İsmet Aksoy : Ürgüplü bir aydın
 
1971 yılının Şubat ortasında, Ürgüplü Ünlü ailesinin damadı oldum. Öğretmen Hatice Hanım ile nişanlandım. Aile çevresine girdikçe tanıdık sayısı artmağa başladı. Bu arada kasaba esnafından da dostlar edindik giderek. Bunlardan biri de İsmet Aksoy idi. Kendisinden küçük Cemal ve Hüsnü adlı iki kardeşiyle birlikte büyük bir halı mağazasını işletiyordu. Sanıyorum Ürgüp’ün en büyük, turistlerin en çok yeğlediği yer burasıydı.
İsmet Aksoy sağlam yapılı, Türkmen yüzlü, gözleri sevgiyle, irdeleyici  bakan bir insandı. 1938’de Tağar köyünde doğmuştu. Babası Hayrullah Ağa köyün, Ürgüp’ün tanınmış , öne çıkmış çiftçilerinden idi. Demek ki, büyük saygı beslediği İnönü’nün cumhurbaşkanlığının ilk yılında doğmuş ki, oğluna O’nun adını koymuş.

İsmet Aksoy’un çocukluğu  Karlık köyünde geçmiş. İlkokulu köyünde okuyor. Öğrenmeye hevesi pek fazla. Öğretmenlerini sıkıştırıyor, daha çok bilgi verin bize, diye. Aile varsıl. Hayrullah Ağa çağdaş tarım yöntemlerini izliyor ve uyguluyor. Üzüm bağları, meyve bahçeleri de var. Fakat, İsmet, Ürgüp’e hayran. Kasabaya gelip gittikçe babasına baskı yapıyor. “ Bir dükkan alalım. Sen istersen yine köyde yaşa, ben dükkanı çekip çeviririm.”
Hayrullah Ağa, oğlunun isteğini yerine getiriyor. Bir halı kilim dükkanı açıyor. Kayseri’den manifatura getirip satmağa da başlıyorlar.  Böylece Aksoy ailesinin bir ayağı artık Ürgüp’tedir.


Köyde çiftçilik, bağcılık, bahçe işleri yine sürüyor.
Zamanı gelince askerliğini yapıyor İsmet. Sonra evleniyor. Bu arada, bazı kırgınlıklar çıkıyor aile içinde. İsmet, Almanya’ya gidiyor. Bir süre çalışıyor. Fakat, esnaflıkta iyi para olsa da, İsmet huzursuzdur. Ne yapmalı? Hürriyet Gazetesi’nin Ürgüp muhabiri oluyor. Turistlerle ilgili haberler iletiyor. Bu arada İngilizcesini geliştiriyor. Almanya’dan getirdiği nitelikli fotoğraf makinalarını kullanıyor. Giderek, eski huzursuzluğunun yerini dingin, arınmış, doygun bir ruh hali alıyor. Haber peşinde koşuyor; arayıp buluyor. Yazıyor, fotografla çekici duruma getiriyor. Üretmenin sevincini yaşıyor. Ürgüp ve çevresini tanıtmada payı olduğunu görüyor. Mutluluğu artıyor. Arkadaş çevresi pek varsıl. Dünyanın her yerinden dostları var. Türkiye’nin her yerinden entelektüel insanlar, aydınlar, gazeteciler Ürgüp denince İsmet Aksoy’u anımsıyorlar.

Ben İsmet Aksoy’u tanıdığımda 30’lu yaşların ortasındaydı. Bir gün çarşıda yürürken, gelip koluma girdi. Soğuk bir gün. Halı kilim mağazasına girdik. Tek bir turist gelmese de, bir alışkanlığı sürdürüyor; mağazanın kapısını açıyordu. Bu, güzel bir eylemdi. Sobada meşe odunları gürül gürül yanıyor, üzerindeki demlikte ıhlamur ısınıyordu. O anda dikkat ettim. Tam sobanın yanında kanatları kırık bir puhu kuşu vardı. Sultansazlığı Yay Gölü’nden gelirken, önden giden bir otomobil çarpıp yaralamış. O da kuşu alıp getirmiş buraya. Veteriner Yusuf Kızılöz yarasını onarmış, kırığı sarmış, merhem sürmüş. Zavallı hayvancağız iri gözleriyle bizi izliyordu. Alışmıştı ortama.
 
 
 
Sıcak ıhlamur içerek ısınırken yarenlik giderek sardırdı. O zamana değin Develi yanlarına gitmemiştim. Sultansazlığı Yay Gölü’nün tüm özelliklerini o gün ondan öğrendim. İklimini, kuşbilimsel durumunu, hidrografik özelliklerini, avcıların kural tanımaz eylemleri nedeniyle karşı karşıya bulunduğu sorunları…Sanki bir yarenlik değildi bu. Bir sempozyumda Aksoy, tüm bilgisini cömertçe dağıtıyordu. Hayran kalmıştım. Sonra, soğuk bir gün, Anadol otomobiline bindik. Oğlum Umut da ısrar etti.Onu da aldık. Ver elini Yavaş Kumu’ndan Develi. Sindelhöyük…Gezip dolaştık elimizde haritalarla. Fotoğraflar çektik. Dürbünle seyrettik. Dönüşte de Yahyalı,Yeşilhisar yolunu yeğledik. Daha çok yer görmek için.

Ürgüp, benim için artık İsmet Aksoy’un dostluğu demekti. İnsan kazanmasını biliyordu o. Kendini sürekli geliştiriyordu. Ürgüp tarihini, ondan daha iyi, sanırım kimse bilmiyordu. Bir Bizantolog kadar bilgiliydi. Hititleri de, Selçuklu’yu da Osmanlı’yı da iyi biliyordu. Sürekli kitap getirtiyor, okuyordu. Dükkana gelen sanat tarihçileriyle arkeologlarla, tarihçilerle tartışıyordu.

