GEZİ-YORUM
Halkın büyük bir oy oranı ile iktidara getirdiği hükümetten, özellikle CHP tabanı ve daha marjinal grupların büyük bir memnuniyetsizliği vardı. Hükümetin hemen her icraatı, her kararı eleştiriliyor ve antidemokratik bulunuyordu.
Buradan demokrasinin, “Çoğunluğun azınlığa tahakkümü mü, yoksa azınlığın haklarının korunması mı?” gibi neticelenmesi zor bir tartışmaya değinmek istemiyorum.
İnsanların kendilerinin oy vermediği, düşüncelerini benimsemediği bir iktidarı eleştirmelerini de gayet doğal buluyorum. Ancak, kendilerinin iktidar edemedikleri partilerinden (CHP) icraat bekliyormuş gibi bir tavır içerisine de girmelerine anlam veremiyorum. Zaten CHP ve zihniyeti mevcut anayasaya koydukları altı ilkesi ile devlette her daim var. Şimdiye kadar da var oldu. Ancak bu hükümet döneminde önceki dönemlerde olduğu gibi, CHP ve yandaşları iktidar olmadığı halde iktidarı yönlendirme veya iktidarda imiş gibi tahakkümlerinin devam edememesinden çok rahatsız. CHP rahatsız, CHP‘liler çok daha rahatsız. Her bir seçime bilenip girseler de uzun dönemdir, sandıktan yani kısaca halktan istediği desteği bulamamaktadırlar.
Son Ergenekon olayları ile beraber CHP lideri zaman zaman tabanına sokak direnişlerini işaret ediyordu. Ancak bir türlü bu istek kendi tabanından da destek bulmuyordu. Hatta köşe yazarları duyarsızlaşan CHP tabanına duyarsızlıklarından dolayı sitemler ediyorlardı. Bayağı dolmuşlardı. Aslında CHP tabanından, taban ise CHP den bir şeyler bekliyorlardı. En son Silivri Mahkemesi önündeki eylemde istedikleri sesi getirmemişti.
Laf söz anlamayacak, yakıp yıkacak, hükümetin gözünü korkutacak bir eylem için büyük bir beklenti içerisindeydiler. Tam bu zamanda Gezi Parkından sökülüp başka yere taşınacak ağaçlar için parkta eylem yapanlara, polisin bir sabah düzenlediği baskın sonucu oluşan gerginlik, hükümete kin besleyenlerin umudu olmuştu. Tam zamanıydı, zaman zaman cılızda olsa eleştiriler yapan patronlar, tahtlarını kaybeden sözüm ona opera , bale ve tiyatrocular, ekranlardaki sanat diye millete yutturmaya çalıştırdıkları çirkeflikleri eleştiren başbakana kin besleyen sözüm ona sanatçılar, eskisi gibi, spekülasyonlarla para kazanamayan, paradan para kazanan tefeciler…. Hepsi fırsat bu fısrat deyip taksim meydanına, Gezi Parkı eylemlerine koştular. Eyleme koşan, destek veren zengin kulüpleri müntesiplerinin, ormanları katletme sicilleri oldukça bozuk olsa da şu an bunları düşünecek zaman değildi. Ortak düşman hükümetti. Bu hükümet inmeli ve istifa etmeliydi. Hükümet inmese bile Tayyip Erdoğan partinin başından gitmeliydi, sonrası çelik çomaktı…
Eller ovuşturulmaya başlanmıştı, sokaklar karmakarışıktı, polis araçları, otobüs durakları belediye otobüsleri...ve önüne gelen her şeyi yakıp yıkan bir kalabalık oluşmuştu… Eylemi ağaçlar için yapanların, sadece hükümeti uyarmak i için eylem yapanların vereceği mesajın çok ötesine geçilmişti bile…
İçerdeki işbirlikçilerini yalnız bırakmayan dış destekçiler çoktan yerini almıştı. Kelleler isteniyordu. Kan isteniyordu, Mısır, Tunus, Libya yorumları yapılıyordu. Ölen olmasa da çok sayıda ölü var tweetleri haberleri yayılıyordu.
Kim bilir belki birileri, Erdoğan’ın Taksim’de darağacını hazırlamıştı bile… Hayır hayır darağacı ne kelime Kaddafi gibi linç edilmeliydi. Daha iyimser olanlar ise Mübarek gibi kafesler tahayyül ediyordu O’nun için….
Anladık, başta biz de başbakana üslubunu biraz yumuşatsa, gençlerle konuşsa zaman zaman yaptığı gibi çağırıp yanına sorunu anlayıp çözse diye düşünmeye başlamıştık ki, daha bir gür seda ile polis, emniyet müdürü derken Başbakan istifa sesleri gerçek niyetleri ortaya çıkarıyordu.
Kemal Kılıçtaroğlu, televizyon televizyon, manşet manşet eylemlerin ne kadar masum, başbakanın ne kadar haşin olduğunun mesajlarını veriyordu. Hatta bir ara masalcı teyzeler gibi sesini ağlamaklı hale getirip, molotoflu, yüzleri maskeli, polisleri inşaattan atacak kadar canileşmiş gençleri güzel ve haklı göstermeye çalışıyordu. CHP milletvekilleri kalabalığın önünde bir o yana bir bu yana ya körükle gidiyordu ateşe veya benzinle… Kalabalık coştukça onlar keyifleniyor, dış birlikçileri keyifleniyor, otobüsler, duraklar, ATM cihazları, yağmalar, yollar, kaldırımlar… Küfürler, hakaretler, pankartlar….
Bunun adı hak arama, sesini duyurma, demokrasi… Parka yerleşmiş, çadır kurmuş, masa sandalye açmış gençler… Park sanki onların tapulu malı. Sanki sadece uzun saçlı, garip kıyafetli gençlerin mekânı…
Bir de hocaları, antiemperyalist müslümanların lideri İhsan Eliaçık. Şaşırdım görünce. İlginç görüşleriyle tanıdığım İhsan Hoca, kandil gecelerinin şaman dininden kalma bir gelenek olduğunu, İslam ile alakası olmadığını her platformda ve köşe yazılarında dile getirdiğini unutarak, Ak Parti ve Erdoğan’ı bahane eden, çoğunun, asıl dertleri, İslamiyet olan eylemcilere şirin görünmek amacıyla kandil konuşması duası yapıyordu. Allah insanı böyle şaşırtıyordu.
Memleketinin sokak taşlarına, duraklarına, otobüsüne, polis aracına ve kendisi gibi olmayan insanına saygısı olmayan insanın doğayı ve ağacı seveceğine hiç mi hiç inanmıyorum. Zaten bu memleketin sanatçı geçinen sanatsız insanları, zenginleri, Anadolu insanını, onun siyasetçisini, inançlarını ve değerlerini hiç ama hiç benimsemedi. Başbakan olmasını da hazmedemedi. Oyun budur. Gezi Parkı ve ağaç bahane, ayaklanma ve sandıksız hükümeti devirme şahane… Gökten bekledikleri şey yağarsa şayet…
 
 
                                                                                                                                  Ayhan BENLİ