KAFKAS YOLLARINDA :

TARİHÇİ ÜRGÜPLÜ AHMED REFİK BEY’İN  KİTABI

Ahmed Refik ( Altınay ) Bey Ürgüplü Gürlükçüoğulları ailesindendir.  Babası Ahmed Ağa, Sultan Aziz’in vekilharcı idi. Ahmed Refik 1880’de İstanbul’da doğmuştur. Vişnezade Mektebi’nde,  Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’nde , Kuleli Askeri  İdadisi’nde okudu ve 1898’de Harbiye Mektebi’ni bitirdi. Toptaşı ve Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi’nde coğrafya dersi verdi. 1902’de Harbiye’de Fransızca okuttu. Tercüman-ı Hakikat ve 2.Meşrutiyet’ten sonra Millet gazetesinde yazılar yazdı ; sermuharrir oldu. 1909’da Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Ceride Şubesi’nde görev yaptı. Askeri Sansür Müfettişi olduğu Balkan Savaşları sonrasında emekli olduysa da 1914’te yeniden orduya döndü; Yüzbaşı rütbesiyle görev yaptı. Askeri Sansür müfettişi oldu. 1915’de Eskişehir Sevk Heyeti  Reisi  yapıldı.  İstanbul’da Hazine-i Evrak’ta görev yaptı. Savaş sonunda bir daha emekliye  ayrıldı ve Darülfünun’da Osmanlı Tarihi dersleri verdi. Cumhuriyet’te, 1925’de Türk Tarih Encümeni Reisi yapıldı. Darülfünun 1933’de Üniversite’ye dönüştürülünce kadro dışı kaldı.

İkdam Gazetesi’nde Lale Devri, Tarihi Simalar…Günbölük (tefrika) olarak yayımlandı.

Yeni Mecmua, Hayat,  Harb, Türk Tarih Encümeni ve Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde incelemeleri yayımlandı. Ömrünü Babıali’nin evrak mahzeninde vesikalar inceleyerek geçirdi ve tarihimizin bilinmeyen, önemsenmeyen olaylarını gün ışığına çıkardı.

Özelikle 2. Meşrutiyet sonrasında Tarihçi Üstad Ahmed Refik Bey yaygın bir ün kazandı. Tarihi sevdiren adam olarak bilindi.  Dili çetrefil değil, yalındı. Popüler tarih kitapları yazdı. Olayları, dönemleri, kişileri ele alarak, herkesin anlayabileceği bir dille kitaplaştırdı. Geniş okur kitlesinin tarihe ilgisi Üstadın yazılarıyla arttı. Üslubu öylesine çekiciydi ki, Osmanlı tarihi renkli bir roman gibi okunuyordu.  İsveç ve Macar hükümetlerinden  de takdir ve madalya aldı.

Toplam eserlerinin sayısı 100 kadardır :

Tarih Sahifeleri,

Büyük Tarih-i Umumi,

Köprülüler,

Tarihi Simalar,

Lale Devri,

Felaket Seneleri,

Demirbaş Şarl,

Kadınlar Saltanatı,

Kral Rakoczi ve Tevabii,

İstanbul Hayatı,

Türkiye Tarihi,

Alimler ve Sanatkarlar,

Türkiye Mülteciler Meselesi,

Samur Devri,

Anadolu’da Türk Aşiretleri,

Eski İstanbul,

Turhan Valide,

İki Komite, İki Kıtal,

Viyana Önünde Türkler,

Türk Mimarları…

Tarih ve Müverrihler,

Kitapları dışında sayılamayacak kadar çok ,her biri kuyum eseri gibi özenle işlenmiş makaleleri de dergilerde yayımlanmıştır. Pek çok kasabayı, antik kenti tarihçi gözüyle araştırmış, yazmıştır.

Büyük tarihçimiz Ahmet Refik Bey’in şiirleri de vardır ve bazıları bestelenmiştir. İnce ruhlu bir şair olan büyük Üstad, Gönül adlı bir şiir kitabına da sahiptir. Ada için yazdığı şiirler yer almıştır bu kitapta. Bestelenen şarkılarda aşkın yarattığı üzüntüler ve geçici mutluluklarla avuntular dikkat çekmektedir.

Kadro dışı kaldıktan sonra  Üstad, ömrünün son yıllarını sıkıntı içinde yaşamış ve 10 Ekim 1937 günü Büyükada’daki evinin  kütüphanesinde yaşamı sona ermiştir. Büyükada Tepeköy’de sonsuzluk uykusunu uyuyor.

Tarihçi Reşat Ekrem Koçu, 1938’de Ahmed Refik ,Hayatı, Seçme Şiir ve Yazıları adlı eserinde Üstad’ı tüm yönleriyle ele almıştır.

Kütüphaneci  Muzaffer Gökman ‘’Tarihi Sevdiren Adam’’ adlı kitabında  Ahmed Refik Bey’in yaşamını, tüm eserlerini, kronolojik düzende vermiştir.

Büyük tarihçimizi saygıyla, şükran duygularıyla anıyoruz.

