Bir gün Abbasi halifelerinden Harun Reşit, devrin ünlü velilerinden Behlül Dana’ya:
-“Behlül sana bir sorum var, dikkatle dinle ve cevap ver! Yeraltında, yer üstünde ve göklerde en çok olan nedir? Her halde yeraltında ölüler, yer üstünde bitki ve hayvanlar, göklerde de melekler olacak değil mi? Çünkü bunların sayısını Allah’tan başka kimse bilmez…” der.
Behlül, Harun Reşit’e:
“Dostum, hem soruyorsun, hem kendin cevaplandırıyorsun. Mademki biliyorsun ve bildiğini de açıklıyorsun, benden sormana ne lüzum var…” diyor.
Harun Reşit:
“Canım, işte öyle geldi aklıma da söyledim. Yani verdiğim cevap benim tahminim, asıl doğru cevabı sizden öğrenmek istiyorum” diyerek ricada bulunmuş.
Behlül :
“Öyleyse dinle! Cevap sizin söylediğiniz gibi değildir. Yani yanlış düşünüyorsunuz. Yeraltında çok olan ölüler değildir; Belki o ölülerin pişmanlıklarıdır. Dünyada son durakları olan kabre geldikleri vakit, yaptıkları kötülüklere binlerce defa nedamet ve pişmanlık duymakta ve bu yüzden inlemektedirler. Yeryüzünde de çok olan bitki ve hayvanlar değildir. Belki insanların hırs ve tamahıdır. O insanlar ki ömürlerini, yalnız hayallerinde kurdukları saraylarda geçirirler. Ne kendilerine ne başkalarına faydaları vardır. Allah katına eli boş dönerler.
Göklerde de çok olan melekler mi sanıyorsun? Hayır, adilin adaletinden doğan sevaplardır.
O halde ey Harun! Vakit kaybetmeden hemen “ADALET” kaftanını giyin; adil ol ki, dünyada düşmanlarını ve şeytanı ancak bu suretle yenebilirsin. Ahiret’te de ancak bununla mutluluğa erişebilirsin.”
 Günümüzde, azgın çıkarcılığın kalpleri mühürlediği ve gözleri kör ettiği, hırsın ön plana çıkarıldığı, savaş ve düşmanlıkların, kin ve nefretin hızla artış gösterdiği, şahsi çıkar hesaplarının bütün değerlerin üstünde tutulduğu bir dünya manzarasıyla karşı karşıya olduğumuz vakittir.. Kişi, hırsı yüzünden bazı imkânları, tıpkı avcı gibi, elinden kaçırabilmektedir.
Şimdilerde o hale geldik ki, dinî yaşantımızda bile hırsımız aklımızın ve vizanımızın önüne geçiyor. Dinimizin koyduğu insanlık ölçülerini göz ardı edip hırsımıza yenik düşüyoruz. Aynı inancın mensubu olduğumuz halde, sosyal yaşantıda gönlümüze ve arzumuza göre "KONUŞMAYANLARI"  ya da kendimiz gibi" DÜŞÜNMEYENLERİ "ne de çabuk gözden çıkarıyoruz..Halbu ki dinimizin, bütün farlılıklarımıza ve her şeye rağmen bizi kardeş ilan ettiğini biliyoruz. Nede çabuk tüketiyoruz sabrı..
 Habil ile Kabil'in hikayesini bilirsiniz Kabilin kıskançlığı ve öfkesi içindeki beslediği o güdü kardeşi Habili öldürmesine neden olmuştur.. Habil ile Kabil’in hikayesi günümüz için büyük bir önem taşır. Çünkü ilk keder, ilk acı, ilk bağışlama günümüze kadar ulaşmıştır.
Dünyada ki mal, mülk, mevki hırsının insanı sarhoş edebileceğini, bunlara ulaşamamanın kişide baş ağrısı yapıp onu sersemleştireceğini ve hâliyle onun dengesini bozarak yanlışa iteceğini dile getiren Mevlâna, bu duruma düşmemek için sabra sarılıp, bu ihtirasların esiri olmamak gerektiği üzerinde durur.
Hâlbuki hırsı bir kenara bırakıp, kanaatkârlığa bürünmek insan için en erdemli davranıştır. Hırsı terk edip kanaatkâr olmak sevgiye, hoşgörüye kapı açmaktır. Şaire kulak verelim:
         Geçtik hırsın çölünden, sevdayı yol eyledik;
         Benlik dağını aştık, acıyı bal eyledik;
         Sevgi dergâhı bizi eritti hamurunda,
         Aşkı kendi rengine boyayıp, hal eyledik.
         Gönül meta değildir, satıp da alamazsın
         Arınmadıkça kirden aşka yar olamazsın,
         Şeytan, nefis ve para üç işaret taşıdır,
         Bunları aşmadıkça kendini bulamazsın.
         Bin bir hevesle kalkar vaveylaya gideriz,
         Mutribin tellerinden kaç Leyla’ya gideriz
         Seslerle uyanırız, konuşuruz hevesle
         Sonunda tövbemizle hep Mevla’ya gideriz.
“BİR ÜLKEYİ TANIMAK İSTİYORSANIZ, O ÜLKEDE İNSANLARIN NASIL ÖLDÜĞÜNE BAKIN.”
SOSYOLOG: Melek YORGANCI Gmail:[email protected] Tlf:546 228 32 42