BUHTUNNASR* ve YAHUDİLER
Esatir, hikâye, destan, mitoloji, rüya vb. gibi gizemli ıstılahlar, olaylar hemen herkesin dikkatini çeker. İnsanlar, çoğu kez söylemek istediklerini, olmasını düşündüklerini bu kavramlarla anlatmaya çalışır.
Kültürümüzün en önemli kitaplarından Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâme’si, Ferîdüddin Attâr’ın, Mantıku’t-Tayr’ı, Beydaba’nın Kelile ve Dimne’si o tarz kitaplardandır. Bu eserler, yöneticilere ve insanlara dolaylı anlatımlarla öğüt verirler.
Birçok yazar ve konuşmacı da verdikleri konferans, yazdıkları kitap ve makalelerinde bu tür eserlere atıfta bulunurlar.
Benim kanaatim de itikada ve amele halel gelmediği, gereksiz mübalağaya kaçılmadığı müddetçe bahsi geçen unsurlardan yararlanmanın gerekliliği yönündedir.
Bilindiği üzere Kur’an en çok İsrâiloğullarından (Yahudiler) bahseder. Son derece korkak ve ürkek olan bu millet; yalnız olduklarında oldukça munis, kendilerini biraz güçlü hissettiklerinde ise zalim mi zalim olabilmektedirler. Kitap nedir, peygamber nedir bilmezler. Kutsal nedir tanımazlar. Öylesine azıtırlar ki peygamberleri dahi öldürürler. Nitekim tarihte peygamber katili bir millet olarak bilinmektedirler. Zekeriyya, Yahya ve İsa gibi)
“Onlar azdıkça azacaklar. Azgınlıklarından dolayı Allah, onların üzerlerine kullarını gönderip perişan etmiştir/edecektir.”*
Tarih kitaplarında şöyle bir hikâye anlatılır: Dânyâl, Tevrat okurken bir kişinin yakın zamanda Beytülmakdis’i yıkacağını haber veren bir ayete rastlar. Bu duruma üzülen Dânyâl; “Yâ Rabbi! Beytülmakdis’i yıkacak ve İsrâiloğullarını perişan edecek kişi kim olabilir?” der. O gece rüyasında bu kişinin Bâbil diyarından Buhtunnasr adlı bir yetim olduğu söylenir.
Dânyâl derhâl eşyalarını hazırlayarak Bâbil’e hareket eder. Gittiği şehirde saltanat işlerini yürüten kişi, Dânyâl’ın gelişini haber alınca onu huzuruna çağırarak; “Senin bu memlekete gelme sebebin nedir?” diye sorar. O da “Mallarımı bu diyarın acizlerine ve yetimlerine dağıtmak istiyorum.” der. Aldığı iznin ardından yetimleri araştırmaya başlar. Fakat Buhtunnasr’a bir türlü rastlayamaz.
Dânyâl’ın kölesi bir gün yolda yürürken küllüğün üzerinde hasta bir çocuk görür. Köle, ona durumunu sorar. Çocuk “Ben yetim bir çocuğum. Bundan önce kendim ve annem için odun toplayıp satıyordum. Şimdi gördüğün bu duruma düştüm.” cevabını verir. Köle “Senin adın ne?” diye sorunca çocuk “Buhtunnasr” der.
Köle, efendisinin yanına gelerek çocuğun durumunu haber verir. Birlikte derhâl çocuğun yanına giderek, annesini de alıp kaldıkları yere getirirler. Bakımlarını yaparlar. Buhtunnasr sağlığına kavuşunca yetişmesi için de elinden geleni yapar.
Birlikte oldukları esnada Dânyâl, Buhtunnasr’a; “Senin hakkında yaptığım yardımların karşılığı ne olur?” diye sorar.
Buhtunnasr “Senin hakkını nasıl öderim! Hiçbir şekilde onu karşılayamam.” der.
Dânyâl “Öyle zannediyorum ki sonunda saltanat mertebesine çıkacaksın ve İsrâiloğullarının üzerine asker çekeceksin. Şimdi benim senden istediğim, ben ve ailem için bir emannâme yazman/vermendir.” der.
Buhtunnasr “Benimle eğleniyorsunuz, dalga geçiyorsunuz.” der.