Sürekli arayış içindeydi. Aksalur yakınlarında Viyanavanda adlı pek eski bir yerleşim yerinin tarihinin taa Hititlere dek gittiğini okuyarak, arayarak  sorarak  bulmuştu.

Ürgüp Kültür Derneği’nin yayın organı olan Ürgüp dergisine yazılar yazıyordu. İleri sürdüğü görüşler, kimi zaman, akademik kişilerin yıldırımlarını üzerine çekiyordu. Fakat, Aksoy, bildiğini iyi öğreniyor, ısrarla savunuyordu.

Aksoy’un oğlu Nihat , Lise’de öğrencimdi. Öğrenmeye istekli, pek saygılı bir genç. Sonra İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okuyup başarılı bir mimar oldu. Yüksek Lisans Tezi de Kapadokya Sivil Mimarlığı hakkında idi. Böylece “Bilim Uzmanı” unvanını almıştı.

Nihat , İtalya’ya gidip yerleşti;Nobella ( Müjde ) ile evlendi.İsmet Aksoy, oğlu Nihat ile,geliniyle  ikiz kızlarıyla, damatlarıyla  gurur duyan, iyi bir aile reisi idi. Her yaz aylarında mutluluğu artardı; çünkü İtalya’dan oğlu, gelini baba ocağına dönerdi.

1978 Haziranında ben, Fırat Üniversitesi’nde çalışmak için Ürgüp’ten ayrıldım. Fakat, yaz dinlencelerinde yine,  bir ay kadar Ürgüp’te vakit geçiriyorduk. Aksoy ile buluşup geziyorduk. Diapozitif ( Slayt ) arşivi pek  varsıl idi. Giderek daha da geliştiriyordu. Bir gün Ihlara Vadisine, bir  gün Soğanlı Vadisine, bir gün Göreme vadilerine gidiyorduk. Onunla birlikte iken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyordum. Can sıkıntısı nedir bilmiyordum. O zamana değin ayırtına varmadığım, belki önemsemediğim pek çok konuyu ondan öğreniyordum.

Erciyes Dağı’nın karlı görünümü en güzel nereden fotografın objektifine düşer? Aksalur yöresinden mi, Ortahisar’dan mı,Avlağı Dağından mı, Tekke-Topuz Dağı’ndan mı? ? Hiç üşenmez, badem ağaçları, zerdaliler çiçek açtığında, yüklenir makinaları, gider, en güzel görünümleri elde ederdi. Güz renkleriyle sararmış, kızarmış ağaçları severdi.

İsmet Aksoy’un hiç boş zamanı yoktu. Diapozitif belgeliğini yüklenip taa İzmir’e, İstanbul’a, Adana’ya gidiyor ; oralarda Ürgüplüler Gecesi’nin konuğu olarak sunumlar yapıyordu. Hemşehrilerinin gönlü gururla doluyordu.
 
 
 
Birçok kez de fotoğraf sergileri açmıştı. 16-17-18 Ağustos günlerinde Hacıbektaşı Veli’yi Anma Törenleri’nde, Müze’de açtığı fotoğraf sergisi olağanüstü ilgi görmüştü.

Yılın 11 ayını geçirdiğimiz Diyarbakır’dan sonra Ürgüp, bizler için anayurt sıcaklığını bağışlayan topraktı. Fakat bu toprağı sevimli kılan ögelerin başında dostlar geliyordu. Mustafa Kaya gibi, İsmet Aksoy gibi…Özlemle gelip, o bir ay içinde en fazla bir arada olmanın, birlikte gezmenin, yarenliğin tadına varma yollarını aradığımız…

Her güzelliğin bir sonu varmış.

Bir yürek vurgunu sevgili dostumuz, ağabeyimiz İsmet Aksoy’u alıp götürdü.

16 Mayıs 2004. Planlar yapıyordum, yazın Ürgüp’e gittiğimiz zaman, nereleri gezebiliriz diye. O yılın dinlence günleri  pek tadsızdı.  İsmet Aksoy’suz bir Ürgüp bana pek anlamsız geldi. Ürgüp bir boyağını, bir sesini, bir güzelliğini yitirmişti. Çekiciliği zayıflamıştı sevgili kasabamızın. Yaşam yine sürüp gitse de. Cemal’in, Hüsnü’nün çalıştırdığı halı kilim mağazasına girmek içimden gelmiyordu. Nereye baksam onun Hitit filozofu ağırbaşlı hali, sesinin tınısı kulaklarıma geliyordu. Gözümün önünde canlanıyordu Sevgili Aksoy.

O bir ruhbilimciydi (psikolog) , çünkü insan sarrafıydı.

O bir toplumbilimciydi (sosyolog) ; çünkü her katmandan insanları tanıyor, sorunlarını biliyordu.

O  bir eğitimciydi (pedagog) . Frenklerin otodidakt dedikleri gibi, kendi kendini yetiştirmişti. Eğitimde görsel işitsel araç gereç kullanmanın önemini pek iyi anlamıştı.

O bir tutumbilimciydi ( ekonomist); dünya genelinden Kapadokya özeline iktisadın çarklarının nasıl döndüğünü taa köyünde, taa Almanya’da öğrenmişti.

O bir Anadolu sevdalısıydı; çünkü dünyada bu denli uygarlık kalıntılarıyla dopdolu başka bir ülke yoktu.

O bir Kapadokya aşığıydı; “Ömür biter Kapadokya bitmez” sözünü sık sık dillendirirdi.

Bu dünyadan bir İsmet Aksoy geçti…