NEVŞEHİR LİSESİ ANILARI…
1961-62 ders yılı…
Edebiyat öğretmeni Kemal Abbas Altunkaş bağırıyor Lise 1 öğrencilerine:
“ Tembel herifleeer! Nar Ortaokulu öğrencileri fellik fellik kitap arıyorlar, bulup okuyorlar. Ya siz ne yapıyorsunuz? Bıraktığım yerde otluyorsunuz.”
Verdiği ödevi yapmamışız demek ki. Tasavvuf şiiri. Zor bir konu. Nasıl çıkacaksın içinden.
Ya da baştan savma birkaç satır yazıp, doldurmuşuz kağıdı. Yardımcı ders kitabı piyasası canlı değil daha. Nihad Sami Banarlı’nın, bir hevesli çocuğu, genci dilden, yazından soğutacak o sevimsiz kitabı var elimizde. Başka kaynak yok. Dön dolaş aynı.
Kandıramamışız Altunkaş Öğretmeni.
……………
 
Resim öğretmeni Servet Göncü bar bar bağırıyor gözlerini belertip:
“ Rafael’i inceleyin dedim; yok. Mikelancelo’yu öğrenin dedim,yok. Rönuar’ı araştırın dedim, yok. Siz nasıl lise öğrencisisiniz be? Bu kafayla size üniversite kapıları kapalı. Haberiniz olsun !”
Ansiklopedilerde, kütüphanelerdeki kitaplarda öyle az bilgi var ki. Yetmiyor. Doyurucu değil. Verilen ödevi gerçek anlamda, severek, benimseyerek yapamıyoruz. Anlıyor öğretmen isteksizliğimizi. Bağırarak rahatlıyor o da; ne yapsın !
 
……………..
 
Fransızca öğretmenimiz Turgut Sutekin (Mösyö) titrek sesiyle azarlıyor bizi.
“ Aylardır hiçbir terakki göstermediniz. Bu kafayla lisanı ecnebiye öğrenilmez yavrularım. Dün öğrendiğinizi bugün unutuyorsunuz? Niçün? Tekrar yok da ondan. Ben Ortodoks rahiplerden ders gördüm. İmtihanlarda muvaffak olamayanları döverlerdi. Kafamıza sopa yiye yiye öğrendik Firenk lisanını. Hiçbir gayret göstermeden öğrenilmez bu ders yavrularım.”
 
……………..
 
Tarih öğretmeni Hüseyin Sağdıç, aynı zamanda müdür. Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemini ele alacağız. Fakat o, “Benim idari işlerim var, siz bu konuyu Emin Oktay’ın kitabından , şu şu sayfalar arasından okuyun,” diyerek derslikten çıkıyor. Daha odasına varmadan şamata, tantana başlıyor. Sıraların üzerine çıkanlar, türkü söyleyenler, bir gün önce Lale Sineması’nda seyrettiği filmdeki artistin pozunu takınan melankolikler, fıkra anlatanlar…Kitap da sevimli değil; çekiciliği yok. Osmanlı neden geri kalmış? Padişah, ordunun önüne düşse, zaferler kazanılsa o eski haşmetli devir sürecek miydi? Bir iki arkadaş tartışmak istiyor, susturuyorlar. Ciddiyetin sırası değil. Bıkıp usanmışız. Okumak isteyenler oluyor konuyu : “ Oğlum, bırak ineklemeyi,” diyerek önlüyorlar.
Kitaplar, atlaslar kapattırılıyor.
Sınıf baskısı…Arkadaş zorlaması…
………………..
 
Fizik öğretmeni Hasan Sarıkuzu’nun dersinde , en sıcak günlerde bile bir soğuk hava esiyor. İnsan bildiğini de unutuyor. Öylesine sert. Her an, bir davranışınızı eleştirebilir, herkesin içinde azarlayabilir sizi. Elindeki tebeşiri gösteriyor. Tahtaya daire çizecekmiş. Kimde ip var, acaba? Kimsede çıkmıyor. Kız öğrencilerde olabilir mi? Onlarda da yok.
Demek, hepiniz ipsizsiniz, öyle mi?”
Tüm lise boyunca Sarıkuzu öğretmenden duyduğumuz tek espri, tek gülümseten söz budur…
………………..
 
Okulun tek hademesi var.Hangi bir işe yetişsin. Kış yaklaşmış. Bir kamyon odun gelmiş.Sobalarda yanacak da öğrenci ısınacak. Daha kalorifer yok. Beden Eğitimi öğretmeni Nihat Bilgen dışarıda topluyor bizi. Hava soğuk. Nevşehir’in ünlü kışı. Yerimizde zıplıyoruz ısınmak için. Nihat Bey gülümsemesini önlemeğe çalışarak, ciddi ciddi soruyor: “Kim futbol oynamak istiyor?” 40 kişinin 35’i ayrılıyor. “Futbol oynamayanlar odun taşıyacak,” diyor. Sonra bizi dersliğe gönderiyor. Futbol oynamak isteyenlere odun taşıtıyor, ödül olarak.
 
………………………
 
Coğrafya öğretmeni Ahmet Akyürek (Avanoslu) arkadaşımız Burhan Yamangil’i  Melahat ile konuşurken görüyor geçenekte. Durup bir süre bakıyor. Onlar aldırmıyorlar. Öğretmen cebinden not defterini çıkarıyor. Soruyor: “Söyleyin bakayım numaralarınızı!”  Burhan ile Melahat şaşırıyorlar. Söylüyorlar adlarını. Ahmet Bey, adlarının yanına bir X işareti koyuyor al boyaklı kalemiyle. Salih Çavuşoğlu bakıp gülüyor olanlara : “Yandın oğlum Burhan, Marmara çırası gibi yandın. Takar sana bu hoca. Bari, yeğeni Erol’a söyle de, silsin o çarpı işaretini.”