Eşeğin Akıllısı
 
 
Anadolu…Binlerce yıllık bir uygarlığın kök saldığı bir yarımada.
Bitek toprakları da var, tuzlu-çorak toprakları da.
Ormanından toprağın görünmediği yerleri de var; bir tek ota hasret yamaçları da var.
Saatlerce gidersin de ormandan çıkamazsın; güneşi göremezsin.
Saatlerce gidersin de, gölgesinde dinlenecek ağaç , çalı bulamazsın.
 
Bu Anadolu sancılı bir toprak.
Fakat, anaç bir toprak.
           Üstünde doğanları aç bırakmamış; tam doyurmasa da.
 
İkinci Büyük Paylaşım Savaşından sonra dünya jandarmalığına soyundu ABD.
Savaşta yıkılan, toprakları bombalarla delik deşik edilen,
 ekin ekilemediği için aç kalmış Avrupa uluslarını beslemeğe başladı.
Peki, Türkiye savaşa girmiş miydi?
Hayır.
Peki, Anadolu toprağı , çalışanı aç mı bırakıyordu?
Hayır.
Öyleyse neyin nesiydi bu ABD yardımları?
Nevşehir dedikleri
Bulgurdur yedikleri.
Ekeneğimiz buğday da veriyordu, çay kıyısı harımdan yonca da biçiyorduk.
Buğdayımızı öğütüp,fırında ekmek ediyor ;
                     yoncayla doyurduğumuz ineğimizden süt alıyorduk.
Öyleyse bu süttozu da neydi?
Ne vardı bunun içinde?
Türk soyunu kısırlaştırmağa mı çalışıyordu yoksa çok bilmiş Amerikalı uzmanlar?
Nüfus-Aile Planlaması için neden bunca para harcıyorlar,
                                    neden her Devlet Hastanesi’nin yanına           
                                    gösterişli yapılar için para veriyorlardı?
 
Vardı bunun içinde bir iş.
 
Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs 1960 devrimiyle yıkıldı.
Fakat Milli Birlik Komitesi de farklı bir siyasa izlemedi.
NATO’ya, CENTO’ya bağlıydık ya.
Öyleyse, ABD yardımları sürecekti.
               Kutu kutu yağ, torba torba süttozu.
 
Göre İlkokulu öğrencilerine süttozundan yapılma ekmek dağıtılıyordu beslenme saatinde.
Birçok ana baba utanıyordu bu durumdan.
Biz çocuğumuzu aç mı gönderiyoruz okula da, süttozundan ekmek veriyor hükümet? “
 
Her yıl, bu işi birisi üstleniyordu.
1961-62 ders yılında Yusuf Çiftçi kazandı ihaleyi.
Nevşehir’e sabah erkence gidiyor eşeğiyle, fırında bekliyor.
                  Süttozundan yapılma ekmekleri heybelere dolduruyor,
                                       eşeğine yükleyip Göre ilkokuluna getiriyordu.
Sonrası Başöğretmenin sorumluluğunda.
Çocuklar, ne olup bittiğini anlamadan, farklı bir tadı, kokusu olan bu ekmekleri yiyorlar.
Kimi çocuklar tiksiniyor. Kusanlar da oluyor.
Öğretmenlerin yüzünde acı bir gülümseme.
Zorlama yok. Fakat, bilinçli eğiticiler bu ekmeklerden rahatsız.
Ulusal gurur inciniyor.
Yedi düvele kafa tutmuş, arpa ununa süpürge otu tohumu katarak ekmek yapıp yemiş, utkular kazanmış bir ulusun öğretmeni ABD’nin bu aşağılayıcı tavrına karşı dikleniyor.
Bazen denetmenler geliyor.
İçlerinde ABD’ye gidip akademik kariyer yapmak isteyenler var;süttozundan ekmeği savunuyorlar.
Yurtsever,bilinçli denetmenler tümüyle reddediyorlar bu ekmekleri:
Ne bu yav? Biz muhtaç mıyız Amerikan ekmeğine?
                                           Lanet olsun. Ne hallere düşürdüler bizi! ”
………………….
 
Yusuf Çiftçi’nin gözünden uyku akıyordu.
Gece gök gürlemiş, bağdaki kuruya kestikleri üzümler yağmur yemesin diye seferber olmuşlar, küfelere ivecen ivecen doldurup yarı kuru, yarı yaş, eve taşımışlardı.
Sabah da güneş açmıştı.
Ekim ayı ortaları.
Fakat, Yusuf’un tatlı tatlı ısıtan güneşe aldırdığı yoktu.
Bir an önce Okula götürüp şu ekmekleri bir teslim etse, gidip eve, uyuyacak.
 
Hömerti bağlarının altında bir araba duruyordu.
Sabahın erken saati.
Arabanın önünde temiz giyimli bir adam, elindeki saat zincirini sağa sola sallıyor; ıslık çalıyordu. Biraz ilerde uzun boylu, kavlak kafalı-saçsız- zayıf bir adam ellerini önünde kavuşturmuş,
saygılıca duruyordu.
Yusuf vardı, vardı, tam arabanın önündeyken, adam Yusuf’a doğru yürüdü.
Dur bakalım ! “ dedi “ Nedir götürdüğün?”
Yusuf şaşırdı. Bu efendi niye soruyordu ki. Ona ne?
Ekmeeek !” dedi. “ Mekdebin talebeleri yiyecek.”
Adam hiç ilgilenmedi ekmeklerle. Tadına da bakabilirdi, bakmadı.
Eşeğin yuları gevşekti. El attı, daha da gevşetti. Yıpranmıştı ev örgüsü yular.
Yavrum !” dedi,sevecen bir sesle.” Bak bu yular kolayca çıkar hayvanın başından.”
Bişiy olmaz,” dedi Yusuf. “Aylardır böyle , değiştiremedik bi türlü.”
Kafasını bir sağa, bir sola, sonra bir aşağı, bir yukarı kaldırsa kurtulur.Sonra kaçar, gider.”
Yusuf  bu işte bir tuhaflık var diye düşündü. Adam dalga mı geçiyordu ne? Kızgın konuştu.
Senin gibi akıllı eşşağı nirden bulacaam ben yav? Git işine !”
 
Yusuf tanımıyordu. Konuştuğu adam Nevşehir Valisi Rafet Yıldırım idi.
---------------------
 
Göre. 1971