Karasu ,  doğudan gelen Murat ile birleşmeden önce,daha Keban Baraj Gölü yokken,
               kocaman bir koyaktan akardı..
Dar yerde gökçe gövertili Eğin (Kemaliye ), dağların yassıldığı yerde akca toprak Ağın..
Yurt coğrafyasının sonsuzluğunda iki küçük nokta..
Adları gurbetle eşdeğer , hep göç vermiş, hep göç veren iki güzel belde..Cennetten iki köşe..
 
Eğinli, Ağınlı karı koca..
Cüneyt bey, Pakize hanım..
                    Adnan  Tevfik bu aileden  .. Doğum yılı 1934..
Baba dava vekili..
Gün kazanıp gün yiyor..
                     Alemi,sefahatı seviyor..
Anne..Sevgisini,duygusunu kendine özgü yöntemlerle gösteren bir bilge kadın..
30’lu yılların sonunda Diyarbekir..
                    Perperişan..Sıcaaaak..Trahom kol geziyor..
                    Ve Halep çıbanı..Yaygın..
Kör olma tehdidi altında herkes..
       Alaylı bir göz cerrahı Şükrü, her gün kazıyor gözlerini Adnan’ın..
Babayı bir gün tren istasyonundan uğurluyorlar..
Gidiş o gidiş..
Bir daha taa 1950’lere dek Diyarbekir’e dönmeyecektir..
Eve barka yararı olmasa da, baba babadır..
       Ağlar Adnan arkasından..
                 Özlemle beklemek düşer artık ona..
Kalırlar Diyarbekir’de  ana,iki kardaş..Yapayalnız..Komşuların desteğiyle..
             Komşudan gelen öğün olmaz;o da vaktinde gelmez..
Dayı Ağın’dadır..Çağırır..Anne gider..Çocuklarını da alarak..
İlk abece ile orada tanışır Adnan çocuk..
O sırada  baba Cüneyt bey, haber gönderir İstanbul’dan..
Durumum düzeldi..İki oğlumu yanıma aldıracağım..
Adnan..Kardeşi Cengiz.. Düşerler yola..
            Fakat, İstanbul cennet olmaz onlara.. 
            Baba, bir Rumeli göçmeni kadınla evlenmiştir..
            Kadının eski kocasından çocukları vardır..Bir kalbur dolusu..
İkinci Dünya Savaşı başlamıştır..Karartmalar..Ekmek karneyle..
Açtır herkes..Katıksız ekmek büyük nimet.. O da yok..
         İnsanlar tahtaları kemirir..Çöplüklerden yiyecek arar..
         Perişanlık dizboyu.. Diyarbekir’deki İstanbul düşleri tuzla buz..
                          Cehennemi yaşarlar..Üst yok , baş yok..
                           Lodos üşütür; poyraz dondurur..
                           Yakıt yok..Soba yanmaz; tencere kaynamaz..
Baba ortalardan yiter gider..
Nerelerdedir? Bilen çıkmaz..
Gelse de bir yararı yok..
Anne,çocuklarını alır Kartal,Pendik taraflarına gider..
         Adnan’ı,Cengiz’i de yanına alır..
Kadının annesi hoşnut kalmaz..Sokurdanır..
             Üst baş dökülüyor..Kokuyorlar..Açlık orada da sürüyor..
Sonra baba araya sora buluyor çocuklarını..          
            Bir cam fabrikasında muhasebe işi yapar..Güya düzelmiştir hali vakti..
            Yine tam bir rahatlık doğmaz..
           Amma velakin, cam üretilen yer sıcak..Orada yatıp kalkarlar..
Baba yine kazandığını içkiye verir.. Çocuklar aç sefil,perişaaan..
Zilzurna sarhoş baba, bir gece iki küfeyle gelir..
Çalışmayana para yok bu İstabul’da..
                     Yarın başlıyorsunuz hamallığa pazar yerlerinde..
Ayaz mı ayaz..Altı gitmiş salt üstü kalmış pabuçlar ayaklarında ve küfeler sırtlarında..
Çıkar iki kardeş pazarda sebze meyve taşımak için..
                     Bekleyecekler ki bir müşteri gelsin..
Ayrılırlar.. Adnan uzaklaşır biraz.. Kardeşini izler uzaktan..
Titremektedir Cengiz..Takır takır öksürür..Sabah aç çıkmışlar evden..
Sırtındaki küfe yere değmektedir..
                    Cılız gövdesi belki bir iki kilo sebzeyi bile taşıyamayacak..
Gözyaşlarını tutamaz Adnan..
Amma belli etmemesi gerek..
           Ya değilse çalışamaz..
                             Para kazanamaz.
 
