HABEŞİ
'' Ulan sen ne şerefsiz, adi, namussuz adammışsın. Ulan ben sana itimad ettim, şahid bile istemedim. Bir yıldır seni arıyorum. Sahtekar herif. Herşeyin yalanmış meğer.''
Adam titriyor, öylesine sinirli.
Herkes toplanmış seyrediyor. Ağır sözler duyan kişi ortalıktan yitip gidiyor, kaçıyor.
Nedir olay ?
Habeşi , evinin eşyalarını değiştirmek istiyor. Parası yok. Netmeli, neylemeli? Büyük bir mobilya fabrikasının satış temsilciliğini buluyor. Tatlı diliyle, güler yüzüyle güven veriyor.11 bin liralık eşya alıyor. Bir kamyona koyup ilçeye getiriyor.
Fakat, adı Habeşi olduğu halde Ebubekir diyor.
Yaşadığı ilçeyi de merkeze uzak bir ilçe olarak gösteriyor.
Ya adres : Camiikebir Cadesi, Asmalı Mescid Sokak, no : 50.
Her beldede bir cami, mescit adı taşıyan cadde, sokak vardır.
Gerçekte adı da öyle değil, adresi de.
Eşyaları alalı bir yıl olduğu halde hiçbir taksit ödememiş.
'' Ulan bunlar gökten inmedi ki, benim de borcum var. Ödemem iktiza eden yerler var. Esnaflıkta itimad bitti mi, yaşayamazsın. Borcunu ay ay ödeyecektin. Neden tek kuruş yok ortada? ''
Boşa konuşuyor.
Muhatap olan kişi yitip gitmiş.
...............................................
Eğitimci Hamdullah Çetin konuşuyor.
'' Ben bu kasabalı değilim. Nişanlandığım zaman bu adam, tam 54 yıl önce 9 yaşında çocuktu. Sevimli, büyümüş de küçülmüş gibi. Ne bilelim, büyüdükçe karşımıza bir sahtekar olarak çıkacağını. Bilemedik. Babası ile iyi dostluğumuz vardı. Belçika'da işçi. Yılda 5 hafta sılada. Sabahları bana seslenirdi. Nasıl özlemiş memleketini. Fırına giderdik, pide alırdı sıcak sıcak. Sonra bakkaldan çömlek peyniri. Bir kahvehanenin çardağı altına oturur, çayımız içerek kahvaltı yapardık, sohbet ederdik. Sıla hasretinin ne olduğunu ben ondan öğrendim. Avrupa'ya dönüş günü yaklaştıkça huysuzluğu artar, sinirli bir insan olurdu. Zaman zaman '' Aaaah ah ! Keşke bu Belçika işi hiç olmasaydı. Burda marangozluk yaparak yaşayıp gidiyordum. Çoluk çocuğumun başında dursam olmaz mıydı ?'' diyordu. Benim tıp adamlarıyla aram iyi idi. Rica ederdi. Ben gider söylerdim Dr Osman Lütfi Sekizoğlu'na. 21 günlük işgöremezlik raporu verirdi ona. Nasıl sevinirdi, nasıl. Hemen bildirirdi Belçika'daki işyerine. O günler de biter ve sonra acı çekerek, üzüntüyle dönmek zorunda kalırdı. ''
Durdu bir süre , çayını karıştırdı Öğretmen Hamdullah Çetin.
'' Bir tatili sırasında, yakın köylerden birinde bir kız bulundu. Onun da babası Fransa'da imiş. Kısa zamanda nişan, nikah, düğün. İvedi yapıldı. Biz o sırada Afyon'da idik. Tatile gelmiştik. Otomobilimiz vardı, pek güzel, herkesin imrendiği. Düğün konvoyuna biz de katıldık. Otonun flaşörlerini yakarak, korna çalarak ( oysa hiç sevmezdim böyle gösterileri, pek arabesk bulurdum ) gelini getirdik. Tamam. Görevimizi tamamladık. Akraba olarak, komşu olarak...''
Çayından bir yudum aldı.
'' Ne bilelim bu oğlanın nasıl bir ahlaksız olduğunu. Bir dükkan açmıştı bu. Babasından gelen dövizle yaşayıp giderdi ama, çalışmak istiyordu demek ki. Genç kızların yeğlediği bir dükkan oldu orası. Neyse yine bir yaz dinlencesinde kasabaya geldiğimizde dedi ki,
'' Hamdullah abi, zor durumdayım. Babamla aram açık. Bana yardım edeceğini biliyorum.''
Sordum : '' Ne kadar paraya ihtiyaç duyuyorsun.''
Daha euro yok. Tutumlu, mütevazı bir aileyiz biz. 1500 Alman markı biriktirmiştim. Söyledim. Yetmezmiş. Ne kadar safmışız. Bir cumhuriyet, iki yarım, dört çeyrek altını vardı hanımın, onları da verdik. Senet şu bu yok. Akrabalıkta ayıp ya. Aradan aylar geçti. Evimiz kooperatif evi, onarıma gerek var. Mektup yazdım Afyon'dan. Dedim, borcuna mahsuben, evimizin çatısı için para gerekiyor. Falan komşuya ver. Yok. Hiç bir iş yapmamış. Evimiz onarılmadığı için tüm yağmur suları, eriyen kar suları damdan içeri akmış, tavanı olduğu gibi aşağı indirmiş. Tüm eşyalarımız nemli, küflenmiş. Çok sinirlendik. Gidip dükkanında sert sözler söyledim. Utanma da yok. Yüzüme bağırdı saygısızca.
'' Gazanamıyom yav, iflastayım, annamıyo musun. Yoh, gapatacaam bu dükkanı.''
Oğlumuza Ankara'dan bir ev alalım dedik. Paramız eksik. Hanım gitmiş, istemiş. Üzerine yürümüş. Gözlerini belerte belerte bağırmış.
'' Canımı mı alacaan yav ! Yoh işde, yoh. Beş para viremem. ''
Ondan sonra bize küstü bu görgüsüz herif.
Küsünce borcunu istemeyeceğimizi düşünüyor olmalı.
Bir iki akraba biliyor durumu, gidip bizim adımıza istemişler.
Ömrümde duyduğum en iğrenç, en tiksindirici sözü söylemiş sırıtarak .
'' Babalarının içdiği gayfelere saysınlar ! ''
Hanımın babası haftada belki bir kez sabahları dükkanının önüne oturur, onun ısmarladığı sade kahvesini içermiş. Nasıl da pahalıymış meğer o bir fincan kahve.
Şu sinsiliğe, şu dolandırıcılığa bakın. Akrep yapmazmış akrabanın akrabaya ettiğini.
Bu sözü duyduğumuz an, yazın en sıcak günlerinden biri yaşanıyordu.
Donup kaldık, üşümeden de öte.
35 yıl oldu, bu muhterem iş adamı, böyük esnaf hala borcunu ödemedi, ödemiyor.
Haber iletiyorum, aldırmıyor, duymamazlıktan geliyor.Pişkiiiin !
Eski harap üzüm bağları imar planı içine alınmış . Haber alıyoruz. Müteahhit yaptığı apartmandan iki daire vermiş. Eski sıkıntısı da yok.
Ödemiyor borcunu. Buldu bizim gibi saf insanları.
Habeşilere dikkat ! Her yerde çıkar karşınıza böyle insan taslakları...
------------------
1 Eylük 2025