………………………

1917’de Çarlık  yıkılınca Rus orduları 93 Harbi’nde (1878-79) elimizden çıkan Elviye-i Selase kargaşa içinde kaldı. Ermeniler ve Gürcüler bu kadim Türk yurdu Kafkas ellerine el koymak istiyorlardı. Ermeni katiller bölgede Türk bırakmayarak, etnik arındırma politikasını uyguluyorlardı. Ermeni mezalimini yerinde izlemek ve gözlemek için Avrupa’dan Alman ( Vays ) ve Avusturyalı gazetecilerin (Dr İştayn )  de yer aldığı bir kurul oluşturuldu. Ahmed Refik Bey bu kurulun başkanıydı.

17 Nisan 1918 (1334)  ile 20 Mayıs 1918 günleri arasında 33 gün bu kurul  KD Anadolu’da gezip dolaştı. Tarihçimiz Ahmed Refik Bey bu gezinin gözlem ve izlenimlerini Kafkas Yollarında Hatıralar ve Tahassüsler adıyla 1919’da kitaplaştırdı.

Sanatkar ruha sahip, ince ve duygulu bir tarihçi için bu gezinin başkanı  olmak Üstad için derin bir ıstıraba yolaçmıştır. Çünkü o yolcu kalbi kan ağlayan, mahzun halkımızın dayanılmaz acılarını görmüş, yaşamıştır. Kimsesiz kalmış çocuklar, aç insanlar, ağlaya ağlaya gözlerinde yaş kalmamış yaralı, hasta insanlar, kesilmiş başların yol kenarlarında durması…

Şair tarihçimiz binbir felaket sahnesi içinde romantik manzaralar da bulmuştur.  Güzel, gönül alıcı vadilerin gökçe göğertisi, bülbüllerin verdiği konserler, çalışan insanların bayındırlaştırdığı köylerinde imrenilecek güzellikte yaşayışları da dile getirilmiştir.

Bu küçük kitap Kafkas  elleri için hem bir ağıt, hem bir güzellemedir.

…………………

‘’ Evliya Çelebi’nin hakkı varmış. Burası gül ve reyhan ve erguvan açar. Trabzon, bir görüşte kalbi büyüleyecek , binaları, ağaçları, çayırları, yüksek tepeleri,  yeşil sırtlar ortasında kırmızı kışlalarıyla kendini derhal sevdirecek bir güzelliğe sahip.’’

………………

Rus ordusunun boşalttığı Trabzon perişan, pejmürde durumdadır.  Sanki feci bir yangın kenti silip süpürmüştür. Pek az yapı kurtulmuştur. Şehzade Selim’in gençliğinin beldesi  artık yıkıntıdan başka bir şey değildir. Yalnız Rum kilisesi, Rum mektepleri , Rum mahalleleri kurtulmuştur. Bizans ve Osmanlı surları , Türk ulularının türbeleri harap olmuştur.  Camiler yıkık; minareler kırıktır. Bir zamanların sevinçle, mutlulukla yaşadığı beldede  şimdi ağıtlar duyulmaktadır. Sadece Debbağhane Deresi yine gürül gürül , çiçeklerin arasından geçerek Karadeniz’e doğru akıp gitmektedir.

……………………..

Karadeniz yalısında bahar çılgınlığı yaşanmaktadır. Halk kırlarda ot aramakta, bıçakla kesip torbalara doldurmaktadır. Bu otları ne yapacakları sorulur . Yanıt : ‘’ Yiyeceğiz, nideceğiz.’’ Bir kadın ağlaya ağlaya Rumların, Ermenilerin zulümlerini anlatır. Çocukları da bu savaştan sağ çıkmamıştır.

……………………….

1915’te Osmanlı yönetiminin Ermeniler üzerinde uyguladığı tehcire uğramamak için Rusya’ya kaçan ve Rus üniformasıyla bize karşı silah kullanan Kafkas Ermenileri, Erzincan, Erzurum Van Ermenileriyle birlikte ,1917 sonrasında öç alma düşüncesiyle geri dönmüşlerdir.

Rus Çarlık Orduları Trabzon’u boşaltınca korkunç bir kargaşa yaşanmış. Yağma, saldırı, tecavüz öyle artmış ki, her aile kendi başının çaresine bakmak zorunda kalarak silahlanmış.

Türk ordusunun kente gireceğini anlayan Ermeniler yangınlarla  öç almağa başlamışlar.

……………………

Trabzon’da hangi diller konuşuluyor : Türkçe, Rusca, Almanca, Macarca…Sefalet, harabe…Hayvan ölüleri bile gömülmemiş. Halk bitgin, yorgun. Yaşam sevinci yokolmuş…

……………………

Rus Donanması’nın birçok kez bombaladığı Trabzon 18 Nisan 1916 günü tamamen işgal altına girdi. Rum Pontos ve Ermeni çeteleri, 1917’de çekilen Rus ordusunun bıraktığı boşluğu doldurdu; terörü çoğalttı. Halk işgal sırasında başka bölgelere göç etti. 37. Türk Tümeni 24 Şubat 1918 günü  kenti kurtardı, Trabzon’da yeniden  bayrağımızı dalgalanmağa başladı.

