GEZİ PARKINDA DÜŞÜNSEL BİR GEZİNTİ

Gezi Parkı eylemleri matematikteki kesişen kümeler gibi, toplumun her kesiminde farklı sebeplerle oluşan, temelde çoğu birbiriyle kavgalı öfke, tepki, talep ve umutların ortak bir alanı olmuştur. Bu farklılıklar “Gezi Parkı” ortak mecrasında kendilerine yol bularak akmaya başlamıştır. Eylemler bu açıdan tıpkı yasama organlarının çıkarttığı torba yasalar gibi "Torba Eylem" niteliğindedir.
Şimdi her kesim eline oltasını almış, delice akan bu bulanık sudan en büyük balığı yakalamaya, en büyük siyasi ya da ideolojik zaferi elde etmeye çalışmaktadır.
Gelinen aşamada eylemler iktidar/yanlıları ile eylemciler/yanlıları arasında "gaz verilen" ve "gaz alınan" kısır bir döngüye doğru yol almaktadır. 
Polisin çoğu zaman gereksiz, orantısız güç kullanımı ve gaz bombaları ile bazı marjinal kişi ve grupların üzüm yemek yerine bağcıyı dövmek niyetiyle yaptığı vandallık, eylemleri temel çıkış noktasından ve amacından uzaklaştırmaktadır. Eylemlerdeki bu eksen kayması bir yandan polisin ve iktidarın elini güçlendirerek, daha sert ve acımasız müdahalelere zemin hazırlamakta; diğer yandan da eylemlerin toplum bilincinde ve vicdanındaki sempatisini ve desteğini derinden yaralamaktadır.
Gezi Parkı eylemleri çıkış noktası itibariyle halkın demokratik hak ve özgürlük taleplerini bu derece etkili, kararlı ve yaygın bir şekilde ifade edebilmesi açısından önemli ve değerlidir. Gezi Parkı eylemleri polisin gereksiz ya da orantısız güç kullanımına; halkının sesine kulaklarını tıkayan dayatmacı yerel ve merkezi iktidara karşı sivil toplumun psikolojik korku duvarını aşabilmesi açısından önemli ve değerlidir.
Gezi Parkı eylemleri, anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkının etkin ve kararlı bir biçimde kullanması açısından; toplumda demokrasi, özgürlük, muhalefet ve eleştiri bilincinin ve kültürünün gelişmesi açısından son derece önemli bir tecrübe ve kazanımdır. 
Gezi Parkı eylemleri diğer yandan, özellikle sosyal medyada haberle yalanın, efsane ile gerçeğin, ağaçla odunun birbirine karışması; manipülasyon, ajitasyon ve provokasyonların kolayca kitleler üzerinde etkili olması hem bugün hem de gelecek için tehlikeli bir durumdur.
Yürütme erkini ve kamu gücünü elinde bulunduran AKP iktidarı, eylemlerin başlangıcından itibaren halkın demokratik taleplerine ve yasal protestolarına karşı olgunluk, sağduyu ve empati ile yaklaşmak yerine, inatlaşan, rest çeken, meydan okuyan, dayatan ve suçlayan bir tavır benimsemiştir.
Özellikle Başbakan Erdoğan, eylemlerin çıkış noktasındaki masum, demokratik, sivil, çevreci ve insani özü görmek yerine, olayları adeta fırsat bilerek, söylemlerini muhalefet partileri, terör unsurları, marjinal gruplar, “çapulcular” üzerinden dillendirerek, çatışmacı ve gerilimi tırmandırıcı bir tavır benimsemiştir.
Başbakan Erdoğan, adeta yüzde 52’nin oyu ile iktidar olmayı, yüzde 52’nin başbakanı olmak şeklinde algılayarak, yüzde 48’i AKP iktidarına itaate mecbur, “boyun eğdirilmiş” bir unsur olarak görmek istemektedir. Hâlbuki demokrasinin özünde dayatmak ve baskılamak değil, hak ve özgürlükleri korumak, yaşatmak ve geliştirmek vardır.
Başbakan, kendi parti tabanına sıcak mesajlar vermekle yetinmiş; her kesimi anlayan ve kucaklayan mesajlar vermeyi adeta bir acizlik ve “çapulcular” karşısından geri adım atmak şeklinde değerlendirmiştir.
Bu ülkede her tür etnik, dini, siyasi, ideolojik unsurlar, diğerinin hak ve özgürlüklerine saygı duy(a)masa bile en azından tahammül göstererek, barış içinde ortak yaşama bilincine ulaşmalıdır. İktidarlar da aynı bilinçle hareket ederek toplumun her kesiminin adalet, eşitlik, hak ve özgürlük taleplerini dikkate almalı, yüzde birlik azınlığa da aynı güveni verebilmelidir.
