BARIŞ SÜRECİ

“AKİL İNSANLAR II”
Geçen hafta Nevşehir’deki akil insanların toplantısı ve sonucu hakkında kısa bilgi vermiştim. Bilindiği gibi süreç, bütün veçheleriyle devam ediyor. Gördüğüm kadarıyla iyi de gidiyor. Bunu teyit anketlerde mevcuttur. 02.05.2013 tarihli hürriyet gazetesin deki verilere göre; AKP’lilerin yüzde 85’i; CHP’lilerin yüzde 51’i; MHP’lilerin yüzde 35’i, BDP’lilerin yüzde 95’i, Alevilerin yüzde 60’ı, “akil insanları” ise toplumun yüzde 65’i destekliyor. Görülen o ki, bu sürece toplumun bütün katmanlarının, fiili ve kavli olarak desteği var.
Farklı düşünenlere de saygı duymak gerekir. Umarım kaygı duyan arkadaşların endişelerine mahal kalmaz da, her şey güzel olur.   Septik (şüpheci) olmak, yerine göre iyi olabilir, ama aşırı septiklik de yanlıştır. Faraziyeler üzerinde durup da mevcut süreci yok etmeye çalışmak, sabote etmeye çalışmak oldukça yanlıştır.
Bu konu da bütün insanları akl-ı selime ve empati yapmaya davet ediyorum.
Beyler!
Ülkemiz ne satılır, ne de parçalanır. Devletimize ve yöneticilerimize inananlım ve güvenelim. Sağlı sollu bütün yöneticilerimizin vatan ve millet sevgisine sahip olduğuna inanıyorum.
Bir hususa da dikkatinizi çekmek istiyorum. Ne olursunuz! Yarın pişman olacağımız, söz ve işten kaçınalım. Bu topraklarda beraber yaşıyoruz. Yavrularımıza ve torunlarımıza yaşanabilir bir ülke bırakmaya çalışalım.
Bu arada bir hatırlatmayı da yapmak zorundayım! Kim kimin yanda olduğuna ve durduğuna/durması gerektiğine iyi baksın.
Basında çıkan bir oluşumdan bahsetmek istiyorum; “Milli Merkez” 
Hüsamettin Cindoruk’un başında olduğu, Kamer Genç ve Zekeriya Beyaz’ın içinde bulunduğu; İşçi Partisinin organize ettiği bir oluşum… Kimlerden oluştuğuna lütfen iyi bakınız. Hatta yaptıkları bir toplantıya konuşmacı olarak çağırılan Prof. Dr. Mümtaz Soysal; ‘Başı …. belirsiz, kimin kimi neye çağırdığı belli olmayan, bir toplulukta benim işim olmaz’ diyerek terk etmiştir.  
Kıymetli okurlarım hepiniz iyi bilir ve hatırlarsınız. Ergenekon sanığı Doğu Perinçek’in Suriye Bekaa Vadisinde Apoya gül verip, PKK’lı militanları denetlediğini...
Bunun da ötesinde Aponun avukatlarından İrfan Dündar; (Apoyla-Perinçek’in görüşmelerini kastederek) “benim, bu görüşmelerden anladığım Doğu Perinçek’in, Öcalan’ın PKK terör örgütünü yönetmesinde yol gösterdiği oldu...” Şeklinde basında demeci var. (Star, 01.05.2013)
Düşünebiliyor musunuz? Adam terör örgütüne akıl verecek, yol gösterecek; bu adam vatanperver olacak!...
Birileri de çıkacak, bu kadar cana kıydılar, bir yığın tahribata sebep oldular, hepsinden öte bölgeyi sosyo-psikolojik anlamda perişan ettiler diyerek, terör örgütünü bitirmeye çalışacak; bunlar da vatanı satan, parçalayan olacak; buna kargalar bile güler.   
Avrupa’ya gidenler iyi bilirler. Şehir merkezlerinden tutun da, en ücra yerleşim merkezlerine varıncaya kadar, müştemilatlı Caminin yanı sıra dükkân, daire vs. Türk ve diğer yabancılar tarafından satın alınmıştır/alınmaktadır. Onlar hiçbir zaman ülkemiz elden gitti/gidiyor diye feveran etmiyor.
Oysa has bel kader bizim ülkemizde her hangi bir yabancı, gayr-ı menkule sahip alsa/olmayı düşünse, kıyameti koparırız. ‘Eyvah ülkemiz satıldı. Ülkemiz bölündü’ diye...
Beyler! Ne önce ne şimdi ve nede sonra ülkemiz; ne satılır ne de bölünür. Yıllardır ülkemizi içten ve dıştan yıpratmaya çalışan insanların oyunlarını bozmak için mevcut süreci fırsat olarak görelim. Bu sürecin hayırla neticelenmesi için dua edelim.
İşte gördüğünüz gibi, aylardır şehit haberi duymuyoruz, bu iyi değil mi? İnşallah hep böyle olur.
Tarihin muayyen zamanlarında da bizleri bölmeye teşebbüs etmişler ama muaffak olamamışlar. Sağduyulu olduğumuz müddetçe gene olamayacaklardır.
Türk ve Kürt’ler olarak “biz” ve “onlar” kavramı kullanılamayacak kadar iç içe geçmiş vaziyetteyiz. Birbirimizden kız aldık, kız verdik. Deyim yerindeyse et-kemik gibi olduk.
Çünkü bizim hamurumuz din kardeşliğiyle yoğrulmuştur.
Din kardeşliğini öncelemezsek, devreye olumsuz unsurlar girer. Nitekim girdi de!  Yaşadığımız olumsuz durum da zaten bunun neticesidir.
Hatanın neresinden dönülürse kardır. Bu sürecin din kardeşliği bağlamında sonuçlanacağına inanıyorum/inanmak istiyorum.
