Demir, “Milli Eğitim Bakanlığının, gelecek 3 yıla dair hedef ve yaklaşımlarını içeren "2023 Eğitim Vizyonu", Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı programla Bakan Ziya Selçuk tarafından açıklandı. Bakanlık yerine Saray’da açıklanan program, eğitim alanında yıllardır izlenen politikalarda köklü bir değişikliğe gidilmeyeceğini, eğitimde yaşanan ticarileşme, özelleştirme ve dinselleştirme uygulamalarının hız kesmeden devam edeceğini ortaya koymuştur. Diyanet, tarikat, cemaat ve vakıfların Milli Eğitim Sistemi’ne dahil edildiği düzenlemeler iptal edilmeden Ziya Selçuk’un gereken reformları gerçekleştiremeyeceğini söylemiştik. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, “FETÖ eğitim sisteminin eksikliklerini kullanarak toplumumuzu sinsice ele geçirmeye çalıştı” derken, hazırlanan programda bu konuya değinilmemesi aksine sivil toplum örgütleri ile işbirliğine devam edileceğinin belirtilmesi dikkat çekicidir. Devletin asli görevlerinin başında gelen eğitimi, cemaatlerin kontrolüne vermemesi gerektiğini öğrenmeniz için acaba kaç defa “kandırılmak” gerekiyor? Her fırsatta dile getirdiğimiz üzere; hiçbir dernek, vakıf, cemaat, tarikat Milli Eğitim Sistemine ortak edilmemeli. Kimse Türkiye’nin geleceği olan yavrularımız üzerinden siyasi çıkarlarını şekillendirememelidir. Bir milyona yakın öğretmeni bulunan Milli Eğitim Bakanlığı’nın “değerler eğitimi” adı altında STK’lara ihtiyacı olmadığı gibi okul öncesi eğitimi de Diyanet İşleri Başkanlığı’na devretme hakkı, hukukta da Anayasa’da da yoktur. AKP, 16 yıllık iktidarı döneminde kamu hizmetlerinde, özellikle eğitim alanında piyasa merkezli bir “işletmecilik” anlayışını yerleştirmeye çalışmış, kamusal eğitim alanını daha da daraltırken, özel öğretimin doğrudan desteklenmesi doğrultusunda ciddi adımlar atmıştır. Eğitimi devletin sırtında bir yük olarak gören AKP, eğitim kurumlarını birer “ticarethane”, öğrenci ve velileri ise “müşteri” durumuna düşürmektedir. 2023 Eğitim Vizyonu’nda “Okulların Finansmanı” başlığı altında yer alan; “Özel sektör ve sivil toplum iş birlikleriyle eğitim kurumlarının finansmanına destek sağlanacaktır.” “Okul Aile Birliği gelirleri yeni bir yapıya kavuşturulacaktır.” “Eğitime ve okullarımıza bağış yapacak kişilerin farklı miktar, tema ve yöntemle bağış yapabilmesi için il ve bakanlık düzeyinde bir yapı kurulacak, mevzuat, yazılım ve erişim düzenlemeleri yapılacaktır.” ifadeleri eğitimin finansmanının yine hayırseverlere ve velilere yükleneceğinin göstergesidir. Kaldı ki sanayi ile işbirliği adı altında öğrencisi ve öğretmeni ile aktif çalışan meslek liselerimizin sanayi kuruluşlarına devredilerek özel okullara dönüştürülmesi, kadrolarının tasfiye edilmesi kabul edilemez. Daha dün okulların pansiyon ücretlerine yüzde 16.2 zam yapıldığı haberi basına yansımışken, programda “Pansiyon hizmetleri tüm çocuklarımıza ücretsiz sunulacaktır” denilmesi “Vizyon programını hazırlayanlarla, MEB’i yönetenler farklı kişiler mi?” sorusunu aklımıza getirmektedir. Cumhurbaşkanı ve sayın Bakan ehliyet ve liyakat vurgusu yaparken her kademeye atamanın sözlü sınava dayandıranların, her kademe yöneticilikte tavsiyelerin aynı kadrolar tarafından yapıldığı unutmuş değiliz. Kaldı ki ehliyet ve liyakat denilirken sun aylarda bakan yardımcılıklarına, genel müdürlüklere ve son olarak Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’na atananların eğitimci olmadıklarını hatırlatmak isteriz. Bu girişimlerin hepsi eğitimi bir "hak" olmaktan çıkartacak ve seçkinlerin hizmetinde ayrıcalıklı bir yere oturtacaktır. Oysa eğitim evrensel bir insan hakkı olması nedeniyle Anayasada da ifadesini bulduğu şekilde "parasız" olmalıdır. Programda, "... ikili eğitime son verme hedefi" diğer programlarda olduğu gibi tekrar edilmiştir. Ancak bilindiği gibi AKP iktidarında tekli eğitim yapan okullar bile ikili eğitime geçmiş; okul binaları hem içeriden tuğlalarla bölünmüş ve hem de okul bahçeleri küçültülmüş, eğitim sistemi işlevsiz hale getirilmiştir. Beklentimiz sözleşmeli ve ücretli öğretmenliğin kaldırılması, 3600 ek göstergenin getirilmesiydi. Ancak sözleşme süresinin 4+2’den 3+1’e indirilmesi hiçbir anlam taşımadığı halde müjde gibi yansıtılmıştır. Yine orta öğretimde ders sayılarının azaltılması büyük bir norm sorunu yaratacaktır. Öğretmenlik Meslek Kanunun yıllardır olması istenmektedir ancak Meslek Kanunu hayata geçirilirken iş güvencesinin korunması ve çalışanların performans türü uygulamaya maruz bırakılmaması önemlidir. Öğretmenliğe kabulde uygulanan ve eğitim fakülteleri tarafından verilen pedagojik formasyon şartının kaldırılması ve MEB bünyesinde verilecek olması yeni bir yandaş kayırma formülü yaratıldığına dair kaygılarımızı arttırmıştır. Daha önce defalarca söylediğimiz gibi eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların aşılmasının, çocukların nitelikli bir eğitime ulaşabilmesini sağlamak için bugüne kadar izlenen bilimsel olmayan eğitim politikalarını tamamen değiştirmekten geçmektedir.

Yaşanan karanlık tablodan çıkışın tek yolu ise eğitimin eşit, parasız, bilimsel, laik ve kamusal niteliğinin arttırılmasıdır. Eğitim-İş olarak, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bilimsel, laik ve demokratik eğitim mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Ülkemizin geleceğini oluşturacak yeni kuşakların, akıl, bilim ve sanat ortamında barış ve huzur içinde verilen bir eğitim sistemiyle yetiştirilmesi için her türlü dayatmanın karşısında olacağız” ifadelerinde bulundu.