SANA NE YAPARDIM ?

“ İtalyan arabaları zayıf olur.”

“ Alman arabaları sağlamdır  da, parçası pahalıdır.”

“ Japon arabaları kendini ispatladı artık. Gözü kapalı alabilirsin.”

“ İsveç arabaları tank gibi sağlam olur.”

“ Amerikan arabaları hem pahalıdır, hem  çok yakıt tüketir.”

“ Malezya arabaları gösterişlidir, fakat zayıftır.”

“ İspanyol arabaları da bizdekiler gibi montaj sanayisi malıdır.”

“ İran’dan bile araba geliyor. Onlara güvenilir mi?”

“ Rus malı arabalara binmenle inmen bir olur.”

“ Çin malı arabaların uzağından geç.”

“ Yerli malı al. Bakımı, onarımı kolay. Parçası hemen bulunur.”

Herkes uzman…

Televizyon kanallarında otomobil tanıtım programları var.

İzleyen hemen etkileniyor.

Gazeteler sık sık otomobil tanıtım ekleri veriyorlar.

Yalnız motorlu araçları tanıtan haftalık, aylık dergiler var…

Bir yerde oto fuarı mı var, dakikalarca yayın yapıyor televizyon kanalları…

Özellikle, esnaf sık sık araba değiştirdiği için daha deneyimli oluyor.

Bakıyorsunuz, bir ailenin iki, hatta üç motorlu aracı var.

Bir çift kabin kamyonet, bir otomobil, bir jeep…

Ürgüp çevresinde çok sayıda şarap fabrikası  var.

Cemal Bey, bunlardan birinde müdür.

Uzun zamandır para biriktiriyor bir otomobil alabilmek için.

Hanımı, başının etini yiyor Cemal Bey’in.

Çünkü, bayanlar bir araya geldiklerinde, konu komşu,  

günlerde, herkes otomobiliyle öğünüyor.

Cemal Bey kararsız.

Kime sorsa, kafası daha da karışıyor.

Ne de olsa ilk otomobil…Almışken “ajanta” olsun,

pişman ettirmesin.

Gezip dolaşıyor.

Yerli, yabancı gezginlerin arabalarını izliyor, gözlüyor.

O yabancıların arabalarına nasıl imreniyor.

Belki 5 bin, 6 bin kilometre uzaktan gelmişler; pırıl pırıl.

Yerli arabalara bakıyor ; yepyeni, ama dökülüyorlar…

Bildiği ortaokul ingilizcesiyle, yabancılarla konuşmağa çalışıyor, anlaşamıyorlar.

Gezginler gülüşüyor, Cemal Bey bozuluyor.

“ Kabahat bende!” diyor kendi kendine. 

“Sizi adam sandıydım.”

Dalgınlaşıyor Müdür Bey.

Her akşam, hanımı soruyor.

“ Daha karar veremedin mi?, Tatil yaklaşıyor.

Memlekete kendi arabamızla gidelim gayri.

Bıktım otobüsle yolculuktan.İn,bin ! Bavullar…”

Aile Yozgatlı…Kırşehir’e, ya da

Ankara’ya gidip oradan geçmeleri gerekiyor.

Doğrudan otobüs seferi yok Yozgat’a, Ürgüp’ten.

Münire Hanım haklı…

Cemal Bey, Müdürlük görevini tamamladı mı,

saat 17’de, ikinci görevine başlıyor yine.

Otomobilleri tarama işi…Ciddi iş, laübalilik olmaz.

Dalıp gidiyor bir yeşil ördek başı gibi

par par parlayan otomobile.

Hayran kalıyor.

Birden, ne olduğunu anlayamadan,

yandan, geri geri gelen bir araba dokunuveriyor.

Bıçak sırtı…Dokunuş hafif ama, sendeletiyor ,

o anda,  boş bulunan Cemal Bey’i.

Düşüyor, elleriyle koruyor kendini de,

gövdesi dokunmuyor yere…

Avuçları sıyrılıp kanıyor…

Direksiyondaki genç adam, inip otomobilden,

yanına geliyor.

“ Çok özür dilerim, çok özür dilerim,” diyor telaş ,

üzüntü, korku içinde.

“ Bir yerinize bir şey olmadı, değil mi?...

İyi iyi, olmamış. Hadi geçmiş olsun !..”

Çevre dükkanlardan gelip, yardım ediyorlar,

 bir tanıdık  şişe suyuyla yüzünü ıslatıyor

”Korkmuşsun Müdürüm, betin benzin ağarmış.

Geçmiş olsun bununla hadi…”

Cemal Bey toparlanıyor…

Mendiliyle, avuç içinin kanını bastırırken,

 gözlerini belertip,  şaşkın,

üzgün  duran yerli gezgine bakıyor.

“ Bi ölseydim, “ diyor,” Ben sana gösterirdim !”

…………………..