Dânyâl “Hayır, vallahi!” der ve sözünde ısrar eder. Onunla da kalmaz “Eğer benim isteğimi yerine getirirsen sana yirmi bin dirhem veririm.” der. Buhtunnasr, içinde bulunduğu hâli de göz önünde bulundurarak şaka sandığı bu isteği kabul eder. Annesinin de ricasıyla istenen emannâmeyi verir.
Sağlığına kavuşan Buhtunnasr, odun toplamaya devam eder. Emannâme karşılığında aldığı yirmi bin dirhemi de arkadaşlarına, ihtiyaç sahiplerine dağıtır. Para alan emir alır anlayışından hareketle Buhtunnasr, arkadaşlarına emirler vererek iş yaptırmaya başlar. Bir yolunu bulur ve Melik’in sarayına girerler.
Buhtunnasr geçmişte saygın bir kâtibin oğludur. Fakat günlerin getirdiği sıkıntı onu bu hâle düşürür. Bâbil hükümdarı onda ikbal belirtileri görür ve onun yetişmesi için ne gerekiyorsa yapar. Belirli bir noktaya gelince de onu emîr yapar. Buhtunnasr gittiği her yerden muzaffer olarak ve çok sayıda dost edinmiş olarak döner.
Hükümdar, onu da yanına alarak gittiği Beytülmakdis’te (Kudüs) tutuklanır. Serbest bırakıldıktan sonra Bâbil hükümdarı, Buhtunnasr’ı yanına alır. Birlikte pek çok gizli-açık icraatta bulunurlar. Hükümdar öldükten sonra da saltanat işi ona kalır.
Bu arada İsrâiloğullarının başında Nâşiye b. Emus, peygamber olarak da İrmiya vardır. İrmiya her ne kadar vaaz ve nasihatte bulunuyorsa da fitne, fesat ve kötülük bir türlü son bulmaz. Uyarıda bulunduğu insanlar da kendisiyle alay ederler. Bundan haberdar olan Buhtunnasr fırsat kollamaya başlar.
Bir gün İrmiya, saçına başına kül atıp, üstünü başını yırtıp, yüksek bir yere çıkarak “Yüce Tanrı sizden elinizi isyandan çekmenizi buyuruyor. Değilse sizin üzerinize ateşe tapanları musallat edecek. Siz benim uyarılarımdan korkmuyor, sevaba ümit bağlamıyorsunuz ama onlar sizin hayat damarlarınızı çıkartıp, Beytülmakdis’i harap edecektir.” dedi. Bu duruma inanmayan İsrâiloğulları, böyle bir şeyin olamayacağını söyleyerek İrmiya’yı zindana attılar.
Kudüs’te bunlar olurken Buhtunnasr orduyu Beytülmakdis’in açığına indirdi. Uzun süren kuşatmanın ardından şehrin kapılarını açtılar. Kılıcını kullandı. Aciz ve ihtiyarları bağışladı. Emannâmeyi gösteren Dânyâl’ı halkıyla birlikte serbest bıraktı.
Buhtunnasr, Beytülmakdis’i yıktı. Tevrat’ı yaktı. Şam civarında yakıp yıkmadığı yer kalmadı. Sayıları belli olmayan ölülerin dışında, Yahudi yöneticilerinin çoluk çocuklarından ve torunlarından yetmiş bin kişiyi de esir aldı. Hesaba kitaba gelmeyecek ölçüde aldığı malları da Bâbil’e taşıdı.
Hz. Süleyman, Beytülmakdis’i cinlere yaptırdığı için altın, gümüş ve yakut gibi değerli madenleri anında temin ediyorlardı. Bu değerli eşyalardan yüz bin herver yükü de Bâbil’e götürdü.
Buhtunnasr, olanları ve olacakları daha önceden haber veren ve tutuklu olan İrmiya’yı huzuruna çağırarak “Bu olayların olacağını nereden bildin?” diye sordu.
İrmiya “Gaybı bilen Hazret (Allah), beni bu kavme nasihat ve öğüt vermek için gönderdi. Onlara olacak bütün şeyleri bu vesileyle haber verdim.” dedi.
