OSMAN GÜRTEMEL’in

UYGULAMALI COĞRAFYA DERSİ

 

Nevşehir Muhtelif Gayeli Ortaokulu’nda

öğretmen sıkıntısı vardı ( 1958-59 ders yılı ).

İlkokullardan birçok öğretmen derslerimize girerdi.

Kim hangi alanda kendini geliştirmiş,

 gerçekten verdiği dersler öğrenciye yararlı mı,             

bunları düşünecek zaman değildi.

Dersler boş geçmesin , velilerin şikayetleri sona ersin de.

Ne olursa olsun, dersi kim yürütürse yürütsün.

Coğrafya dersimize Osman Gürtemel girmeğe başladı.

Afrika’nın kuzeyindeki Arap ülkelerini anlatıyor.

Rüzgarın çölde işleyişini, üzerine basa basa açıklıyor.

Gözlerini kısıp, öğrenci kalabalığına  göz gezdiriyor.

Beni görüyor.

Tamam, bu çirkin köylü çocuk uygun.

Sıra arkadaşım Salih Çavuşoğlu.

O değil de ben.

O Nevşehirli. Babası Hikmet Ağayı da tanıyor olmalı.

Derslikte 40 kadar varız.Irmak boyu köylerinden,

Niğde, Aksaray  yanlarından…

Göre-Nevşehir arasında git gel; yüzüm kavlamış.

Pul pul dökülüyor, yanaklarım,

burnumun üstü, çenem kavlak.

Sabahın ayazı, kamyonların,

traktörlerin püskürttüğü toz…

Mayıs’ta,Ekim’de yakıcı güneş altında

gidiş gelişi 2 saat kadar süren yürüyüş.

Yüzümün derisini etkiliyor.

Alnımda , çenemde deri dökülmeleri var.

 Bunlara köyde "terma" denirdi.

Ucuzun ucuzu ,küçük alüminyum kutu içinde

             Krem Pertev almışım;              

             sürüyorum sabah akşam, yararı yok.

Gürtemel, rüzgarın kayalara vurup

onları nasıl dağıttığını örneklerle gösteriyor.

Ders uygulamalı olursa iyi işlenmiş demektir.

Hoca, nerede yapıyor uygulamayı ?

 Çölde olacak değil ya.

Benim alnımda.

Ceketini kolunu geriye sıyırıyor, elini yumruk yapıyor.

Arkadaşlar gülüşüyor.( Ne kadar zalimdiler )

Ben de gülümsemeğe çalışıyorum.

Bir kez anlatırsa, öğrencinin aklında kalmaz; yineliyor.

Alnımda ikinci bir yumruk.

Kendini artist sanıyor herhalde.

Havalı havalı yürüyor. Kostak kostak…

           Yine geliyor, önümde dineliyor.

           Gözlerini kısıp, kararmış suratında bir sırıtış,

           ikinci kez alnıma vuruyor yumruğuyla.

Hazırlıklıyım.  Ama arkaya doğru itiyor bu darbe beni.

Nevşehirli  arkadaşlarım  gülüşüyor.

Onlar ne çok gülerlerse, Gürtemel öylesine hoşnut kalıyor.

Dersini daha bir iştahlı anlatmağa başlıyor.

Bitmedi.

Çöl…Gündüz 50 santigrat derece,

        gece nerdeyse sıfırın altına inen bir sıcaklık.

Bunu da uygulamalı olarak göstermesi gerekiyor.

Bu denli sıcaklık farkı varsa, kaya nasıl dayansın ?

Kavlıyor, dökülüyor koca kütleler.

Uygulamalı coğrafya, çölde yellerin etkisinin işlendiği

ders bir güzel sürüyor.

Bir kez dolanıyor dersliğin içinde koca öğretmen,

 Muallimlerin piri (!).

 Kostak kostak yürüyerek.

 Önümde dikiliyor.

Acep bu kez nereme vuracak.

Anlıyorum, çenemde bir kavlak yer var.  

Oraya vuracak.

Kendimi kasıyorum.

Beklediğim oluyor, sert bir yumruk çenemde.

Sıra arkadaşım Salih  gülmüyor.

Anlamış durumu. “Emrullah ! Canın yandı mı? “ diye soruyor.

Sevecen.

