Garip Bir Olay

ŞEHİR HALKINI DİZE GETİRMEK
Son günlerde yakın tarihle iştigal ediyorum. Birbirinden ilginç olay ve kişileri tanıdım/tanıyorum. Hep söylerim; yaşadıklarımızı anlamak için geçmişte olanları bilmemiz şart. İnsan maziyi kavrarsa halini iyi değerlendirir, atiyi daha iyi kurgular.
İnsan bilerek veya bilmeyerek tarihte yapılanları bir yerde tekrar ediyor.
Nevşehirli olmam münasebetiyle de hemşerimiz Damat İbrahim Paşa’yı etraflıca tanımak istedim. Epeyce bilgi sahibi oldum. Bu konuyla alakalı muhtelif kitaplar okudum. Bunlardan biri de Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun “Esircibaşı” romanı.
Bu kitabın 94,95.sayfasında “damat” adıyla bilinen Nevşehirli İbrahim Paşa zamanında yaşayan ve Patrona Halil’in adamlarından, Civelek Mustafa isimli kişisinin şehir halkını nasıl ve hangi yöntemle hizaya getirdiği anlatılıyor. Yaşananlardan hareketle, ibret olur düşüncesiyle aynen aktarıyorum:
1-Bir bayram yeniçeri kullarının sopalarını tartarak para toplayan Civelek Mustafa,
2-bir başka bayram da, İstanbul’a define aramaya çıkarak, belki bir han, hamam alacak para toplamış, fakat han ve hamam alacak yerde, bu parayı, baldırı çıplak ayaktaşlarıyla bir ay içinde yemiş, savurmuştu. (Biz Villa veya dublex daire alırız)
(Öyle ki, istediğini istediğinden alamayan Civelek Mustafa şöyle bir yöntem uygulamış!) ‘Başına, üzüm küfesinden yapılmış acayip bir külah geçirip, sırtına da işlemeli bir hırka giymiş, beline, hurda halinde bir divit sokmuş. Koynuna da birkaç parça kâğıt tıkmış. Altına gene püsküller ve çıngıraklarla süslenmiş bir merkep almış, etrafına da kazmalı kürekli ırgat makulesinden baldırı çıplaklar toplanmış. Sonra çarşı ve pazarları dolaşmaya başlamış. Hangi dükkânın önünde çiçekli ve temiz bir avlu görse orada duruyor, etrafına üşüşüp birikenlere kendisini şöyle takdim ediyor:
-         Ey Yâranı Safâ! Ben yeraltından mal çıkaran bir remilciyim. Martavaldan başka bir şey olmayan remil ve nücüm ilimleriyle nerede bir define, hazine gömülüyse çıkarmak için kazmama sarılıp bir anda şu mamur ve çiçekli yerleri berbat edip gömülü mal çıkarmaya memur ve mecburum! Anam babam, bütün ecdadım bana “altına yapışsan toprak olursun!” diye beddua etmişlerdir. Bundan ötürü Karun’un definesine de rast gelsem derhal toprak olacağını biliyorum, biliyorum amma, hele şuraya bir bakalım. Eh… Kim bilir… Belki bu seferki toprak olmaz!..
Bu sözlerden sonra derhal koynundan bir kâğıt çıkarıyor, divitini açıp kalemi ile bir iki nokta atıp rakam yazdıktan sonra “Ya şuradadır!.. Ya burada!..” diye dükkânın önünden en güzel yeri gösteriyor, ırgatlarına: “Bre ırgatlar… Tiz kazmaları indirin şuraya!” diye emir veriyor.
Külhanînin maksadını sezen çarşılı, latifeyi bozmayarak:
-         Bre dur Remilci Çelebi ne yapıyorsun! Hanümanımızı ve kaldırımlarımızı harap edeceksin! Diye yalvarmaya başlıyorlardı. Civelek’in de cevabı hazırdı:
-         Be hey canım ne durayım. Bu hususta hiç sabır ve karar olunur mu? Züğürtlük canıma kâr etti. Gerçi sizin haneniz yıkılıyor, amma bizimki yapılıyor. Ziyanı yok, siz biraz durun, şu malı çıkaralım, yer altında kalmasın, biz pek derin kazmayız, hem şuralarını altüst edecek kadar kazarız… İster çıksın,  ister çıkmasın, sonra bırakıp gideriz…
Bu komedi uzun sürmüyordu. Etraftan yalvaranlar çoğalıyordu: lütfeyle… Ortalığın güzelliğini bozma.
-         Hoş. Ne yapalım… Siz de define çıkarıp adam olmayı istiyorsunuz. Günahı boynunuza, fakat bari bize bir miktar “sükût hakkı” ve “bayram harçlığı” verin de, sonra siz bir boş vakitte bu defineyi çıkarın! Sefasını sürün!
Civelek Mustafa etraftan yükselen kahkahalar arasında bayram harçlığını topladıktan sonra:
-         Kazmamıza hak bereket! Diye bağırarak, eşeğini, birkaç sokak ileride başka bir dükkânın önüne sürüyordu…
-         NİTEKİM
-         (İstediğini vermeyenlere;
-         Adamın kendi mülkünü şantaj yoluyla nasıl tahrip edeceğini,
-         Sabahın köründe dükkânına adamlarını yığıp, iş yerinin usule uygun olmadığını iddia ederek istemediği yeri, istemediği paraya nasıl sattığını,
-         Yıllarca kullanılan dükkânların imara aykırılık uydurmasıyla zorbaca örülmek istendiğini,
-         Gene yıllarca çalışmakta olan dükkânlara işletme ruhsatlarının verilmediğini,
-         Ucuzca istimlâk yapılan yerin fahiş fiyatla nasıl istimlâk dışı satıldığını, (hatta sahte imzalarla)  
-         Veya nasıl iş yerlerine “18” uygulamasıyla nasıl ortak olup kendi mülkünü kendine satmak istediğini görüp duymuşuzdur…)
 
O günlük işi bittikten sonra bu İstanbul külhanisi, manav Muslu Beşe ve diğerleriyle beraber Saraç Ali Bey’in kahvehanesine uğrayarak yaptıklarını övüne övüne anlatırmış. Ardından da, “madem kazanıyorlar verecekler elbette! Biz onlara hizmet ediyoruz!” diyerek olanlara kılıf aramaya çalışırmış…
Mini yorumla verdiğim hikâye böyle.