Haziranın ilk günleridir

Saat 9.00 sıraları

Arabam ile saptığım bir işyerinin otoparkında, iş yeri çalışanlarının gelmesini bekliyordum.

Hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkıverdi

İki kapısı olan konteynerin yanında sandalyede oturuyor, alakasız bir şekilde beni takip ediyordu.

Yanına vardım

Selam verdikten sonra, ‘maskeni takmayı unutmuş, burada rahat bir şekilde oturuyorsun’ dedim.

Güldü

‘Evet takmadım’ dedi

‘Siz burada mı çalışıyorsunuz?’

‘Evet burada bekçiyim’

Konuşurken aksanının farklı olduğunu, konuşmada zorlandığını gördüm, buna rağmen güzel ve akıcı bir Türkçesi vardı.

‘Siz Türk müsünüz?’ dedim

‘Hayır Suriyeliyim, Bayırbucak Türkmen’iyim’

Hep merak ettiğim, savaşkan bir Türk boyu olan bir Bayırbuçak Türkmeni ile ilk defa karşılaşıyordum. Yaşı elli beş, atmış arası gösteriyordu.

‘Yalnız mı yaşıyorsun, kimin kimsen yok mu?’

‘Hanımla ben burada, şu görmüş olduğun evde (tek katlı, iki kapılı konteyneri işaret ediyordu) kalıyorum, çocukların ikisi burada, biride Ankara’da’ dedi.

‘Suriye’den niçin geldiniz?’

‘Savaştan dolayı geldik, 7 sene önce…’

Hiç sıkılmıyor, sanki tanıdık biriyle konuşuyormuş gibi rahat davranıyor, bu arada etrafı kolaçan etmeyi unutmuyordu, anladım ki görevini hakkıyla yerine getiriyordu.

Artık ben sormuyordum

O devamlı anlatıyor, sanki uzun süredir konuşmaya hasret kalmış da tanıdık birine rastlamış birinin davranışlarını sergiliyordu. Burayı tesadüfen bulmuş, bunu güvenilir buldukları için işyerine bekçi olarak almışlardı.

1600 lira maaş aldığını, maaşı ile rahat geçindiğini, hiçbir sıkıntısı olmadığını söyledi.

‘Vatandaşlık için başvuru yaptın mı?’ dedim

‘Evet’ diyerek başını salladı, ‘daha Ankara’dan gelmedi’ dedi, anladım ki, evrakları henüz Ankara’daydı ve vatandaşlık hakkı da verilmemişti.

Bu arada işyeri çalışanları da gelmiş, işlerine başlamışlardı, ‘haydi Allah’a ısmarladık’ dedim, sakin bir biçimde, tebessüm ederek ‘güle güle’ diyebildi.

İşyeri ofisine vardım, işimi yaptırdım, bir 20 dakika daha orada kaldıktan sonra arabama bindim…

O halâ konteynerin yanında oturuyor, çevreyi kolaçan ediyor, yabancı bir ülkede yaşamanın huzursuzluğunu duymuyormuş gibi gülümseyerek etrafına bakınıyordu.

Köyünden, kasabasından, eş, dost ve akrabalarından ayrılmış bu insanlar, hayatın acımasızlığı karşısında belki de hayal bile kurmuyorlardı.