Bir kadın Adnan’ı çağırır.. Sevinçle , düşer arkasına..
Ağır bir yük..Giderler giderler..Apartmanın son katı..
Zorlanır, dengesini yitirir merdivenleri çıkarken.
                Yine de varırlar eve..İyi ısıtılmış bir ev..Soba..
Minderde kedi..Uyukluyor.İmrenir kediye.
Şu dünyada adam olmaktansa böyle bir kedi olmak..
Küfeyi boşaltırken, kadın gülümser..Gir içeri, çıkar pabuçlarını..Bir tas çorba iç..
Çorba mı? Aman.. Bu bir şölen..Yavaş yavaş,ekmeğini katık ederek çorbasını içer..
Aklı kardeşinde..Acaba iş bulabildi mi? Aldığını taşıtan oldu mu?
      Çorba biter..Sıcak evde uykusu gelir..
       Kadın iyi bir para verir.. Merdivenleri koşa koşa iner..
      Cengiz aynı yerde durmaktadır..Titreye titreye..Hiç kimse mal taşıtmamıştır..
     -Bırak,anasını satayım..Param var..Hadi gel, sana çorba içireyim !
Kardeş sevgisi..
Böyle..İstanbul cennet değil..
Açlık belini büker yoksulların..
Havalar ısınır..Amma güzel havanın açlığı bastırdığı nerde görülmüş?
Üvey annenin yanına giderler..Onlar da açtır..Yapılacak şey yok..
Yakında bir ilkokul..Öğrenciler kırlara çıkmış..
Herkes getirdiğini yiyor..Açlık dayanılacak gibi değil..
Kimse farketmiyor orada aç bir Adnan çocuk var..Ne öğretmen , ne öğrenci..
Oyunlar oynayıp, şarkılar söylüyorlar, sonra , dönüp okullarına gidiyorlar..
Güzel havada, ısıtan güneş altında uyuyor Adnan..Uyanınca yine aç..
 
Kendi kendine okuma yazma öğreniyor..
           Daha Ağın’ da iken epey ilerletmişti..Dayısının yardımıyla..
Bir gün yine aç..Geziyor sokakları..Eski bir gazete geçiyor eline..
Okumaya dalıyor..Bir polis görüyor..Hayretle soruyor
Sen okuma bilir misin be?
Deniyor..Gerçekten güzel okuyor çocuk..Polis Ziya bey..Alıp götürüyor ,bir aşçıya çırak veriyor.
Ne de olsa komiser..Buyruğu geçerli..
Açlık günleri bitiyor..
         Bitiyor da ne başlıyor?
         Zulüm..
Aşçı zalımdır..Dövüyor..Elinde kızgın maşa ile Adnan’ın bacaklarını dağlıyor..Oyuk oyuk izi kalıyor.
Aylarca, yıllarca çalışıyor Adnan aşevinde..Garsonluk, bulaşıcılık..
Fakat ustanın zulmü dayanılır gibi değil..
           Netmeli, neylemeli..
                          Bahşişleri biriktirmiş..
Kaçıyor..Her an , yakalatacakmış usta, korkusu içinde..Haydarpaşa istasyonu..
                           Trene kaçak biniyor.. Yakalanıyor..
                           İlk istasyonda indiriyorlar..
                           Belediyelerden yardım ala ala..
                           Tam 23 günde Elazığ’a ulaşıyor..
Elazığ’dan Ağın’a..Güzel Ağın..Annesi orada..Yeniden evlendirmişler..
Üvey baba sevecen..Okula yazılıyor..İyi bir eğitim var..Bir günde 3 sınıf atlıyor..
İlkokulu burada bitiriyor..Sevgili öğretmenleri ilgiyle eğiliyorlar üzerine..
İstanbul görmüş, İstanbul sokakları çiğnemiş bir çocuk..Delikanlılığa geçiş evresinde..
Deneyimli..Güzel konuşuyor..Mantık yürütüyor..Bütün okulda,Ağın’da parmakla gösteriliyor..
   Her güzel günün sonu var: Üvey baba yürek durmasıyla gidiveriyor ansızın..
   Sonra bir gün babadan bir haber : Diyarbekir’e döndüm..Adnan gelsin..
İstemeye istemeye gidiş..İnsan değişmez kolay kolay..
Dava vekili Cüneyt Bey, yine aynı..Gün kazanıp gün yiyor..Yeniden evlenmiş..
Üvey ana, başka dünyalarda..Hülyalı..Durmadan sigara içiyor..Sesi kart, takır takır öksürüyor..
Adnan,artık okuma sevdalısı...Kütüphaneyi tanıyor..Her gün bir kitap devirmekte..
Giderek daha güzel gözlemler yapıyor..Komşularını tanıyor..İzliyor..
Akşamları,güneş batp da serinlik çıkınca türküler yayılıyor evlerden..
Acı mı acı..Hoyratlar, ağıtlar..
Çocukça sevgiler yaşıyor..Komşu kızları kuma almak isteyenlere karşı Adnan bir güvence..
Fakat Adnan oğlan evlenmek istemiyor.. Okuyacak..Kurtulacak bu sefil hayattan..
Baba, ortaokula gitmesini istiyor..
Tartışmalar..Uzun sürüyor..
Sıcak Diyarbekir’in serin gecelerinde açık hava sinemaları..
Bir saat de olsa insanları yaşadıkları feci hayattan koparıp alan..Düşler alemine sokan filmler..
Romeo Jülyet..Çok etkiliyor Adnan’ı..
Bir halk devrimi gibi algılanan 14 Mayıs..Demokrat Parti’nin büyük  utkusu..
Sevinç gösterileri..Halaylar yeri göğü inletiyor..Günlerce sürüyor şenlikler..
 
