Keban Baraj Gölü kıyısında bir göçer konar köyü.
Az nüfuslu.
Fakat çocuk sayısı bir okulu dolduracak çoklukta.
Burası  Şavak aşiretinin bir obası.
Yaz gelende Munzur yaylalarına çıkarlar davar sürüleriyle.
Arkadaşım Muhtar Kutlu'nun doktora tezi bu aşiret.
Rahmetli Sedat Veyis Örnek doktora tez yöneticisi idi, sonra Orhan Acıpayamlı oldu yürütücü.
Kışlak olarak aşiret Fırat kıyılarında, Keban Baraj Gölü kıyılarında dulda, ılık yerleri kullanıyor. Kar yağarken bile hayvanlar doğada otlayabiliyor, kapalı ahır hayvancılığı, yemi parayla satın almak bir yıkım, aşiretin gücünü aşan.
Aşiret yaylaya çıkmadan gidip bir görelim dedik; kışlakta yaşam düzenleri nasıldır ?
Fakir' in Murat 124 otomobiline doluştuk; ıngıl ıkış, yollar yokuş, köye vardık.
Hemen,  yanımıza öğretmen geldi. Bus bus bunalmış. Konuşacak, söyleşecek adam arıyor, belli. Ve çocuklar. Sürekli peşimizdeler.
Büyük yaygın çadırların altında sürü sürü koyunlar. Kuzular doğmağa başlamış. Baharın ucu görününce...Ak bulut kuzular. Herbirinin resmini çekmek istiyoruz.  Muhtar, Kumru Ana ile konuşuyor. Güllük gülistan değil aşiretin yaşamı. Binbir sorun var.
İl Eğitim Müdürlüğü'nün gönderdiği öğretmen sürekli şkayet ediyor.
'' İlgi yok, ilgi!''
'' Sayın öğretmenim, o ilgiyi sen yaratacaksın,'' diyor Muhtar.
Bungun, bunaltılı....'' Çok duyduk bu lafları'' dercesine elini sallıyor...
 Ders vermesi gerekiyor öğretmenin , fakat umurunda değil.  Çocuklar da özgür. Alan razı , veren razı. Peki, bu çocuklar eğitilmezlerse ne olacak ? Aşiretin çobanı olarak kalacaklar...Oysa, ışıldak gözleri ortaya koyuyor, zeki çocuklar. İyi eğitim verilse ortaokulu, liseyi, üniversiteyi okuyabilirler
Aşiret konuksever. Taa nereden , kentten konuklar gelmiş. Aç mı koyacaklar! Çay demlenmiş. Kalaylı bakır siniye gözlemeler dizilmiş, yağlı. Bal gömeç gömeç...Adı diller ezberi Şavak peyniri, kaymak, süt, sahanda tereyağlı yumurta. Güzel bir kahvaltı bizi bekliyor. Öğretmen de çağrılı elbette. Yarenlik ederek kahvaltının hakkını veriyoruz. Sonra demli keyif çayı içiyoruz. Aşiretin kızları hizmet ediyorlar. Güzel mi güzel, alyanak gelinlik kızlar...
Sonra bir delikanlı yanıma geliyor.
'' Müdürlük bu öğretmeni bize göndermiş amma, vazifesini iyi yapmıyor. Çocuklarımız birşey öğrenmiyor. Ne yapmalı, siz bizim adımıza bir dilekçe verseniz de Müdüre, bize iyi bir öğretmen gönderse.''
Zor durumda kalıyoruz. Elden ne gelir ? Köylüye acımakla kalıyoruz.
Vedalaşma zamanı. ''Yine buyurun,'' diyorlar. '' Yaylaya da çıkın gelin.''
Arabada yerini alıyor arkadaşlar. Öğretmen telaşlı. Bir de bakıyoruz o da binmiş . Sıkışık da olsak , itiraz edemiyoruz. Haftanın ortası. Öğretmen, kendi kafasından tatil yapacak.
Kente dönüyoruz. Merkezi bir yerde durduruyorm arabayı. İnmeğe niyeti yok öğretmenin. Bizi gülümsetiyor sözleri : '' Bana uzak kalır. Evim taa Harput yokuşunda.''
..............
Öğretmenim, atandığın yerde görevini iyi yapsan neler kazanırsın ? Peki, o ışık gözlü ,güneş yanığı ols da aydınlık yüzlü çocuklar ne olacak ? Geleceklerini nasıl belirleyecekler ?  Sorumluluklarımızı bilmezsek, işlevimizi yerine getirmezsek bu ülkenin eğitimi nasıl düze çıkacak ? Elbet kolay değil. Evlisin, çocukların var. Aşiret yaylaya çıkana değin dayanmalısın, eğiticilik özveri ister.
Yıl 1980 idi. 37 yıl geçmiş. O öğretmen o zaman 30'lu yaşlardaydı. Acaba hala yaşıyor mudur? Eğittiği (!) çocukardan yakındaki beldenin ortaokulunda, ilçenin lisesinde öğrenimini sürdüren olmuş mudur ?
Bu sorulara nasıl yanıt verilmeli ?
                           .................................................. 22 Ocak 2017. ....................