Tüm çocuklarımız, milletin kendi kaderine sahip çıkma bilincini öğrenerek yetişecekler. Bilime ve gelişen teknolojilere açık , okuyan , sorgulayan, araştıran , dürüst, çalışkan ve başarılı fertler olacaklar. Bilindiği gibi tarih milletlerin aynasıdır. Muktedirler tarih yazabilirler ama tarih yapamazlar .

 

Milletin kendi kaderine sahip çıkma bilincini öğreteceğimiz çocuklarımıza hatırlatıyoruz;

 

23 Nisan 1920’de Anadolu’da yeni bir Türk Devleti kuruldu. Çünkü; yurdumuzu o zamanlarda yöneten devletimiz olan Osmanlı Devleti, 4 yıl süren 1.Dünya Savaşından yenilmiş olarak ayrıldı Yenen devletler, bugünde Avrupa’da yaşayan devletlerden İngiltere, Fransa ve İtalya ile okyanus ötesinde bulunan Amerika Birleşik Devletleri idi.

 

Anılan bu devletler hazırladıkları Mondros Ateşkes Antlaşması’nı Osmanlı Devletine imzalattılar. Antlaşmaya göre; devletimizin bütün ordularının görevine son verip silahlarını alacaklar, limanları, demir ve kara yollarını kontrol edecekler, maden kaynaklarını kullanacaklardı. Yurdumuz da istedikleri bölgeyi de işgal edebileceklerdi.

 

1.Dünya Savaşı, yurdumuzda bulunan her evden 2-3 evlat alıp götürmüştü. Kalan nüfusun büyük bir kısmı yetimler, genç ve dul kadınlar ile içi yanan yaşlı analar ve babalardı.

 

O zaman ki Başkent İstanbul’da ise yenen devletlerin temsilcileri padişahın yanında idi. Kararları onlar alıyor, padişah ise onaylıyordu. Kararların uygulamasına karşı çıkılmasın ve düşman işgallerini rahat yapsın diye Anadolu’ya “ nasihatçi heyetler “ gönderiyorlardı.

 

“Nasihatçi heyetler” , halka “ Sessiz olun! Büyük devletleri kızdırmayın yoksa Anadolu’yu da elinizden alırlar “ diyorlardı.

 

Bu hal, İstanbul’da 13 Kasım 1918’den 2 Ekim 1923’e kadar 5 yıl devam edecekti.

 

İstanbul’da halk, bu olup bitenleri üzüntü ile izliyor, işgalci askerlerin İstanbul’da dolaşmasına dayanamıyordu. Onların yollara asılan bayraklarını gördükçe kahroluyordu.

 

Tüm yurtta içten içe öfke birikiyordu çünkü akan kan bizim, verilen can bizim, yok edilmek istenen vatan bizim, indirilen bayrak bizimdi.

 

Bu sırada beklenen ses; Samsun’dan geldi.

 

Samsun’da ateşlenen kurtuluş meşalesi ile “Milleti ancak Milletin azim ve kararı kurtaracaktır” şeklinde o ses dalga dalga yurda yayıldı .

 

Kararlılığın adı “ Kuvay-ı Milliye” oldu.

 

“Ya İstiklal Ya Ölüm “ son sözdü.

 

Mustafa Kemal ;”Bağımsızlığın kayıtsız şartsız milletin olduğunu “ tüm dünyaya duyurdu

 

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açtı. Kurtuluş savaşını yapan bu meclis; yeni bir Türk Devleti’nin kurulduğunu ilan etti

 

Millete boyun eğdirilemedi. Sessiz hatta ölü gibi olmasını isteyenler başarılı olamadılar.

 

İçinde bulunduğumuz günlerde de Anadolu’yu yine ikna etmek üzere heyetler dolaşıyor.

 

Bu defa adları “akil insanlar “heyeti. Amaçları, Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüne karşı, 30 yıldır kan döken bebek katillerini affettirmek olduğu gözleniyor. Çalışmanın adı “barış süreci” ve “analar ağlamasın” olarak sunuluyor. Hangi savaştan çıktıkta barış süreci oluşturuyoruz? Yenilen taraf mıyız biz?

 

Eğer tüm bu zorluklara rağmen kurulmuş olan Devletimizi koruyup kollayamayacaksak ve demokrasi yalanlarıyla ülkenin meclisini teröristlere teslim edeceksek bizlere “çekilin bir kenara” denmez mi? Bunlar kim? Unutamadıklarımız!

 

Çanakkale Şehitleri, Balkan Savaşı şehitleri, İstiklal Savaşı şehitleri ve Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK; “hep birlikte tekrar şahlanıp Cumhuriyeti kurtarmaya geliyoruz “demezler mi?

 

İşte bugün Milli Egemenliğe dayanan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan bu ruhun ve gücün ortaya çıkmasını ve sonsuza kadar sürecek olmasını gururla kutluyoruz.

 

22.04.2013

 

FATMA TÜMTÜRK

 

NEVŞEHİR MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