Allah (c.c.), insanoğluna akıl, bilgi ve emeği ile imkânlarını değerlendirerek ihtiyaçlarını karşılayacak kabiliyet vermiştir. Bu kabiliyetlerini kullanmak ve değerlendirebilmek için de yeteri kadar imkân vermiştir.

“Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur; öyleyse onun sırtında dolaşın, Allah’ın verdiği rızıktan yiyin.” (Mülk, 15). 

Yeryüzünün boyun eğmesi, işlenmeye ve verimli kılınmaya müsait oluşudur. Onun sırtında dolaşmak; adım adım, karış karış araştırarak insana faydalı olan imkânları ortaya çıkarmak, işlemek, istifade etmek ve ettirmektir. Birçok hadis-i şerifte mecburiyet ve zaruret dışında, herkesin rızkını kendi gücü ile temin etmesi emredilmektedir.

“... Şu üç kişiden biri olmak müstesna, istemek (dilenmek) kimseye helâl değildir:

Bir angarya yüklenen kimse ki o verdiğini almak maksadıyla ister, alınca da artık istemez.

Mal varlığı bir felâkete uğrayan kimse ki, geçimini sağlayacak kadar istemesi ona da helaldir.

Çevresinden, aklı başında üç kişinin ‘filân kimse yoksul düştü’ diyeceği kadar yoksullaşan kimse; bu da geçimini temin edinceye kadar ister. Bunlar dışında kalan talep haramdır; bunu yiyen haram yemiş olur.” (Buhari)

“Herhangi birinizin ipini sırtına alıp bir demet odun getirerek satması -ve bununla Allah’ın onunla şerefini korumuş olması- halktan istemesinden daha hayırlıdır; onlar da ya verirler veya vermezler.” (Buhari)

“Hiçbir kimse el emeğinden daha hayırlı yiyecek yememiştir ve Allah’ın peygamberi Davut da el emeğini yerdi.” (Buhari)   

İslâm uleması ayet ve hadisleri bir arada değerlendirerek şu neticeye varmışlardır: Müslümanların muhtaç olduğu her meslek, zanaat ve sanayi farz-ı kifayedir. Toplum içinde yeterince bulunmazsa bütün Müslümanlar sorumlu olur.

 Geçimini sağlayabilecek kişilerin durumu böyle, geçimlerini sağlayamayacak durumda olanlara gelince:

Geçimini sağlayamayacak kişiler istemese de imkân ve varlık sahibi Müslümanlara bu kişileri tespit edip ihtiyaçlarını karşılamak bir görevdir. İhtiyaç sahiplerini tespit etmeye en yakından başlanır. Bu konuda kişi en yakın akrabasından başlar. Sonra komşu kişileri, daha sonra da uzaktaki ihtiyaç sahiplerini tespit edip ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Bu konuda kişinin kendi beldesinde bir fakir veya yoksul varken bir başka beldeye el uzatması doğru değildir. Öncelik sırası gözetilmelidir. Ancak afet durumları müstesnadır.

 Bu gün Afrika’da kuraklık nedeniyle binlerce insan açlık ve salgın hastalıklarla karşı karşıyadır.  Bir kuru ekmeğe, bir sıcak çorbaya ve bir tablet ilaca muhtaçtır. Elbette ki bunlara yardım eli uzatılacaktır. Ancak burnumuzun dibinde duran fakir ve yoksullar ihmal edilmemesi şartıyla herkes imkânı nispetinde yardım elini uzatır.

Rahmetin bol bol sağanak bir yağmur gibi üzerimize yağdığı bu ayda Allah’a yaklaşma vesileleri aranmalıdır. Malına zekât düşenler özellikle bu ayda zekâtlarını çıkarmaya çalışır, fitre ve sadakalar verirler. Kumanyalar düzenlenir. Afrika’daki durum da Müslümanlar için bir imtihandır. Teknolojinin gelişmiş olması sorumluluğumuzu artırmaktadır. Allah’ın hazineleri çok geniş olduğu halde kimi beldeleri açlık ile imtihan etmekte, diğer Müslümanları da bu konuda bu açlık ile mücadele etmesi için farklı bir şekilde sınamaktadır.

Fakir yoksul ve diğer ihtiyaç sahiplerini tespit ederek zengin ve hayırseverlerden aldıkları malları sadaka ve zekâtları uzak diyarlara ulaştıran birçok kuruluş meydana gelmiştir. Yardımlarımız bu kuruluşlar aracılığıyla buralara ulaştırılabilir. Ancak duyarlı davranıp bu kuruluşların kimlik ve icraatları araştırılmalıdır. Verdiğimiz sadaka ve zekâtları gereği gibi yerine ulaştırıp ulaştırmadıkları bilinmelidir. Gerçi bu konuda birinci sorumluluk bu kuruluşlarda çalışan kişilere ait ise de gözü kapalı bir şekilde malımızı teslim etmemiz zekâtımızın boynumuz da bir borç ve sadakamızın heba olmasına neden olabilir.


                                Hüseyin YILMAZ

                      Merkez Çetinel Camii İmam Hatibi