Buhtunnasr “Onlar ne kötü bir kavimmiş ki peygamberlerini yalanlamış ve onu hapsetmiştir. Şimdi eğer benimle olursan, izzet ve ikramdan başka bir şey görmezsin. Yok, eğer kendi beldem de emin ve rahat ederim dersen, öyle yap.” dedi.
İrmiya “Ben her zaman Tanrı’nın emniyeti altındayım. Eğer İsrâiloğulları bana itaat etmiş olsalardı, onlar da Tanrı’nın emniyeti altında olurlardı. Senden ve başkasından onlara bir zarar gelemezdi.” diye cevap verdi. İrmiya, Kudüs’te kalarak Dânyâl ve halkına ikram ve izzette bulundu.
Sürgüne götürülen yöneticiler ve mallar yüz yıl Bâbil’de kaldı. Kuruş adlı bir yönetici tekrar malları ve oradaki yöneticileri geri aldı. Kudüs’te Beytülmakdis’i yeniden tamir ederek yüz yıl daha huzur içinde yaşadılar.
Anlaşılan o ki Yahudiler, bulundukları yerde ancak yüz yıl civarında rahat durabiliyorlar. Ondan sonra azmaya ve haddi aşmaya başlıyorlar.
Sanki geçmişte zorluklara maruz kalmamışlar gibi bir müddet sonra tekrar bozgunculuğa, haddi aşmaya, nankörlüğe ve isyana başladılar. Yüce Tanrı bu sefer de Rum melikini onlara musallat etti. O azıtan ve azgınlaşan bütün Yahudileri öldürdü. Öyle ki evlerine girip saklananları yerde bulup öldürdüler. Yaktı-yıktı ve tüm mallarını memleketlerine götürdü. (I) (Beytü’l-Lahm/Et ev ismini oradan almıştır)
Sonuç olarak: Bütün bu olanlar gösteriyor ki, zalimin zulmü sonsuz değildir. Zalimler yaptıklarının karşılığını dünyada veya ahirette mutlaka görecektir.
İktidarını korumaya çalışan Müslüman yöneticiler, yaklaşık iki milyar nüfusa sahip Müslümanlar, bir avuç Filistinli Müslümanı, dünyada topu topu on altı milyon, bunun da altı milyonunun yaşadığı yerde Yahudi’nin insafına terk etmeleri manidardır.
Son yaşanan olaylar çerçevesinde öldürülen 1400 civarında Yahudi için kıtalar ötesinden gelen ABD ve onun batılı yardakçıları her şeyiyle Yahudilerin yanında olduklarını söylemektedirler. Onunla da kalmayıp Yahudi devletini ziyarete, biri gelip biri gidiyor. Âdeta sıraya girmiş vaziyetteler.
Öbür taraftan bir tane Müslüman devlet yöneticisi şartları zorlayarak da olsa Filistin’e/Gazze’ye gitme cesaretini henüz gösteremedi…
Bırakınız bu cesareti göstermeyi; BAE, Bahreyn, Fas gibi ülkelerle birlikte sıra bekleyen diğer Arap ülkeleri, -işgalci Yahudiler tarafından dünyanın gözü önünde acımasızca katledilen Müslümanlara rağmen- Yahudi devletiyle anlaşma imzaladılar…
Allah, mazlum ve müstazafların intikamını illa ki Müslümanlar vasıtasıyla almayabilir… Ama mutlaka alır.
Filistinli mücahitler, onurlu bir direniş, akıllı bir planlamayla; dünyanın en güçlü! En korunaklı! En güçlü istihbaratına sahip olduğu söylenen Yahudi devletinin, kalbine girdiler. Öldürdüler, esir aldılar, korkuttular ve geri döndüler.
Şehadeti göze alan birini hiçbir güç korkutamaz. Çünkü şehadet en güzel mekteptir.
Artık Yahudiler için göç zamanı gelmiştir…
----0----
* BUHTUNNASR, asıl ismi NEBUKADRETSAR olan Babil hükümdarı, MÖ/605-562 yıllarında yaşadı.
* İsrâ Sûresi 17/4-7; Tevrat: Levililer, 26/14-44 ve Tesniye, 28.
I- Ravzatü’s-Safâ fî Sîreti’l-Enbiyâ