ÖĞRETMENLERİMİZ, EĞİTMENLERİMİZ
 
 Sinan Tanyıldız’ın Hürriyet Gazetesi’nin Çukurova-GAP ekinde yayımlanan,
Rahmetli Öğretmeni Ahmet Küstü’yü anlatan yazısı, bizi,  ailecek duygulandırdı.
 Ailemde çok sayıda öğretmen var. 1971-78 arasında ben de öğretmendim. Ortaokul ve liselerde…
Eşim, rahmetli babam,
Rahmetli dayım, dayımın iki oğlu, emmimoğlu, onun eşi, eniştem…
Kimisi Adana Mıntakası Maarif Emaneti’nin açtığı Köy Muallim Kursu mezunu,
kimisi İvriz Köy Enstitüsü’nü bitirmiş;  çoğu da Nevşehir Öğretmen Okulu çıkışlı…
 Anneden,babadan sonra insanın en yakını kimdir,diye sorsanız,”Öğretmenidir !” derim.
 İlk öğretmen unutulmaz.
Elimize kalem veren, nasıl tutulacağını öğreten, o titrek çizgileri izleyen,
sabırla düzelten, sevecen bakışlarıyla başımızda bekleyen.
 Nevşehir’in Göre Köyü İlkokulu’nda Salim Oğuz böyle bir öğretmendi.
Daha sonraki öğretmenlerim Remzi Rehber de, Kemal İlktürk de, İbrahim Tüfekçi de,
Yüksel Demirsoy da, Azime Mıdıkzade (Korkmazgil) de ,Hacı Uğur da, Avni Aşık da,
Hacı Küçükkaraca da böyleydiler.
 Onlar da Muallim Mektebi, Öğretmen Okulu, Köy Enstitüsü,
Yüksek Öğretmen Okulu, Eğitim Enstitüsü, çıkışlıydılar.
İnsan sevgisi vardı gönüllerinde, ülkemizin her yerinde görev yapmayı kabul etmişlerdi.
 Evimde bir albüm var.  Bir fotoğrafa baktıkça duygulanıyorum.
 Yıl 1940.
Zamantı Çayı kıyısında , Pazarören’de çayırlığa bağdaş kurup oturmuş bir öbek genç.
Saçları sıfıra vurulmuş. Ellerinde defter,kalem. Yanda bir yerküre görülüyor.
Seyyar yazı tahtası başında bir genç: Muallim Şükrü Güney. Babam.
Elinde tebeşir.
Üzerinde avcı ceketi.
Ayağında kinot golf pantolon.
Kendi yaşındaki, belki daha büyük  gençlere, köylü delikanlılara  ders veriyor.
Onlar kursu bitirip eğitmen olacaklar. Köylere Cumhuriyetin, Kemalizmin yanarcalarını ulaştıracaklar. Devletin öğretmen veremediği kırlarda, kır çiçeği çocuklara okuma yazma öğretecekler. Öğretmenin yerine geçecekler. Köylünün arzıhalcisi, baytarı, tarım mühendisi de olacaklar. Köylü-devlet ilişkilerinde aracı, köprü, avukat işlevini üstlenecekler.
 Sevgili Atatürk’ümüzün, Maarif Vekili Saffet Arıkan’a önerdiği düşünceden kaynaklanıyor eğitmenlik. “Askerliğini onbaşı, çavuş olarak yapan gençleri kendi köylerine eğitmen olarak verelim. Önce bir kurstan geçirelim.” Ve Mahmudiye Çifteler’de, Pazarören’de böyle kurslar açılıyor.
 Bunlar daha sonraki Köy Enstitülerinin çekirdeği,nüvesi  oluyorlar.
 Ve Şükrü Güney 1940’dan 1954’e dek yetiştirdiği eğitmenleri denetleyen Gezici Başmuallim olarak görev yapıyor. Niğde Vilayeti’nin Arapsun Kazası (Gülşehir) köylerindeki eğitmenleri izliyor. Müfettiş gibi değil. Bir rehber, bir ağabey. Demir kırı atıyla köyden köye geçiyor.
Irmak boyu köylerinde efsane oluyor Süvari muallim Göreli Şükrü Bey. .
Atının sırtındaki halı heybede teftiş defterleri yanında eğitmenine vereceği gazete,dergi,kitap,ilaç.
İkinci Dünya Savaşı tüm sınırlarımıza dayanmış. Avrupa , Ortadoğu  yangın yeri.
Ve Anadolu hümanizmini yaşatan  eğitim ordumuzun erleri görevlerini ciddiyetle yapıyorlar.
Atatürk Rönesansının çoban ateşini köylerde yakan eğitimciler canla başla çalışıyorlar.
Çocuklarımızı yetiştirmek için.Onları geleceğe hazırlamak için.
 Eğitmenler…Cumhuriyetin köylerimizdeki temsilcileri.
Onlar öyle çocuklar yetiştirdiler ki içlerinden bilim adamları, generaller çıktı. 
Müzisyenler, dünya çapında ressamlar yetiştirdiler.
Onlar , yetiştirdikleriyle, bilim dünyasına kazandırdıklarıyla,
 Türk ulusunun, ilkçağı yaşayan   ümmet toplumu olmadığını dünyaya ispat ettiler.
Onlar  o feneri, o ışığı yıllar ve yıllar boyunca taşıdılar.
 
Gazetelerde okuduğum bir duyuru, bir ölüm ilanı beni ağlatıyor.
“Cumhuriyetimizin ilk öğretmenlerinden. Sınır boylarında bayrağımızı dalgalandıran, İstiklal Marşı’nı köylümüze de öğreten, yalnız öğrencisini değil, köylüyü de okur-yazar eden, köylünün arzıhalcisi, baytarı, tarım teknisyeni… Adana Mıntakası Maarif Emaneti’nin ilk mezunlarından. Sonsuzluğa yürümüştür. Ruhu şad olsun.”
 Sinan Tanyıldız’ın  güzel, duygulu yazısı bana bunları yazdırdı.
Hüzün,  gurur, onur ...