E M P A T İ : Z I T L A R : T E K F İ R

Birini sevmek diğerine sövmeyi gerektirmez.

İslam’ın insanlığa getirdiği en önemli kurallardan biri belki de birincisi empatidir. Bu bağlamdan olmak üzere, gerek ferdi ve gerekse toplumsal olarak bir defa değil, bin defa kendimizi hesaba çekmeliyiz. Empati yapmalıyız. Kendimizi sanık sandalyesine oturtmalıyız. Geçmişte yaptıklarımızın muhasebesini, içinde bulunduğumuz hali değerlendirip, yapacaklarımızın planını yapmalıyız.

Fransız yazar, “Kanunun değerli olmadığı ülkelerde insanın da değeri olmaz” diyor. Yazar bu ifadesiyle İslam toplumlarındaki akan kana ve yaşanan vahşete dikkat çekiyor.

İslam’ın ilk yıllarında yaşananları birazcık tarih bilgisi olan hemen herkes iyi bilir. Yürek kanatan o olayları sayıp dökmek suretiyle acıları tazelemek istemiyorum. Ama çok net olarak söyleyeceğim bir husus varsa o da çok dramatik olayların yaşanmasıdır. Buna rağmen geçmişimizden hala ders ve ibret almayışımız; empati yapmayışımızdır…

Yaşananlardan ders almayı deneyemeyiz mi? İbret alamayız mı? Elbette alırız. Ve hatta almalıyız da. İslamlığımız bunu icap ettirdiği gibi kulluk kitabımızın öğretisi de budur. Sevgi, muhabbet ve hoşgörü örneği peygamberimizin öğretileri de bunu gerektirir.

Hiçbir peygamberin hayatı Hz. Muhammed’in hayatı kadar sahih ve kesin kaydedilmemiştir. Yaşadığı toplumdan tutun da doğduğu eve, yaşadığı mahalleye, aile çevresine, anne-babasına, çocukluğuna, erginliğine, evliliğine, tacirliğine, hicretine ve devlet başkanı oluşuna kadar ne varsa en ayrıntısına kadar kaydedilmiştir.

Bütün bu şeffaflığa, sözlü ve yazılı kayıtlara rağmen hakikate uymaktan ziyade hakikati kendimize uydurmaya çalıştık. Tahrife ve tevile yöneldik. İslam’ı/Kuran’ı asrın idrakine bir türlü indirgeyemedik.

Hiç şüphesiz İslam tarihi boyunca birçok alanda ortaya konan güzellikler sayılmakla bitmez. Lakin konumuz bu değil.

Arap dünyasının en iyi şair ve yazarlarından Adonis, Freud’dan aldığı bir alıntı da: Tanrı düşüncesini öldüremeyiz fakat tanrı anlayışını ve ona bakış açısını değiştirebiliriz. İslam toplumlarında Müslüman tasavvufçular ile pek çok şair ve felsefeci düşünür bunu yaptı. (…) Selefi İslam ise mutasavvıfları, şairleri ve felsefecileri dalalet, sapkınlık ve küfürle suçladı ve bu değişimi reddetti ve reddetmeyi de devam ettirmektedir...

Z I T L A R

Davet:İkinciyle kurulan diyalog; en çok ta empatidir.

İlk insanın evlatlarıyla başladı ayrı/aykırı düşünme. Dünya var olduğu müddetçe bu durum devam edecek gibi. Mühim olan farklılıkları nasıl yönettiğimizdir. İyi yönetmeyi bilen, soğukkanlı olan başarılı olacaktır. Fevri, hissi, sadist ve benmerkezci davrananlar maalesef zarar görecek ve kaybedecektir.

Adonis bir ödül töreni için İtalya’nın Torino şehrine gitmiş. İlgili üniversitenin talebe ve hocaları Papa’nın salonda konuşma yapmasını reddetmişler. Bu durum İtalya’da yazılı basın başta olmak üzere ciddi dalgalanmaya sebep olmuş. Bu konuda benim de görüşümü sordular. İtalya’nın içişleri olduğu için önce cevap vermek istemedim. Israr edince bu düşüncemden vazgeçip sorduklarına iki farklı izahta bulundum.

