AHMET’İN  İSTANBUL MACERASI

Göre’de komşumuz,  arkadaşımız Ahmet Özburun

askerlik öncesinde, İstanbul’a gitti ; biraz para kazanmak için…

Bir ay orda kalıp döndü.

Ne yaptığını, başından neler geçtiğini coşkuyla anlatıyor.

Yuvanlı’da, Oylu Dağında, Sarıyaprak yolunda, Tekke bağında, her yerde.

“ Serince bir güz günü.

Sırtımda bir küfe, Kadıköyde, Salıpazarı kurulur, hamallık yapmak için bekliyorum.

Yaşlı bir adam geldi. Kafasında tuhaf gara bir föter, çenesinde kirli sakal.

Gözler fıldır fıldır.

Dili tuhaf. Anladım ki, Yahudi ..Dedi : “ş peşime !”

Sebze aldı, meyve aldı. Giderek ağırlaştı bizim küfe.

Adamda para bol anlaşılan.

Benim, fiyatını sormağa bile cesaret edemeyeceğim meyveler…

Pahalı…Adlarını bile bilemem.

Fakat en çok kavun, karpuz aldı.

Küfeyi asıl onlar doldurdu. Bir de ağııır…

Neyse. Pazardan çıktık. Yürüyoruz. Be adam, bi taksi tutsana.

Hayır, olmaz. Bu Yahudilerin kıyımsız olduğunu duyardım.

Demek, bu da öyle. Moda adlı lüks evlerin olduğu bir semte vardık gide gide.

Koca koca apartmanlar. Asansörü vardır diye düşünüyorum.

Var da, kapısı tahtayla çakılmış, bozuk.

Anlaşıldı. İnşallah ikinci kattadır evi, derken, çık babam çık.

Çık Allah, çık…

Bu arada sordu, Nevşehirli olduğumu, para kazanmak için İstanbul’a geldiğimi,

kazandığım parayı askerliğimi yaparken harcayacağımı falan anlattım.

Adam o tuhaf Türkçesiyle konuşuyor :

“ Nevşehirli, zengin olmak iyidir be !”

Bir kat çıkıyoruz. “Nevşehirli, sihhatli olmak iyidir be! “.

Bir kat çıkıyoruz.” İnsanın karisinin yüzel olmasi iyidir be.”

Bir kat çıkıyoruz.

Soruyor. “Evli misin, bekar mi be? “  

Bekar olduğumu söylüyorum.

“ Evli olmak iyidir be! Derlerse, bekarlık iyidir, inanma! “ diyor.

Gözlerim kararıyor.

Küfe giderek ağırlaşıyor sanki, öyle yorulmuşum ki; kan ter içinde kalmışım o serin havada.

Adam, dar merdivenden küçük bir boşluğa ulaştı, ben de arkasından.

Dengemi yitirdim bir anda, ne olduğunu anlayamadan,

paldır küldür merdivenlerden aşağı, yuvarlandım.

“ Ne yaptin beee ? “ diye bağırıyor yukardan.

Ulan Yahudi!” dedim. “ Derlerse, sağlam meyve kalmıştır küfede, inanma, kalmadı.”

Kırık küfeyi, etrafa saçılmış sebzeyi, meyveyi  orda bırakıp, kaçtım.

Helbet, hamaliye parasını da istiyemedim; hiç kazanamadım o seferde.’

……………….