BU SAVURGANLIKLA

Orman Genel Müdürlüğü ya da TEMA ( Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma ) Vakfı gibi STK bir koyağın yamacında ağaçlandırma, bitkilendirme yapıyor. Getne, gedene denilen sekileme işleri için yoğun insan gücü gerekiyor. Fidanlar sağlanıyor, işçiler, çevre köylerinden sağlanan çalışanlar bunları dikiyor. Herkes umutlu. Artık koyak boyunca köyler sel tehdidinden, taşkın korkusundan uzak kalacaklar. Hele bu ağaçlar bir büyümeğe başlasın, diplerinde topraklaşma sonucu çayır çimen de kök salacak ve aşınım , uçgun (heyelan) duracak. Her yağış ardından görülen çamur akıntıları sona erecek. Aşağılardaki baraj gölekleri lığla, alüvyonla dolmayacak. Devletin milyonlar harcayarak yaptırdığı bu baraj daha yıllar boyu biriktirdiği suyla çiftçinin kurak yaz mevsiminde imdadına yetişecek.

Fakat o da ne ?

Karayolları yönetimi (TCK) iki kenti birbirine bağlayan yolu kısaltma kararı vermiş. Nedir? Yol dağın yamacından, koyaktan geçirilince 200 metre kısalacakmış. O kadar.

Bir sabah greyderler, yoldüzler araçlar homurtuyla başlar çalışmağa. Fidan dikenler elleri böğürlerinde, çaresizlik içinde, gözleri yaşlı izlerler diktikleri fidanların katledilmesini. O fidanlar ağaç olacaktı da gölgesinde oturup yorgunluk atacaklardı. O ağaçlar büyüdükçe topraklar akmayacaktı, uçgunlar olmayacaktı da, her yağış sırasında, sonrasında yaşanan korku artık olmayacaktı.

Geçmiş olsun.

İki kent arası yolculuk 200 metre kısaldı ya. Gözünüz aydın !

......................

Kent İmar Planında yeşil alan olarak ayrılmış.

Her seçilmiş başkan burayı geliştirmiş.

Yaz mevsiminin uzun sürdüğü, tek damla yağmurun düşmediği bu diyarda burası bir cennet.

Çınar, ladin, göknar, iğde, söğüt ağaçları sarmaş dolaş...Kuşların orkestrası konser veriyor. Ağaçların dipleri çayır çimen...Havuza dökülen su insanı dinlendiren bir şırıltıyla akıyor. Öğrenciler, ilk,orta,lise öğretmenleri kaymakamlık memurları, bankacılar, esnaf, yerli ve yabancı gezginler , gurbetçiler...Herkes burada buluşuyor. Yerli aileler konuklarını gururla burada ağırlıyorlar . Söyleşi odağı. Kasabanın en sevilen yeri...İsteyen çay içiyor, isteyen bir köşedeki aşevinde yemek yiyor.

O da ne ? Belediye başkanının isteğiymiş. Buraya cami yapılacak. Kamu yararı var mı? Yok. Neden ? Çevrede 3 ayrı yönde mescit de var, hayli büyük bir cami de.

Halk çekingen. Küçük kasabalarda birisine ''cami yapılmasına karşı; islam düşmanı'' yaftası vuruldu mu, iflah olmaz. Ürkek bir iki ses çıksa da , ilçenin en önemli yazılı basın organı gazetede bir iki yazı çıksa da etkisi yoktur.

Çünkü ''cami yaptıran belde reisi TBMM yolundadır; mebus olur'' sözü 1946'dan veri geçerlidir.

Ve o parka girer bir gün iş makinaları, kazım kazım kazarlar. Halk seyreder. Artık buluşma yeri de yoktur. Temel atılır. Kısa sürede devasa bir ibadetgah ortaya çıkar. Belde başkanı, karara imza atan kasaba ilerigelenleri mutlu, gururludur.

Belediye başkanı mı ? Yatırımlarına devam edecektir. Bu kasabada ömür tüketecek değil ya. Mebus hatta bakan olmaktır ereği...

..........................

Bizim televizyonumuz ''Hayat'' mecmuasıydı.

Dünya ile sesli iletişim,haberler, müzik için Ankara Radyosu vardı.Uzun Dalga.1646 metre Sikl. Ajans haberlerini izler, Nezahat Bayram'dan türküler dinlerdik.

