Fakülte' Ye Nasıl El Koydum !
 
Paris'te öğrenci olayları başladı. Baharı 1968'in.
Biz de Ankara'da günü gününe izliyoruz.
Gençlik heyecanlı. Biriken enerjisini boşaltması gerekiyor. Ya değilse,  patlayacak.
Fakülte son sınıftayız. Haziran ayı içinde sınavlarımız var. Eğer hepsinde başarılı olursak mezun olacağız. Adımız '' fakülte bitirmiş'' e çıkacak. Artık Türkiye'de istediğin işi beğen, gir , çalış (!).
Haziran'ın ilk günleri İstanbul'da, Ankara'da fakülte işgalleri başladı. Dersler boykot ediliyordu. Elbette sınavlar yapılamayacaktı. Her yerde ''Eğitim reformu'', ''Gençlik kendi geleceğine sahip çıkacak'' afişleri...'' İsteklerimiz yerine getirilinceye kadar boykota devam'' yazıları...Okul duvarları, otobüs durakları, apartmanların  bahçe duvarları...Her yer duvar yazarları için , yazı kağıdı  kadar uygun boşluklardı.
Sınavlar yapılamıyordu. Boşlukta kalmıştık. Kendimizi o denli de hazırlamıştık. Ne olacaktı şimdi ?
Gizli gizli toplantılar yapılıyordu. Bir haber geliyordu: Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri dekanlığı işgal etmişler. Bir haber geliyordu, bir fakültenin dekanlığına öğrenciler kendi aralarından bir öğrenciyi seçmişler ; törenle , alkışlarla makamına oturtmuşlar. Yeni dekanın (!) ilk işi kapıya bir yazı asmak olmuş : Vurmadan girin. İmza : Devrim Konseyi Başkanlığı.
Tevatürler...Şehir efsaneleri...Gazeteler destan gibi yazıyordu. Daha televizyon yayınları tam yerine oturmamıştı.  Fısıltı gazetesinin sürümü (tiraj) yüksekti; yüzbinlerce...
Bir haber geliyordu. Ve biz coşkuya kapılıyorduk. Bir yüksek okulun müdürü, öğrencilerle birlik olup Milli Eğitim Bakanlığı'na yürümüş. Orada konuşma yapmış. Demiş ki : '' Benim çocuklarım okulu bitirir bitirmez atanacak. Tamam mı? Söz almadan boykotu bitirmeyeceğiz.'' Alkış alkış...
Bir haber geliyordu. Rektör odasına giren gençleri, koruma görevlilerine kovdurtmuş. O rektör hemen ''istenmeyen kişi'' ilan ediliyordu.
Protestoların ardı arkası kesilmiyordu. Bu arada öğün möğün kalmamıştı. Günlük yaşam düzeni altüst olmuş, derse merse bakmaz olmuştuk. Bu gidişle bildiklerimizi de unutacaktık.
Gerginlik sürüyordu. İlk çatışmalar da gençler arasında başlamıştı. İçişleri Bakanı Dr Faruk Sükan gazetecilere demeç veriyordu : '' İti ite kırdıracağım.'' Kimdi it? Bakana göre :gençler...Her yerde bir kuşku başladı. Gülümseyerek aramıza giren, ateşli söylevler çeken şu adam bir ajan mıydı ? Gençlerin daha atak olmasını isteyen genç  aramıza sokulmuş, bizi birbirimize düşürmekle görevli bir casus muydu?
Köylü çekingenliği...Ben uzak durmağa çalışıyordum gelişmelerden. Cebeci'deki Mediko Sosyal Merkezi'ne gidip gazeteleri, dergileri okuyor; müzik odasında Beethoven plakları dinliyordum. Fakat bir tehlike belirmişti: Dışlanmak...İlgisiz kalınca kuşkular artıyordu.
