İDEAL (EŞ) İLİŞKİ YOKTUR!

İdeal ilişki yoktur, karşılıklı uyumlanabilen ya da uyumlanamayan ilişki vardır.

İnsan hayatta hep ideal olanı arar. İdeal eş, ideal iş, ideal anne, ideal baba, ideal ben, ideal ilişki!

Oysa hayat gerçekliklerden oluşur ve İdeal eş aslında yoktur, ideal ilişki de yoktur. Karşılıklı uyumlanabilen ya da uyumlanamayan ilişki vardır.

Karşılıklı uyumlanabilmek her iki tarafında da kendinden bir şeylerin verdiği, bir şeylerden feragat ettiği, sabırla ve zamanla inşa ettiği bir durumdur. Bu ise kişinin kendine dönük olmayı gerektiren, yaşadıklarını ötekinin değil de kendi üzerinden değerlendirebilen kişilerce mümkündür.

İnsan ideali ararken mevcut gerçekliği göremez, kabullenemez. Sürekli onu zihnindeki ideal olana dönüştürmeye çalışır.

Oysa mutluluk ideal olanda değil, gerçekliğin görmediğiniz tarafındadır.

İnsan içinde bulunduğu gerçekliğin zihinsel ve duygusal olarak fazla içinde olduğu için bu gerçekliğe objektif bakamaz. Bu gerçeği göreceli algılar ve inandığını görür. Algısı ihtiyaçları, inançları, duyguları ve özellikle de korku/kaygıları doğrultusunda şekil alır. Gördüğü şeye hapsolur ve onu geneller.

Sevilmediğine inanan bir insan yaşadığı bütün olumsuzlukları bu inanç perspektifinde değerlendirir ve bu inancı kendisi sorgulamadığı sürece kimse bunu değiştiremez. Ya da kişi bir ilişkide güvensizlik yaşıyorsa, içinde bulunduğu en küçük bir boşlukta zihinsel olarak tetiklenir ve onu bu güvensizlik duygusuyla doldurur. Buna öyle inanır ki artık bütün gerçeklik bunun üzerine inşa olur. Dolayısıyla kendi gerçekliğini inşa eder durur. Bir yandan bundan kurtulmaya çabalarken diğer yandan bunu bizzat kendi oluşur.

İnsan kaostan ya beslenir ya kaçarak devam eder hayatına. Kaos ilişkiyi hem çok yıpratır hem de diri tutar. İçinde korku endişe bulunmayan ilişki dinamik değildir. Bu yüzden insan ne tam emin olarak ne de aşırı endişeye kapılarak hareket etmelidir.

Her ilişki kendi içinde bir sistem barındırır. O sistem bazen kaos üzerine inşa olmuştur. Aile de bir sistemdir. Ve aile öyküsünde aldatılma olan bir kişinin hayatında da onu devam ettirdiği görülür. Ailede kısıtlanan, baskılanan kişiler evlilik hayatında ya kısıtlayan ya da kısıtlanan rolünden devam ettirirler süreçlerini. Çünkü bunu öğrenmiştir zihin. Ailesinde değersizlik ve görülmemişlik yaşayan kişi bu duyguyu kurduğu diğer ilişkilere de aktarır ve o yeni ilişki üzerinden yine aynı duyguyu tanımlar ve yaşar. Oysa tanımlayıp yaşadığı kendi gerçekliği, geçmişidir.

Yakın ilişkilerde değişkenliği fark etmek zordur, insanlar birbirlerine hep aynıymış gibi görünür. Oysa değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. İnsan ne kadar direnirse dirensin hayat onu mutlaka bir şekilde dönüştürür. Ancak bundan herkes nasiplenerek çıkmaz.

İnsanın anladığı da yaşadığı da nasiptir. Kendisine ne verilmişse onu görür, kendinde ne varsa onu yansıtır.

Diğerleri üzerinden gördüğümüz kendi gerçekliğimizdir.

İnsanların hakkımızda ne düşündüğünü düşünürken endişe ettiğimiz bütün senaryolar kendi zihnimizin ürettiği ve diğerine projekte ettiği şeylerdir. Bunu onlar üzerinden kendimize kendimiz aktarırız. "Aceba hakkımda ne düşünürler, acaba kırıldılar mı, yanlış mı anlarlar, rahatsız ettim mi?" gibi düşünceler bu durumun oluşturduğu endişelerdir.

Oysa ortada ne kırılan vardır, ne rahatsız olan, kişinin kendinden başka.

Hani derler ya,

İnsana en büyük kötülüğü yine en çok kendi yaparmış, diye.

Öyle vesselam

Kalın selametle...

Psikoterapist Fatma Çakır Çalışkan