Hiç aklımızda yoktu.

Kahvaltı yapıyorduk.

'' Bugün Kayseri'ye mi gitsek !'' dedi Hatice Hanim.

Bir an düşündüm. Refiye Abla öldükten sonra 3 yıldır Kayseri'ye pek gitmez olmuştuk. Yalnız Diyarbakır'a gidip gelirken içinden geçiyorduk, o kadar. Hanımın yeğeni Füsun orada. İstanbul'dan kızı Nimet gelmiş. Torunu Azra da var. Hem, oğlu Kerim askere gitti. Ziyaret etmek gerekiyor.

Peki, tamam, gidelim. Telefon ettik. 2 kişilik yer varmış. Saat 11'de hareket edeceğiz.

Hazırlığımızı yaptık. Yürüyerek otobüs terminaline ulaştık. 60 km kadar Kayseri. 50 dakika sürüyor. Ben hep otomobili kendim sürdüğüm için çevreme bakamam. Şimdi güzelce seyrediyorum. Erciyes Dağı, karlı doruğuyla karşımızda. Fakat başı dumanlı, bulut bulut. Net görmek zor. Bir dakika içinde kaç kez değişiyor...

Kayseri'deyiz artık. Minibüsten indik. Tramvaya bindik. Ben bir kentte raylı sistem varsa muhakkak kullanırım. Bu nedenle de Kayseri'yi severim.

İlkokulu bitirdiğim yıl 1958. Babam, benim Talas Amerikan Koleji'nde okumamı istemişti. 15 Haziran günü geldiğimiz otel:Zümrüt Palas...İlk kez elektrik düğmesini kullanıyorum otel odasında. İlk kez tren raylarını, lokomotifi, vagonlarını görüyorum. Uçaklar kocaman, pervaneli, üzerimizden uçuyorlar. Babam benim her şeyi denememi istiyor. Her öğün değişik lokantalarda yemek yiyoruz. İlk kez döner kebabı burada tadıyorum. Şeftali suyunu, tulumba tatlısını da. Sınavdan önce gelmişiz Kayseri'ye. Babam Şükrü Bey o tarihte 29 yıllık eğitimci. Sınav günü bir taksi tutuyoruz. Talas Amerikan Koleji uzakta. İlk kez taksiye biniyorum. Döne döne yokuş çıkıyor. Başım dönüyor. İlk kez test sınavına giriyorum. Köy İlkokulu'nda eğitim ilkel kalmış. Her gün 3 gazete, haftada 2 dergi okusam da, eksiklikleri radyo programlarıyla kapatmağa çalışsam da yeterli olmamış. Sınavda başarılı olmadığımı biliyorum. Yorgun, dönüp geliyoruz Nevşehir'e. Yollar o zaman toz toprak...Uzun sürüyor yolculuklar...Ve sonuç geliyor. 15 Temmuz 1958. Radyodan öğrendik. Ajans haberiyle. Irak'ta ihtilalin olduğu, Krallığın sona erip Abdülkerim Kasım adlı generalin diktatörlüğe ( güya Cumhuriyet ilan edildi ) başladığı gün öğreniyorum ki başarısız olmuşum. Sağlık olsun dedik, ama, elbet üzüldük, acındık...Ne var ki, o Kayseri günlerini hiç unutmadım. Göre'de bazı yüksek yerlerdeki bağlarımızdan, tarlalarımızdan Erciyes'in karlı buzlu doruğu görünürdü. Dalgın dalgın seyrederken o kıraç yazılarda, '' Şimdi o Dağ'ın dibinde olsaydım, soğuk bir şeftali suyu içseydim,'' derdim. Anacığım gülümseyerek bana bakar, özlemimi anlardı : '' Oğluuum, gönül Erciyes'ten kar umar,'' demişti bir kere.

Günümüzde Kayseri motorlu araç trafiğiyle cebelleşiyor. Raylı ulaşım düzenini geliştirmek gerekiyor. Yeni yeni alışveriş merkezleri açılmış. Ürgüp'ün tüm mağazalarının toplamından daha çok dükkan bu kat kat

merkezlerde toplanmış. Bedestenler, eski tip hanlar hala kullanılıyor.

