransızları, Libya’da İtalyanları, Yemen’de İran’ı, Kuzey Irak’ta İngilizleri, Kırım’da Rusları tedirgin etmek... (Başbakan’ın Somali ziyaretinden hemen önce Türk heyetinin kaldığı otelin önünde meydana gelen bombalı eylemin İngiliz istihbaratıyla ilişkili olduğuna dair haberleri hatırlatmakta fayda görüyoruz.)
·        Türk Hava Yollarının güçlendirilmesi, Kanal İstanbul, üçüncü havaalanı gibi sansasyonel projelerle dünya taşımacılığının ve ticaretinin merkezine ülkemizi oturtma çabaları. Avrupa’da özellikle Almanya‘nın hava taşımacılığındaki öneminin böylelikle azalacak olması; Montrö’de aleyhimize olan durumu zorlayarak boğazlardan üzerindeki gemi ticaretinden Türkiye ekonomisine katkı sağlama gayreti...
Yukarda saydığımız maddelerin neredeyse tamamı, Ak Parti iktidarının “Yeni Türkiye” iddiasına uygun; fakat bundan önceki cumhuriyet hükümetleri döneminde uygulanan hariciye politikalarına zıt bir görüntü arz etmektedir. Nitekim şimdiki cumhurbaşkanımız; bu yerleşik hariciye politikalarını “monşer politikası” olarak tanımlamış ve zaman zaman kamuoyunun önünde eski hariciye bürokrasisiyle çatışmaktan geri durmamıştır.
Bu “Yeni Türkiye”nin dışarda tenkit edilmesi gayet tabiidir. Devletler muvazenesindeki yerini değiştirmek isteyen; bölgesel bir güç, küresel bir aktör olma iddiasıyla hamleler yapan bir ülkenin rekabet halinde olduğu her ülke; elbette kendi milli menfaatleri doğrultusunda bu iddialı siyasi iktidara karşı kendi hamlelerini yapacaktır. Bu gayet tabiidir.
İktidarın dış politikasına içerden yöneltilen eleştirileri ise ben şöyle tasnif ediyorum:
Öncelikle siyasi iktidara ideolojik olarak karşı çıkan sosyalist gruplar ve 1930’lu yılları bir tür asr-ı saadet olarak algılayan, statükonun devamını kendi mevcudiyetleri açısından hayat memat meselesi gören ulusalcı -yahut ulusolcu- Kemalist çevrelerin iktidarın dış politikasına muhalif oldukları açıktır. Esasen -ilginç bir ayrıntı olarak- Ak parti zaman zaman bu çevrelerin temel tezlerine uygun çıkışlar yapmaktadır. Yukarda madde madde saydığımız Avrasya merkezli kimi yaklaşımlar NATO konseptine bir başkaldırı olarak anlaşılabilecek olsa da bu çevreler kendileriyle tezada düşmek pahasına Ak Parti’ye muhalefet etmeye devam etmektedirler. Açıkçası bu çevreler, bir yandan “Bağımsız Türkiye” diye sloganlar atarken -üzülerek ifade etmek lazımdır ki- öte yandan Ak Parti’nin ülkeyi bağımsızlaştırabileceği gerçeğinden şimdiki durumdan daha fazla tedirgin olmaktadırlar.   
Ak Parti’nin dış siyasetinin milliyetçi çevreler açısından tenkit edilen yönü de İslamcılıktır. İttihat ve Terakki’nin sağının günümüzdeki mümessili olarak değerlendirebileceğimiz milliyetçi parti; Ak Parti’nin kendisini Mısır’ın İhvanıyla özdeşleştirmesini, Arap dünyasıyla tesis etmeye çalıştığı yeni ilişki biçimini; “bizi arkamızdan vuran hain Araplar” perspektifiyle reddedebilmektedir. Yahut Filistin için yapılan her çıkışı bu çevreler mesela Doğu Türkistan için neden sessiz kalındığını sorgulayarak eleştirebilirler.
Bir de Ak Parti’nin bu noktalara gelirken ülke içindeki yerleşiklerle girdiği mücadelede kendisini destekleyen güce –büyük biradere- sırtını dönmesinin, reel-politiğe uygun olmadığını; bunun bedelinin Ak Parti’ye er geç ödetileceğini düşünen ve bu sebeple yerleşiklerden yana tavır alan eski yol arkadaşlarından bahsedebiliriz. Hatta bu “içimizdeki İrlandalılar”; kraldan çok kralcı kesilip ülkedeki başkaca muhafazakâr grupların ne olacağı, memleketin ne hale gelebileceği sorusunu hiç önemsemeden kendi ikballerini en nihai hedef mertebesine koyup, bu güç odakları adına Ak Parti’ye hücum etmiştirler. Bu taarruzu Ak Partinin tabanıyla müşterek endişeleri paylaşan kendi insanlarına anlatmakta zorluk çektikleri için de içerde ayrı dışarda ayrı konuşmuş; hedef saptırmış meseleyi mecrasından çıkarmak adına bütün maharetlerini kullanmışlardır.
Gene lafı çok uzattık...
Özetleyecek olursak; Ak Parti’nin yürütmeye çalıştığı ve gerçekte doğruluğunu yahut yanlışlığını ancak gelecekte görebileceğimiz dış politika; bu partiye oy veren çevreler açısından hiç de tartışmalı değildir. Ancak sosyalist yahut milliyetçi pencereden meseleye bakanlar, kendi çerçevelerinden bu siyaseti eleştirmekte özgürdürler. Ak Parti ile birlikte Türkiye’nin; hinterlandında bulunan eski Osmanlı tebaası milletler nezdinde, hatta Avrupa, Amerika ve Rusya açısından bile daha itibarlı bir konuma geldiğini söyleyebilmek için ise dış politika uzmanı olmak gerekemez, biraz geziyor olmak yeterlidir.
O vakit geçen yazımızda sorduğumuz soruyu dış politika bağlamında tekrar soralım. Ak parti kim olduğunu ayan beyan söyleyerek seçmenin teveccühüne mazhar olmasına rağmen “toplumsal barış” gibi tamamen suiistimal edilebilir bir olgu üzerinden kendi inandığı değerlere sırtını mı dönseydi? “Acaba ne derler?” ürkekliği; iktidarının üçüncü dönemini idrak eden bir siyasi parti için kendi seçmeni açısından bazı sorgulamaları da beraberinde getirmez miydi?
Oy veren bir seçmen olarak, Ak Parti’nin dış politikalarını tenkit eden siyasi çevrelere şöyle seslenmek hakkımız değil mi: “Biz istedik, Ak Parti yaptı; ya ne yapsaydı?..”