Bir gün Eyüp bana haber verdi : ''Fakülte'yi işgal sana düştü,'' dedi.'' Devrim Komuta Konseyi'nin kararı.''
Bir bina nasıl işgal edilir? Taktik ve strateji? Gazetelerde, dergilerde okuduklarım dışında hiçbir bilgim yok. Emir demiri keser. Çaresiz üstlendik. Göster kendini Göreli! Kolayca girdim arka kapıdan Fakülte'ye. Acaba bu bir tuzak mı? Mermer merdivenlerden üst kata çıktım. Yankı yapıyor kunduralarımın sesi. Ürkütücü bir sessizlik,  gizemli bir alacakaranlık. Ya karşıt düşüncedeki bir ya da iki,üç öbek benden önce el koymuşlarsa Fakülte'ye! Silahım var mı? Hayır. Ne ateşli silah ne bir başka şey. Çakı bile taşımıyorum ( Kurşun kalemimi sivriltmek için bir kalemtraş vardı cebimin derinliğinde ). Daha birkaç saat önce odalarında olan hocalarımın adlarına bakıyorum. Reşat İzbırak, Cevat Rüştü Gürsoy, Oğuz Erol, Cemal Arif Alagöz, Mecdi Emiroğlu, Talip Yücel, Erdoğan Akkan, Ayhan Onur, Özdoğan Sür, Ejder Kalelioğlu...Acaba geçeneğin karşısından birisi çıksa da ateş etse, bu odalardan birine sığınabilir miyim ? Odaların kapısı camlı. Kolayca kırılır. Yürüdüm, yürüdüm. Tüm katları gezdim. Coğrafya, Hungaroloji (Şerif Baştav) Felsefe (Nusret Hızır) ,Türk Dili ve Edebiyatı (Hasan Eren) bölümleri yanyana. Hamid Dersanesi, Gökalp Dersanesi karanlık, sessiz…Asayiş berkemal. Demek ki, Fakülte'nin işgalini tamamlamışım. Hem de silah taşımadan, tek bir kurşun atmağa gerek görmeden. Bu, gençliğin utkusu, büyük bir zafer(!).
Geceyarısı, tren yolunu izleyerek Site Öğrenci Yurdu'na ulaştım. Ankara ılık bir geceyi yaşıyordu. Gençliğin eylemleri, boykotlar kimsenin umurunda değildi. Maltepe , Tandoğan yöresinden şarkılar yükseliyordu lacivert gökyüzüne.
Eyüp Konsey'in toplantısındaydı. Camlı kapıdan yaklaştığımı görünce, dışarı çıktı.
'' Ne yaptın ? Fakülte'nin işgalini tamamladın mı? '' dedi.
Yorgundum. Konuşmak için bile gücüm yoktu. Gözkapaklarım düşüyordu. ''Evet'' anlamında göz kırptım. İçeri girdi;  müjdeyi (!) verdi ki bir alkış koptu. Ben, çoktan uzaklaşmış, odama ulaşmıştım. Çoşku, korku, kaygı...Hemen yatıp uyudum. Sızıp kalmışım. Karmakarışık, bölük pörçük bir  uyku...Kabuslar...
Bana bir daha görev vermedi Konsey...Demek, bir Fakülte'nin işgalini (!)  başarıyla gerçekleştiren (!) bir militan (!) için yeterli idi bu.
Canıma minnet...Sınavlar başlayıncaya değin kalmak üzere, otobüse binip  Göre'ye gittim. Harçlığım da tükenmişti zaten.
Köyde radyodan işittim. Daha o gün fakülte işgallerinde karşıt görüşlü gençlik öbekleri çatışmaya girmişler, ölenler, yaralananlar olmuş...
İçiçleri Bakanı'nın dediği gerçekleşiyordu.
Silah tüccarları için  sonsuz, büyük kazanç getiren bir pazar böylece kurulmuş oluyordu.
...........................................                                                                                                         1968 Ekim. Göre