Yüzüme acıyarak bakıyor. Gözlerimi kaçırıyorum.

Fakat, arkadaşlar, özellikle Nevşehirliler gülüyor.

Onlar güldükçe , Gürtemel gerine gerine dolaşıyor.

Bencileyin köylerden gelenler suskun, üzünçlü…

O an, birden aklıma geliyor.

Babam – o yıl Göre İlkokulu’nda öğretmen-

 öğrense bu olanları,iyi biliyorum gelir,

bulur döğer

bu meslekdaşını.

Anacığım duysa, üzüntüsünden ağlar.

Ben seni muallimler

döğsünler diye mi yolluyom Nevşeer’e ? “ der.

On, onbeş dakika içinde alnıma, çeneme iki darbe yemişim.

      Canım yanıyor.

      Fakat, belli etmemeğe çalışıyorum.

Ders bitiyor.

Apal olmuş yüzüm.

Bahçedeki musluktan akan suyla ,

çarpa çarpa yıkıyorum yüzümü .

Ellerim titriyor.

İçimde tanımlanamaz bir burukluk…

Anlatması zor bir üzüntü…

…………………………

1972 – 73 ders yılında Nevşehir Merkez Ortaokulunda

Sosyal Bilgiler Öğretmeniyim.

Lise’de ve Öğretmen Okulu'nda da

Coğrafya derslerine giriyorum.

Görevini iyi yaptığına inanan öğretmenlere özgü

bir özgüven duygusu taşıyorum.

Çünkü, bir saatlik dersi hazırlamak için

üç saat zaman ayırıyorum.

Yerli yabancı kaynaklardan yararlanıyorum.

İngilizce dal öğretmenleri  bıkık, isteksiz iken,

ben sürekli geliştiriyorum özümü.

Abone olduğum Amerikan, Britanya

dergilerinden yararlanıyorum.

Çeviriler yapıp dergilere gönderiyorum.

             Yayımlananlar da oluyor.

Öğrenci ana babalarından övgüler alıyorum.

Bunlar beni mutlu kılıyor.

………………

Bir gün, hiç alışık olmadığım halde,

Nevşehir Öğretmenler Lokali’ne gittik.

Üç arkadaşla oturup çay içiyoruz.

Biraz sonra, yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle

Osman Gürtemel geldi.

Genç hocalaaar ! Nassınız bakalım ? “

Yürüyüşü yine kostak kostak.

Yarenlik ilerledikçe, günümüzdeki öğretmenlerle

1950’lerin öğretmenlerini karşılaştırmağa başladı.

Elbet, kendi dönemi üstündü.

Hiç görevden kaçmadan, yıllarca öğrencileri eğitmişti .

Nevşehir’de değil yalnızca,

tüm Türkiye’de bir numaralı öğretmendi.

 Çocuk psikolojisini de,

 gençlik psikolojisini de iyi biliyordu.

Ruhiyat mütehassısı…

Veliler pek memnundu kendisinden.

Anlattı, anlattı.

Bitirdi.

Çölde, yellerin kayalara etkisinin nasıl olduğunu sordum.

Birden , irkildi.

Ne ilgisi var ki? “ dedi.

Anlattım.

Alnımda, çenemde yumruklarının

bıraktığı sızıyı duyumsayarak.

Unutmuş.

‘’ Uyduruyorsun !Kaç sene geçmiş ?’’

 dedi esmer yüzü daha da kararmış.

‘’ Salih Çavuşoğlu da öğretmen.

Burada olsaydı da anlatsaydı,’’ dedim.

Tek bir söz edemedi, çökkün , yıkık durakaldı.

Psikolojiyi iyi bildiğiniz böylece ortaya çıkıyor,” dedim.

Kalktık.

O, orada oturuyordu.

……………………………………………………………………….

Şimdi, ne zaman çöllerle ilgili bir belgesel

izlesem bu anım canlanır.

Çöllerde yellerin etkisini  işlesem dersimde,

bu olayı anlatırım öğrencilerime.

Ve uygulamalı coğrafya dersinin

bir çocuğun ruhunda açtığı yarayı,

derslikteki tüm öğrencilerin,

arkadaşlarının önünde nasıl

 küçük düşürüldüğünü vurgularım.

Veeee,  Gürtemel Osman Bey’i  saygıyla anarım.

                            …………………..