Bu ülkede siyaset ve seçim tahterevallisi hep zafer-hezimet, galip-mağlup, iktidar-aciz, güçlü-zayıf, devrim-karşı devrim denkleminde şekillenmiştir. Aslında bu denklemin en acı örneklerini geçmişte bizzat yaşamış olan Başbakan’ın mağduriyetin, yok sayılmanın, ezilmenin, küçük ve basit görülmenin ne olduğunu en iyi bilen birisi olarak sokağın sesine kulak vermesini, anlamaya çalışmasını beklerdim. Maalesef Başbakan empati kurmak yerine gerginliği tırmandırıcı, meydan okuyucu bir üslubu ve tavrı benimsemiştir.
Diğer yandan ise eylemlere kendi ideolojik rengini vermek isteyen kimi marjinal guruplar polisin gaz bombası ve copunu eleştirir gibi görünse de askerin tankını ve dipçiğini kutsayan ve davet eden vesayetçi günlerin tekrar geri gelmesi için yırtınmaktadır.
Sivil darbe, askeri darbe gibi hayali beklentilerin aksine, olayların henüz kontrolden çıkmadığını, aksine iktidarın hâlâ inisiyatifi ve oyun kurma gücünü elinde tuttuğunu düşünüyorum. Ancak AKP iktidarının polisin gücünü, “iktidarın gücü, iktidarın sopası” gibi, orantısız, amacını aşar bir biçimde, masum, sivil insanlara karşı kullanması kabul edilebilir bir durum değildir.
Polisin de sokakta yükselen her sesi, kalkan her eli vatana, millete, devlete bir başkaldırı ve ihanet gibi algılamaktan; rütbesine ve üniformasına bir saldırı gibi çocukça bir alınganlıktan ve önyargıdan kurtulması gerekir. Polis, insanların anayasal ve demokratik hak arama, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma, düşüncesini özgürce ifade etme hakkı olduğunu bilmelidir. Polisin varlık sebebi, insanların hak ve özgürlüklerinin korunması ve yaşatılmasıdır. Eline silahı, copu, gaz bombasını, panzeri, tankı, tüfeği alan; sırtına üniformasını giyen, rütbesini takan asker ya da polis her kolluk birimi “güç bendeee!” diye ortaya çıkarsa, asıl anarşi ve terör o zaman başlar. Anayasa ve kanunlarla çizilen yetki ve sorumluluğunu aşarak, kendi hukukunu uyduran silahlı güçler meşruiyetlerini ve saygınlıklarını derhal yitirirler. Bu hassas çizgiye dikkat eden bazı kolluk birimleri, eylemlerin amacına uygun biçimde, hem eylemciler, hem polis, hem de kamu düzeni açısından güven içinde geçmesini sağlamıştır.
Gezi Parkı eylemlerinde Türk medyası tarihinin en kötü sınavını vermiş ve sınıfta kalmıştır. Türkiye’de gerçek anlamıyla bağımsız, halkın haber alma hakkına saygılı, özgür ve güçlü bir medyanın henüz oluşmadığını; Babı Âliden kalma eski “kötü alışkanlıkların” şimdiki Medya Center’larda da hâlâ devam ettiğini üzülerek gördük.      
Gezi Parkı eylemleri Türkiye’nin yakın tarihi açısından son derece önemli, üzerinde geniş bilimsel araştırmalar yapılmayı hak eden toplumsal bir harekettir. Eylemlerin olumlu ya da olumsuz faturasının kime kesileceğini; bir başka ifade ile sorumluluk ya da rantının kimin hesabına yazılacağını söylemek için henüz erken. Ancak bu eylemlerden başta AKP Hükümeti ve Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere, polis teşkilatı, sivil toplum kuruluşları, medya organları ve halkımız büyük dersler çıkartmalıdır.
Tüm bu yaşananlar sonucu ortaya çıkan tüm maddi ve manevi kayıplar millet olarak bizden çok şey eksiltmiştir. Keşke bu ağır maliyet, devlet, iktidar, muhalefet, sivil toplum ve sessiz yığınlar açısından barış içinde, birlikte ve özgürce yaşama ortak arzusu ve iradesine temel teşkil eden bir deneyime dönüşse(ydi). Keşke, toplumun her kesimini kucaklayıcı adaleti, eşitliği, hakkı ve özgürlüğü esas alan Sivil Anayasanın omurgasına maya olacak nitelikte ve değerde unsurlar ve tecrübeler kazandırsa(ydı). 04.06.2013 Mehmet BİÇER