Hayat'tan komşularımızın tamamında tv yayını olduğunu öğreniyorduk. Suriye'de, Irak'ta, İran'da, Yunanistan'da, Sovyetler Birliği içinde yer alan Gürcistan'da, Ermenistan'ta tv vardı.İmreniyorduk o ülkelerin halklarına. Biz sadece ses dinlerken onlar sesi ve görüntüyü izliyorlardı. Aynı sinemadaki filmler gibi.

Radyo da pahalıydı.Bir memur bir aylığıyla alamazdı da takside bağlanırdı. Pil de daima karaborsadan sağlanıyordu. Köylerde elektrik yoktu. Sadece il ve ilçe merkezlerinde halk elektriğin nimetlerinden yararlanabiliyordu. Pilli radyo sıkıntılıydı. Ol nedenle sadece haberler dinlenir, sonra kapatılırdı.

1960 ortalarından sonra bizde de tv kurulması gündeme geldi. Artık TRT vardı. Açılımında radyo da vardı tv de. Yayın olmasa da Almanya gurbetinde çalışan işçilerimiz sılaya dönüşlerinde arabalarının yüklüğünde tv alıcı aygıtını getirmeğe başlamışlardı.

Gurbetçilerimizin getirdiği tv alıcıları ak-kara idi. Oysa Batı Almanya artık renkli tv'ye geçiyordu. Stoklarda milyonlarca aygıt vardı alıcı bekleyen. En iyi müşteri Türk işçileriydi. Böylece Almanya bizimkilere ödediği Doyçemarkların bir bölümünü yine kendi ülkesinde tutuyordu. Bir taşla iki, üç kuş vuruyordu.Ekonomistleri ilerigörüşlüydü ve yurtsever.

Doğrudan renkli yayın yapabilecek tv merkezi kurma olanağı varken bizde ... Bu yapılmadı ve ak-kara yayın yapacak tv merkezleri çalışmağa başladı 1968 sonlarında. Bunda Batı Almanya diplomatları, tv üretici firmaları, teknik eleman kadrosu rol oynamış olmalı.

Ve ne yazık ki ülkemiz oyuna getirildi.

Renkli tv yayını ancak 1984 Nisanda başladı.

Bu arada Batı Almanya stoklardaki ak-kara yayın alabilen tv aygıtlarını çoktan tüketmiş ve gurbetçi işçilerimize çifter çifter renkli yayınna uygun Schaub Lorenz, Grundig, Saba markaları satmağa başlamıştı. Almanya ekonomisi bu satışlardan büyük gelir sağlar, hiç bunalıma girmez.

Ülkemizde renkli tv yayınları başladığı zaman başbakan olan bir zat ak-kara tv alıcısı üretecek fabrikanın üretime geçmesini sağlıyordu. Gazetecilerin '' Efendim, artık bu ak-kara tv aygıtları çağdışı. Herkes renklisini alıyor,'' sözlerine karşılık '' Biz de Araplara satarız,'' diyerek geçmişteki Dünya Bankası uzmanlığına uygun açıklama yapıyor, derin bilgisini göstermenin mutluluğuyla sırıtıyordu.

Araplara satarmış. Dünyayı algılaması böyle. Arap, para gücü elindeyken, neden ak-kara modası geçmiş aygıt alıp da evine koysun ! Bedevi çadırında bile kocaman renkli alıcılar kullanma olanağı varken...

Sonuç...O fabrika bir süre üretim yaptı. Bize milyon dolarlar karşılığı satılan know-how hiç bir işe yaramadı. Ürünler dağlar gibi yığıldı. Tek bir tane satılmadı. Çünkü, pahalı da olsa herkes renklisini alıyordu. Taksit olanakları vardı. Japonlar artık ülkemizde de satışlarını arttırmak için yerli ortaklarla Beko Hitachi gibi markalarla üretim yapıyorlardı...

Sonuç... Yaşam giderek pahalı oldu. Enflasyon azgınlaştı...

Hesapsız kitapsız, plansız bir yatırım ...Sonuçları bugün bile görülmekte.

Benzeri sayısız örnekler var.

..........................................

Savurganlık...Ülke batırır... Nerdeyse yaşı 100 yıla yaklaşan Cumhuriyetimizde bunu hala anlayamadık. Etkililer ve yetkililer aymazlıkta şahane örnekler ortaya koymaktalar hala ...

........................................

28 Temmuz 2019. Ürgüp