MANKURTLAR  VE  NAYMAN ANA  

Avanos Kızılırmak Kültür ve Sanat Etkinlikleri çerçevesinde ilçemize gelen Mümtazer Türköne yeni yazdığı ve mürekkebi henüz kurumuş, hatta piyasaya dahi dağıtılmamış eseri Mankurtlar Küçük Türkiye Milliyetçiliği  kitabını bana armağan etti. Bir solukta okudum. İçindeki bir olay ise beni ziyadesiyle etkiledi. Sizlerle paylaşmak istedim. Olay Cengiz Aytmatov‘un 1980 yılında yazmış olduğu Gün Uzar Yüzyıl Olur(Gün Olur Asra Bedel) adlı romanından alınmış.  

Avarlar olarak bilinenjuan juan” da denen ve Kırgızistan Trükleri’nin baş düşmanı kabul edilen, acımasız bir topluluktur. Bu insanlar, çevrelerindeki büyük küçük topluluklara, fırsat buldukları zaman saldırırlar, onların yerleşim yerlerini yakıp yıkarlar, insanları öldürdükten sonra çevrede ne varsa yağmalarlar ve bazı kişileri de tutsak ederlermiş. Tutsak ettikleri kişileri kendi bölgelerine götürüp incelerler. Güçlü ve dayanıklı olanları, “[mankurtlaştırma]k” için ayırırlar. Geri kalan güçsüzleri ise başka yerlere satmaya çalışırlarmış. Satılanlar bir bakıma şanslı sayılırlarmış; çünkü onlar belki bir gün götürüldükleri yerlerden kaçıp yurtlarına dönebileceklerdir. Fakat geride kalanlar, mankurtlaştırılarak sonsuza dek köle olarak yaşayacaklardır. 

Mankurtlaştırılacak kişiler belirlendikten sonra bu kişinin önce diri diri kafa derisini yüzer, daha sonra da tek kıl kalmayacak biçimde bütün saçlarını yolarlarmış. Kişinin kafasını tamamen temizledikten sonra bir deve kesilir ve bu devenin boyun tarafından alınacak bir deriyi, sıcak sıcak genç tutsağın kafasına geçirirlermiş. Zaten kafa derisi yüzülürken kafakan içinde kalan tutsağın başına geçirilen deve derisi, kafatasını hemen tutarmış. Kafatası deve derisiyle tamamen kaplandıktan sonra, hem daha çabuk kurusun hem de tutsağın çığlıkları duyulmasın diye tutsak bir çöle götürülürmüş. Kafasını yere sürüp deriyi çıkartmaması için de, tutsağın boyun kısmına kütüğe benzer bir şey geçirir, ellerini ayaklarını bağlar ve onu yere eğilemeyecek biçimde bir ağaçla sabitlerlermiş. 

Normalde tutsağın yakınları onu kurtarmak için bazen yola koyulurmuş; fakat kaçırılan yakınının[mankurt]” olacağını/olduğunu duyunca artık onu aramazlarmış. Çünkü mankurtlaştırılan birinin artık anne babasına bile bir hayrının olmayacağını bilirlermiş.  

Fakat yine de tutsakların kaçırılma olasılığına karşı, onların yanına bir iki tane gözcü dikilirmiş. Neyse, tutsak günlerce kızgın güneşin altında beklediği için, deri kafasında kurumaya başlar, kurudukça büzülür, büzüldükçe de kafatasını aynen mengene ile sıkar gibi gerermiş. Bunun yanı sıra kökünden kazınan saçlar yeniden çıkmaya başlayınca, kafada kuruyan deriye çarpıp geri döner ve böylece kıllar üste doğru çıkamayınca alta doğru iner, beyne saplanmaya başlarmış. Hem kafatasının gerilmesi hem de kılların beyne batması tutsağa anlatılması çok güç bir acı yaşatırmış. Eğer tutsak çok güçlü ve dayanıklı değilse acıya dayanamayarak ölürmüş. Hatta mankurtlaştırılmak için çöle bırakılan beş tutsaktan en az biri ölmezse, bunları kaçıranlar kendilerini şanslı görüyorlarmış. 

Tutsak, eğer yaşamayı başarabilirse hem çektiği acılar hem de kılların beyne batması nedeniyle bilincini (hafızasını/şuurunu) kaybedermiş. Juan-juanlar onu çölden alıp getirir, boynundaki kalıbı çıkarır ve ona yemek verirlermiş. Annesini, babasını, boyunu, doğduğu yeri, adını… Unutan tutsak, artık kendisini karnını doyurmaya çalışan bir varlık olarak görmeye başlarmış. Tutsağın sahibi olarak gördüğü kişi, ona sıkça yemek verip onu kendine bağlarmış. Artık bir “[mankurt]” olan bu kişi, sahibinin sözünden çıkamayacak sadık bir “köpek ten veya emirleri eksiksiz yerine getirecek bir “robot tan farksızdır. Sahibi ne kadar zorlu, sıkıntı verici işler yapması için ona emir verse de, o onları yapmaktan çekinmezmiş.  

