Yavaşlat Hayatı !
      Hayatı çok hızlı yaşanıyor. O kadar hızlı  ki, önemli olan bir çok  husus  ihmal  ediliyor. İhmal  edilenleri  ise  zamanı durdurup yada geri sarıp yerine getirme  imkanı da olmuyor. Oysa ki önemli olan  , zamanı hızlı değil kaliteli ve içi dolu yaşamaktır. Çünkü  hayatı  sindirircesine yaşamak,  aceleciliğin ve doyumsuzluğun getirdiği sıkıntı halinden çok daha güzeldir.  Sözlerin efendisi  “teenni rahmandan , acele şeytandandır”  demiştir.   
   Hızlı ama hazsız yaşam, her ne kadar günümüz hız  insanın  tükeniş noktalarından biri olsa da , M.Ö. 2000’li  yıllarda yazılmış bir tapınak yazıtındaki ifadeler bu durumun geçmişte de var olduğunu gösteriyor. Yazıttaki ifadeler şöyle ; ’’Allahım beni yavaşlat ! Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir. Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele. Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver. Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği , belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka , götür. Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymamda yardımcı ol. Anlık tatilleri yaşayabilme sanatını öğret ; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı , güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı , güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı , balık avlayabilmeyi , hülyalara dalabilmeyi öğret. Her gün kaplumbağa ile tavşanın masalını  hatırlat. Hatırlat ki yarışı  her  zaman  hızlı koşanın bitirmediğini , yaşamda hızı artırmaktan çok  daha  önemli şeyler olduğunu bileyim. Heybetli meşe ağacının dallarından yukarı bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır...’’
   Yavaşlayamayanlar sürekli ‘’ bir yandan da ‘’ şeklinde yaşayanlardır.  Konfüçyüs ‘’Asla acele etme ve küçük kazançlar peşinde koşma. Acele edersen işini eksik yaparsın, küçük kazançların peşinde  koşarsan büyük kazançlar elde edemezsin ‘’ demiştir. Acele etmeyip yavaşlamaktan kasıt, pasifize olmak değildir. Yavaşlamaktan kasıt gayret etmek ama zorlamamak . Azmin gerekliliğine inanmak ama hırs yapmamak. Oysa ki baktığımızda hızlı ve sonu gelmeyecek hedeflere doğru çıldırmışçasına koşanlar, çevresindeki minik , çok tatlı ayrıntıları ve yaşanası bir çok güzelliği görmeden dört nala yaşıyor. Bu hızlı yaşam hayatı eksiltiyor. Güçlü olmak için daha hızlı yaşama isteği insanları  daha da  güçsüz kılıyor. Hızlı yemek nasıl sindirim sorunu meydana getiriyorsa  hızlı yaşamak ta yaşamsal hazsızlık sorunu meydana getiriyor. Hayat bu hızda giderken bir çok mutluluk durağını da  es geçilmiş oluyor.
    Afrika'da kayıp  bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberindeki eşya ve yükleri, hayvanların  ve  yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Kafile zor doğa koşullarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa günlerce devam etmiş. Fakat günlerden bir gün, yerlilerin bir kısmı birden durmuşlar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamışlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen batılı arkeologlar; bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak, yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemişler. Fakat yerliler büyük bir suskunluk içinde sadece bekliyorlarmış. Bu anlaşılmaz durumu ; yerlilerin dilinden anlayan rehber, onlarla konuştuktan sonra şu şekilde ifade etmiş: "Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kalıyor!’’
  Hayatın hızından uyuşanlar, hayattaki  hazların  kokusunu bile alamıyorsa  biran önce yavaşlatarak  yavaşlığın olgunlaştırıcı ve huzur verici sırrına ermelidir. Bu sırilk insanın  yaratılışı kırk gün sürmesi, anne karnındaki bir bebeğin doğum  süresinin dokuz ay olmasının ardındaki sırdır. Nizamülmülk te ‘’başarıya çok yaklaştığı halde ulaşamayan kişiler gördüm. Bunu sebebi o kişilerin aceleci davranmalarıydı.’’ diyerek bu sırra işaret etmiştir. Öyleyse bu sırra ermek için ocağa konulan hayat denilen yemeği yavaş yavaş kaynatmak gerekir. Bilinir ki, delice kaynayan yemeğin lezzeti olmaz !