              Geçmişte ülkemizi bölmek isteyenlere nasıl cevap verildiğini, hep beraber okuyalım.
KÜRT- ERMENİ İTTİFAKI BAĞLAMINDA KURULMAK İSTENEN
“KÜRDİSTAN” VE SONU…
PARİS KONFERANSI (SEVR ANLAŞMASI); Bu toplantıda deyim yerindeyse Avrupa yeniden dizayn ediliyordu/edilecekti. Çünkü burada toprak alınıp toprak verilecek, aynı zaman da sınırlar yeniden çizilecekti. Bu yüzden hemen her devlet ve ırktan insanlar bu konferansa çağırılıyordu.
Fakat Kürtler müstesna! Onları temsilen çağrılan da, Kürtçe konuşma dahi bilmeyen İsveç’in Stocholm Büyükelçisi Şerif Paşa’dır. 
Kürtlerle her hangi bir organik bağı bulunmayan Şerif Paşa, meslekten gelen becerisiyle MUHAYYEL bir Kürdistan pazarlığı yapmaya başlamıştır. Önce, Ermeni temsilcisi Bogos Nubar Paşayla da bir muhtıra imzalamış. Muhtıra da muhayyel Kürdistan’ın sınırlarını da Van Gölü’nün güneyinden geçirdiği ve fazlaca toprak tavizleri içerdiği için Bedirhanlar aşireti tarafından “Ermeni gavuruyla uzlaştığı” diye reddedilmiştir.
Ayrıca Kahire’de faaliyetlerini sürdüren “Kürdistan Bağımsızlık Komitesi” tarafından da reddedilmiştir. Hatta komite adına Mardinzâde Mehmet Arif Paşa, Şerif Paşa’ya bir mektup göndermiştir. Mektupta:
“…(o zaman için) Kürdistan’ı oluşturduğu kabul edilen, yedi vilayetten Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Van, Bitlis, Harput ve Musul’dan bir karış toprak, Ermenilere bırakmanın imkânsız olduğunu, Kürdistan’ın ne İran’a ne de Mekke Emirliğine katılabileceğini, bağımsızlığını temin için ne Avrupalı güçlerden, ne de barış konferansından bir şey beklemediklerini” dile getirmiştir.
Mektupta bunlar ifade edildikten sonra, bir de şu husus dile getiriliyordu. “Avrupalı güçler eğer askeri kuvvetlerine dayanarak, bu Müslüman bölgeleri Osmanlı İmparatorluğundan zorla ayırıp, bir Ermeni Devleti kurarsa 24 saat içinde bu bölgede tek bir canlı Ermeni’nin kalmayacağını bilsinler” diyerek mektubu bitiriyordu.
Fransa’nın tahrik edici tutumundan ve konferanstaki görüşmelerden rahatsız olan, bölgenin ileri gelen aşiretleri de, (1-Baban, 2-Basuranlı, 3-Bodmanlı, 4-Bal, 5-Medanlı, 6-Göçerli, 7-Abbas, 8-Rol, 9-Şadi, 10-Şişanlı) çektikleri telgrafta şunları söylüyorlar:
“Gazetelerden öğrendiğimize göre şu anda Paris’te oturan ve Kürt olduğunu iddia eden Şerif Paşa, Türkiye’deki entrikalarında başarılı olamadığı için, Bogos Nubar ile birlikte, gerçekte kişisel çıkarlar için çalışmalarına rağmen, güya bağımsız Kürdistan için barış konferansına başvurmuştur.
Bu nedenle barış konferansına bildiririz ki;
A-     Kürtler soy ve din olarak Türklerle aynı ülke içerisinde birleştikleri yasal kardeşlerdir.
B-     Osmanlı hükümetinden başka hiç kimsenin Kürtler adına konuşma hakkı yoktur.
C-     Osmanlı tarihi boyunca Kürtler arasında hiçbir ayırım yapılmamıştır.
D-     Bütün savaşlarda Kürtler ön saflarda kanlarını akıtmışlardır.
E-      Acaba Rus ordusunun ülkemizden çekildikten sonra, Ermeniler tarafından katledilen Müslüman halkın yüzde 80’inin Kürt olduğunu bu gün Bogos Nubar’la uzlaşan Şerif Paşa bilmiyor mu?
F-      Öyleyse Ermenilerle iş birliği yapma çabaları sonuçsuz kalacaktır.
G-     İmparatorluk topraklarından bir kısmını ayırıp Kürtlere vermek, gelecekte Ermenilere yeni bir ülke hazırlamaktır.
Ğ- Barış konferansının dikkatine sunuyoruz ki bizi Osmanlı İmparatorluğundan ayırmak için varlığımızdan hiçbir şey bırakmaksızın yok etmeleri gerektiğini kendilerine bildiririz.”
Benzer telgraflar 19 Şubat’ta Van’dan; 23 Şubat’ta Tercan ve Hasankale’den de gönderilir…
Osmanlıların masada yalınız bırakılmaması yolunda bir telgrafı da Kürdistan Tealî Cemiyeti Başkanı Seyyid Abdülkadir çekti. Sonuçta telgraflarla yapılan baskı en sonunda etkisini gösterdi ve Şerif Paşa 5 Mayıs 1920’de Paris Barış Konferansı masasından çekildiğini açıklamak zorunda kaldı. (Öteki Tarih, Ayşe Hür)
Bunu başardığımız zaman, ülkemizin birçok yönden zayıf, pazarlık yapma gücümüzün az ve ‘hasta adam’ nitelemesinin yapıldığı bir dönemdi. Buna rağmen onların oyununu bozduk. Şimdi niye olmasın ki!..
             AHMET BELADA/[email protected]