O dönemde mankurtlar, normal kölelerden daha değerliymiş. Bir mankurt, güçlü ve dayanıklı on tutsakla eş değermiş. Hatta bir olay sonucunda bir mankurt öldürülürse bunun için ödenecek bedel, hür bir kişinin ölümü için ödenecek bedelden üç kat fazla olurmuş. Çünkü “Sarı-Özek“in kavurucu çöllerindeki sıcaklara, o çölde deve gütmek için günlerce sıcağa ancak bir mankurt dayanabilirmiş. Açlıktan ölmemesi için yiyeceğini ve suyunu; donmaması için de üzerine yırtık pırtık birkaç parça giysi verince, başta kavurucu çöllerde deve gütmek olmak üzere, bütün işleri çekinmeden yaparlarmış. İşte bunun için o dönemde bu vahşice eziyetler, sıkça görülürmüş. 

NAYMAN ANA: Mankurtlaştırma ile ilgili Nayman Ana adında bir kadının çocuğunu mankurt olmaktan kurtarması için yaptığı mücadele de dikkat çekicidır. Bu efsaneye göre; Nayman Ananın oğlu Juan-Juan’lar tarafından kaçırılmıştır. Nayman Ana, yetişkin oğlunu mankurt olmaktan kurtarabilmek için -diğer birçok annenin aksine- çocuğunun peşine düşmüştür. Araya taraya oğlunu Juan-Juan’ların develerini gütmekle görevlendirdikleri bir yerde bulmuş ve gizlice oğlunun yanına kadar sokularak onun karşısına çıkmış. Fakat oğlunu bulduğunda, o çoktan “[mankurt]” olmuş. Annesi oğluna her ne kadar kendi adını, babasının adını falan söylemişse de, artık her şey için geçtir. Çünkü oğlu, artık eskiye dair her şeyi unutmuş bir mankurttur. Annesi bunu bildiği hâlde bıkmadan, usanmadan oğluna her fırsatta Senin atan (baban) Dönenbay‘dır. Sen Dönenbayın oğlusun.” demiş. 

Bir gün oğlunun efendisi sayılan Juan-Juanlar, bu durumdan kuşkulanmış ve köleye, karşısına çıkacak her kim olursa olsun, onu oklayıp öldürmesini emretmişler. Annesi yine oğlunun yanına gelip “Senin atan Dönenbay…” demek isteyince, köle hiç duraksamadan okunu çekip annesinin göğsüne saplamıştır.  

Söylentiye göre zavallı Nayman Ananın ruhu, bir kuş olup havalanmış ve oğlunun başının üstünde dönmeye başlamıştır. Havada dönerken bile oğluna “Senin atan Dönenbay, senin atan Dönenbay, senin atan…” diye seslenip durmuştur. Hatta bu olaydan ötürü, o kuşun adına [dönenbay] kuşu“ demişler. 

YORUM: Cengiz Aytmatov, romanında işlediği bu efsaneyle, Sovyetler döneminde komünist düşüncenin dogmalar hâlinde Türklerin beynine sokma çalışmalarını vurgulamak istemiştir. Gerçekten bugün de bolca örneğine rastladığımız “[mankurt]lar“, ulus bilincinden uzaklaştırılmış birer “köle” durumuna sokulmuş durumdadırlar. Bilmedikleri bir amaç uğrunda, sırf karınlarını doyurmak için mankurtlaştırılmış binlerce insan, tanımadıkları varlıkların “köleliğini” yapıyorlar. İşte mankurtluğun en acı tarafı da budur.  

Bilinçsiz insanlar ne durumda olduklarının bile farkında değiller. Bugün arap baharı” adı altında, Arap yarımadasında ne kadar insanın öldüğü belli değil. Yazılan senaryonun kurbanı bu insanlar kim için ve neden öldürüldüğünü dahi bilmiyorlar. Dünya silah satışının ¾ ünü Amerika’nın yaptığını düşünürsek bu işi daha iyi anlamış oluruz. Ülkelerini kendilerinin yönettiğini sanan zavallı liderler basit dünyevî menfaatler için mankurtlaşmamış diyebilirmiyiz?   

Kuşkusuz Aytmatov , romanında yer verdiği bu efsane ile sadece geçmiş dönemdeki olaylara değil; günümüzdeki olaylara da ışık tutmak istemiştir. Bugün Juan-Juanlar gibi başka toplumlardan iş görür insanları kaçırıp mankurtlaştıran insanlar, kurumlar, devletler yok mu? Körü körüne bağlılık insanları mankurtlaştırdığı gibi, aynı zamanda insanı taassup sahibi de yapar. Böylece gerçekleri göremez oluruz. Günümüzde dinî, siyasi ve sosyal hayatta yığınla insanın bu halde olduğunu söylemek mübalağa olmasa gerektir. 

Herkes Allah’ın verdiği aklı kendisi kullansın. Kendinizi mankutlaştırmayın. Hiç kimsenin Mankurtu da olmayın.