Ergani yakınlarında Dicle Köy Enstitüsü..
Kuzey Mezopotamya’da bir eğitim ocağı..Bir umut kaynağı binlerce çocuk için..
Başvuruyor..Fakat, nüfus kaydı köyde değil..
                    Kolayı var..Bir muhtar bulunuyor..
5 yıl sürecek Köy Enstitüsü yaşamı başlamaktadır..
Osman Şahin ve daha kazanacağı bir çok arkadaş.. Orada biraraya gelirler..
Yeni bir dönem başlamaktadır artık..
 
 
Masalını yitiren dev..
Özyaşam öyküsü, anı-roman..dram-trajedi..Hangi kümeye girerse girsin..
                Çarpıcı..Unutulmayacak bölümler var..
“ Efendim, benim çocukluğum çok sıkıntılar içinde geçti..”
       İnsan bunu derken, biraz düşünmeli..
       Bunu diyenler Masalını Yitiren Dev’i okumayanlardır..
“ Efendim, ben 6 yıl Göre’den Nevşehir’e günde 8 km yürüyerek ortakulu, liseyi okudum..”
      Maşallah ne de çok sıkıntı çekmişsin beyim..
Sabah kahvaltını hazırlayan, cebine üzüm dolduran, çizmenin içini ısıtan,
            gönlünü ısıtan bir anan vardı..Zatigül hatun..
            Çantana Göre çöreği, sucuk ,börtlenmiş yumurta koyan..
 
           Adam deviren rüzgara karşı yürürken ,
           Gece yağmış karda sabah ilk adımları atarken,
            Kırbaçlayan yağmurda ıslana ıslana
            Ve saatlerce ıslak pantalonlo derslere girip çıkarken..
Oldu sıkıntılarımız.. Olmadı değil..
Amma velakin, ortalık kararmadan ,yürüyerek vardığımız evde,
                     bizi bekleyen sevgili insanlar vardı..
                     Bir güzel sofra vardı..
                    Üzerinde sıcak tarhana çorbasıyla, doyurucu yemekleriyle..
                    Sıcak oda..Gaz lambası da olsa, uygun sayılabilecek çalışma ortamı..
                                      Çerez..Daha ne istersin be adam?
...............................
Knut Hamsun’un Açlık adlı romanını da okudum.. O ki, Nobel Edebiyat Ödülü aldı..
Türkçemize bir büyük usta,ozan Behçet Necatigil kazandırmıştı.
Ancak, açlığın ne olduğunu, sıkıntının ne demek olduğunu Masalını Yitiren Dev’de okuyup öğrendim..
Burada açlık soyut bir kavram olmaktan çıkıyor;
                                                                         Elle tutulur, gözle görülür bir varlık oluyor sanki.