Füsun bizi sevinçle karşılıyor. Saat 12.30 olmuş. Yemek hazır. Çorbası, köfteli patates kızartmalı, pirinç pilavlı, salatalı harika bir yemek. Annesi Refiye abla da yemek yapmada pek hünerliydi. Taa 1860'lardan kalma Çerkes-Kabartay yemek kültürü aile geleneği olarak getirilmiş günümüze.

Füsun, kızı Nimet, torunu güzeller güzeli Azra ( Bizim torun Demir'le yaşıt. Önce uzak durdu. Yabanıl.Sonra tepemize çıktı. Arkadaşı yokmuş burada. Kahkahalar atarak bizle oynamak istiyor, oyuncaklarını gösteriyor...) ...Yemeğin üstüne karpuz. Sonra kahve...Onlar evde özlemle kahve içedursun ben fotograf makinalarımı alıp çıktım. Gezmeğe başladım.

Mutlu, Mimar olunca Erciyes Üniversitesi'nde Master programına başvurmuştu. Kabul edilseydi belki 15 yıldır biz de Kayserili olmuş olacaktık. O zaman bekardı. Hazır, evimiz de vardı Füsungilin apartmanında (en üst katta küçük bir daire, şimdi kirada). Hazırlıksızdı Mutlu, Ürgüp'ten gelmiştik ve 4 yıl boyunca yaptığı maketler ,hazırladığı proje dosyaları yanında değildi, rakipleri mimarlar ise tam müsellah, donanımlıydı ( Hepsi de Erciyes Mimarlık çıkışlı) ...Olmadı, biz de Diyarbakır'da kaldık. Erciyes Eğitim Fakültesi'nde de görev yapabilirdim ben...

Bir sınav ailenin yaşam düzenini, planlarını nasıl değiştiriyor, değil mi ?

Ne zaman Kayseri'ye gelsem, bir alışkanlık, kahve satılan yeri arar, bulurum. Zaten koku rehber olur. Sıra vardı. Bayram öncesi. 3 torbacık halinde 200'er gram çekilmiş kahve aldım (30 TL etti üçü), çantama koydum. Ürgüp'te ikram ederiz ikisini...Çantam günlerce artık kahve kokar.

Gezdim dolaştım kenti. Parklarda oturdum, sıcaktı; limonlu soda içtim iki kez. İnsanlara baktım. Tutuculuğu daha da ilerlemiş. Kayseri Lisesi önünden geçerken 1921 yılını düşündüm. Daha 17, 18 yaşında çocukluktan gençliğe geçen son sınıf öğrencileri gönüllü yazılmışlar; Polatlı-Haymana arasında Sakarya Meydan Savaşı'nda Yunan Ordusu karşısında direnmişler. Kimse Kayseri'ye dönememiş; çünkü hepsi şehid olmuş. Lise'nin tarihinde mezun vermediği yıl olarak kayıtlara geçmiş 1921.Onlar şehid olarak Ankara'yı kurtardılar. Yenik Yunan Ordusu Savaş sonunda Sakarya Irmağı batısına çekildi. Gazi Atatürk, Kayseri'ye her gelişinde bu olayı anlatırken, ağlamamak için kendini zor tutarmış...

Eskinin hanları işlevini yitirmiş gibi. Sönükleşmişler. Hilton açılmış. Holyday Inn...Önemli bir kış sporları merkezi, Erciyes eteklerinde de teleferik, telesiyej, oteller var. Vakit olsaydı, Hisarcık otobüsüne binip yukarlara çıkmayı da isterdim, olmadı...

Saat 19'da yeniden minibüse binip döndük. Yolun yarısındayken güneş kıpkızıl battı Göreme yöresinden. Hava serinledi. Saat 20'de evimize ulaştık. Özlemişiz. En iyi otel 5 yıldızlı; en basit yuva 10 yıldızlı...

İşte böyle efendim...

Bir günlük seyahatin seyahatnamesi de bu kadar olur. Kusurumuz bağışlana !