A-Onlara karşımızdakilerin fikirleri birbirine ne kadar uzak ve zıt olursa olsun toplum kesimleri arasındaki diyalogun gerekliliğini söyledim. Çünkü diyalog, yüksek bir insani haslettir. Ancak ötekini dinlemeyi ancak diyalogla öğreniriz. Hakikati ortaya çıkarmak için diyalogla ötekine açılırız.

B-Tarafların karşılıklı olarak birbirini tanımasının gerekliliğiydi. Aksi takdirde toplum, kabilelere dönüşür ve her bir kabile kendi kabuğuna çekilerek diğer kabileleri reddeder ve onlarla savaşır. Böyle bir ortama ise diyalog değil misyonerlik egemen olur. Misyonerlik ise hem bilgi hem de hakikat için acınacak bir mezardır. Çünkü misyonerlik demek, tâbi olunmasını talep etmek ve tâbi etmek demektir…

T E K F İ R

Bir yerde diyalog, hoşgörü ve müsamaha olmazsa orada kırma ve kırılma, ötekileştirme, daha da ötesi tekfir olayı devreye girer. Tekfir etmek, insanın yalınızca özgürlüğünü almaz elinden, insanlığını da gasp eder. Tekfir edenler, dinî metin adına Yaratanın, insanı diğer mahlûkattan ayırarak ona bahşettiklerini yani aklı, özgürlüğü ve iradeyi tahrip ederler.

Tekfir anlayışını benimseyenler, Yaratıcının Peygamberlerine dahi vermediği hakları, kendilerinde görürler üstelik Cenabı Hakkın: ‘Şüphesiz ki sevdiğin herkesi hidayete erdiremezsin. Dileyeni hidayete erdiren yalınızca Allah’tır.’ Emretmesine, Hz. Muhammed’in: “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” Buyurmasına rağmen…

Peygamberlerin bile hidayete erdirme gücü olmadığına göre; kişiler, hangi güçle ve hangi hakla kendinde bir başkasını hidayete erdirme cüreti görebiliyor? Dahası, hangi hakla başkalarına kâfir yaftasını yapıştırabiliyor?

Arap toplumunu da kıyasıya eleştiren yazar, “Arap toplumu, temelde, kökten dincilerin bilincinde ya mümindir ya kâfir. Kültür de esasen iman ya da küfür kültürüdür. Böyle bir bilinçte özgürlüğün hiçbir anlamı yoktur. Fakat bu bilincin egemen olduğu bir toplumda, bizzat insanın bir anlamı var mıdır?”

Her konuştuğuna öteki nazarıyla bakan birinden hoşgörü beklenebilir mi? İnsanlara mümin–kâfir diye bakanla sağlıklı diyalog kurulabilir mi?

Oysa “İslam’ın doğuşundan bu yana İslam kültürü için “kitap kültürü”, “kitap toplumu” denmektedir. Kitap dediğimizde aynı zamanda “kalem”i de söylemiş oluruz. Kalem dediğimizde ise bilmeyi ve okumayı da söylemiş oluruz.”

İnkârı mümkün olmayan bu gerçekliğe rağmen istisnasız ortaçağın en parlak dönemini yaşayan ve yaşatan Müslümanlar, bu özelliğini kaybetti. Kaybedenin kaybettiğini bulması elbette mümkündür. Yeter ki ne aradığımızı ve nasıl aramamız gerektiğini bilelim.

Yazar kitabında temel meselelerden birine daha dikkat çekmekte. Hz. Muhammed’in ölümünden hemen sonra başlayan yönetici seçimiyle birlikte siyasi erk kavgasının başladığı meselesi. “İlk devlette Hz. Peygamber’in siyasetinden, halifenin siyasetine geçiş yalınızca dinin gücüyle değil kabilenin gücüyle olduğunu söylemekte.”

Adonis bir başka yorumunda: “(…) İlk devletin kuruluşundan itibaren din, siyasi bir araca dönüşmeye başladı. Bu ise dini, salt bir fıkha ve şeriata dönüştürdü. Dinin ruhsal ve düşünsel dünyası o derce fakirleşti ki, dini salt fıkha dönüştürenler her yaratıcılığı bidat ve özgürce ifade edilen her düşünceyi de küfür gördüler. Böylece İslam’ın siyasi tarihi, Müslümanlar arasında sürüp giden siyasi ve dini çatışmaların tarihine dönüştü.”(ı)

Ahmet Belada

  1. KİTAP, HİTAP, HAKİKAT; Adonis (Ali Ahmed Said İsbir); Everest Yay.