Osmanlı döneminde sıklıkla kullanılan horanta kelimesinin sözlük anlamı birlikte yemek yiyen kişilerdir. Bu kelime genellikle aile sözcüğünün yerine kullanılır. Horanta yemeği ise hane halkı için pişirilen yemek demektir.

Nevşehir il genelinde özellikle 60 lı yaşların üzerinde büyüklerimizin hala kullandığı "Horanta" artık günümüzde içi boşalmış anlamını yitirmiş bir kavram olarak artık unutulmuş durumda.

Çünkü ataerkil ailenin yok olmasıyla birlikte yerini alan çekirdek aile merkezinde aile büyükleri maalesef yer almıyor. Bu durumu aslında günümüzde yaşanagelen akraba ilişkilerinin bitme noktasına gelmesinin kısa bir özeti. Bu durum bir çok yorumlara konu olabilen gerekçelerinde aslında öznesidir.

Dolayısıyla o aile yapımız çağın bir takım getirisi olarak horanta kültürünüde yok etmiş durumda. Horantamız dağılınca paylaşımlar azaldı, aileler yalnızlığa mahkum kaldı. Dolayısıyla akraba ilişkileride bitme noktasına geldi.

Aile Yok Oluyor, Yalnız ve Mutsuzuz...

Günümüzde artık aile kavramı Horanta'dan Yalnızlık Sendromuna evrilen, Evliliklerde ise İki Kişilik Yalnızlığa "edi ile büdü" kalana kadar giden bir yolun sonucudur. 

Gelinen noktada, Aile bireylerinin birbirlerine karşı sorumluluklarının bir karşılığı kalmadığı için aile bireyleri arasındaki saygı da yok oldu veya sadece anne babaya indirgendi. Bir süre sonra o da bitti. Çünkü aile içindeki hiyerarşi ve görev bölümü ortadan kalkmış, her biri kendi özel geliri/ maaşı olan bireylere dönüşmüşlerdi ve görünüşte kimsenin kimseye ihtiyacı kalmamıştı. Aile, eve/otele dönüşmüştü. “Ev” bireylerin kendilerine yeni “ev”ler edininceye kadar bir süreliğine kaldıkları geçici barınaklardı artık. Bazı duyarlı anne babaların aileyi bir arada tutmak için gösterdikleri çabalar da ailenin kaderini değiştirmedi.

Aile yapımıza karşı tehditler ...

Gelinen noktada bizi bekleyen tehlikeye karşı aileleri uyaran uzmanlar, Önce İngiltere’de sonra Japonya’da kurulan “Yanlızlık Bakanlığı”na dikkat çekiyor. Bu durum aslında üzerinde çok konuşulması gereken bir konu. Biz de sadece İngiltere’de 9 milyon insanın “yanlızlık” sorunu yaşadığını ifade edelim. Pek çok Avrupa ülkesinde yanlız ölen insanların cesetlerinin aylar, bazen yıllar sonra bulunmasına ilişkin haberlere neredeyse her gün rastlıyoruz.

Korkutan veriler üstümüze üstümüze geliyor. 

Sesimizi duyurabilir miyiz acaba?

Milli Eğitim, Kültür, Aile Bakanlıklarımız, Üniversiteler, Diyanet ve sivil toplum… Bu sorun hepimizin sorunu. Hiçbirimiz yalnız çözemeyiz. Topyekûn bir seferberliğe ihtiyacımız var. Bu sorun acil. Çözümü gecikmiş, ihmal edilmiş bir sorun. Daha da geç kalırsak bizi “Yanlızlık Bakanlığı” da kurtaramaz.

Aile bağını güçlü kılmalıyız

Öyleyse sadece eşimize çocuklarımıza değil annemize babamıza kardeşlerimize dayı amca hala teyzelerimize, ninelerimize dedelerimize, amca oğluna dayı oğluna teyze kızına da sahip çıkıp, onları Bayramdan bayrama değil hergün unutmadan uzaklaşmadan hatırlayıp ziyaret edip akraba ilişkişlerini güçlü kılmamaz şart. Safları sıkı tutup yakınlaşmamız gerekiyor ağalar beyler. Bunu inancımız kültürümüz töremiz herşeyden önce kendimiz ailemiz ve ülkemiz için yapma mecburiyetindeyiz. Telefonla değil bizzat ziyaret edip dokunarak konuşarak sohbet ederek bu kültürümüzü yaşatmalıyız...

(Anadolu'da bir aile sofrası. Uçhisar, Ürgüp, Nevşehir, 1950)

Geleneksel geniş ailemiz, 1950

Hasan Arısoy (solda)-Hakkı Ağa (Serhatlı, karşıda)-Paşa Korucu (Hakkı Ağanın yanındaki çocuk)-Tevfik Korucu (sırtı dönük)

Ev: Kalenin giriş kapısının üzerinde olan ve 1970'lerde yıkılan eski konak

Foto: George Pickow

Ne güzel yatarsın eskiden yaylada böle. Goca bir horanta böyle büyüdü. Yayla damlarının bir kenarında "Yüklük" olurdu, oraya döşekler, yorganlar, yastıklar, battaniyeler gonurdu. Gene Yün Ala, Kıl Ala çuvallar olur, içine Alık (giyecek eşyalar) konurdu. Günümüzün gardropları idi, elbise dolapları idi. Birde püsü olurdu gece gelir yorganın üstünde yatar "Mırrrrr, mırrr" derdi. Damı, gazlambası şavkı yada ocağın şavkı aydınlatırdı. Hele o ocaklarda ne yemekler, aşlar, çaylar bişerdi. Tandır kültürüyle yetişenler bilir. Ne güzel günlerdi değil mi ?

Editör: Fikret Capacı