Rus işgali sırasında yerli halk, gündelik ödenerek yol yapımında kullanılmış. Cevizli’ye kadar da mükemmel bir dekovil hattı yapmışlar.Bu hattın köprüleri sağlam kalmış.

Cevizlik harap kalmış. Yangın yeri.

‘’ Trabzon bir zamanlar  medeni bir imparatorluğun merkeziydi. Anadolu’nun bir ucunda İstanbul, öbür ucunda Trabzon, kahraman Fatih’in zafer yollarına diktiği çiçekler ve güllerle müzeyyen iki zarif abide idi.’’

…………………

‘’ Zigana bir şiir. Yeşillikten, çamlıkdan, çağıltıdan mürekkep bir levha. Sislerin içinden, çamların yeşil derinliklerinden tatlı bir uğultu geliyor. İspinozların bülbül gibi ötüşleri sisler arasından işitiliyor. ‘’

Batum dağları yüksek ormanlarla kaplı. Her tarafa tohum saçılmış. Yeşil ağaçlar arasında tek tük beyaz binalar görülüyor. Bağlar ve bahçeler kendini gösteriyor. Vapur ilerledikçe, mamur, pek hoş ve çiçekli bir beldeye yaklaşıldığı hissediliyor.Çürüksu yolu üzerinde bir tren sayfiye evleri arasında koşturuyor.

Batum 93 Harbi sonunda elimizden çıkmıştı. 40 yıl içinde kent bayındırlaştırılmış. Türk Ordusu eski toprağını geri almış durumda.  ‘’ Batum emsalsiz, zarif, temiz, sevimli ve cazip bir belde.’’

Batum ele geçirileli, Türk Ordusu kente gireli bir gün olmuş. ‘’ Sahilden toplar atılıyor. Osmanlının yetişmesi parlak bir surette alkışlanıyor. Bu toplar Batum’da Osmanlı egemenliğinin ilk belirtileridir. Türk askerleri muntazam saflar halinde dizilmişler. Mızıka tatlı tatlı terennüm ediyor…’’

Ordumuz kente egemen olsa da Batum’da hala Rus ordu birlikleri durmaktadır.  ‘’Osmanlı işgali emin, sulhperver, muntazam, mütevazı ve sessiz. Hiçbir cam kırılmamış. Hiç kimse tecavüze uğramamış. Rus zabitleri refah ve sakin, sokaklarda dolaşıyorlar. Alışveriş hemen başlamış.

‘’ Burası renk ve kokudan, güzellik ve intizamdan mürekkep  bir belde. ‘’

‘’ Batum adeta Rusya’nın Karadeniz sahilinde Rus üniforması giymiş, Rus irfanıyla mücehhez bir nöbetçisi.  Türklük ve İslamlık burada sönük bir halde.’’

……………………….

Gümüşhane’nin bağları, bahçeleri, elma, zerdali ve ceviz ağaçlarıyla dolu bahçeler dar bir vadide.  Ruslar en güzel meyve bahçelerini harap etmişler.

………………………

‘’Mehtap güzel ovalarda büyüleyici bir tesir hasıl ediyor. Erzincan’ın binalarına yaklaştığımız zaman güzel ve mamur bir şehre geldiğimizi anladık. Bahçeler ağaçlarla dolu. Evler boş ve ıssız. Tarlalar, gözlerimizin önünden bir sinema manzarası gibi geçiyor.’’

‘’ Erzincan uzun, geniş bir ova ortasında. Etrafı karlı dağlarla çevrilmiş. Kemah boğazı, Sepbikür Geçidi, her taraf karla örtülü. Fakat bahçelerinde erik, kayısı, armut hep çiçek açmış. ‘’

‘’ Bir zamanlar Yıldırım’ların, Fatih’lerin, Yavuz’ların ordularına karargah olan bu güzel belde, şimdi şerefli mazisinden mahrum, acz ve  bitabi içinde tahrip edilmiş.’’

Rus ordusu çekildiği zaman Ermeni zulmü başlamış. 20 bin nüfuslu beldede  artık 3,4 bin kişi yaşıyor. Ermeni cinayetleri korkunç olmuş. Türkler kuyulara doldurulmuş, yakılmış.

…………………………

Mamahatun’da kargir han ve türbe kalmış yıkımdan kurtulan yapı olarak. Ruslar Türbe’yi telgrafhane olarak kullanmışlar. Ermeniler burada da yüzlerce insanı öldürmüş.

………………..

Ilıca düzgün ve büyük bir köy. Erzurum Ovası buradan başlıyor. Ova köyleri tümüyle yıkıntılaşmış.  Hamamlar latif ve iyi durumda. Suyu çok sıcak değil. Ermenilerin işlediği cinayeti anlatacak insan bile kalmamış. Çocukları, yaşlıları da öldürmüşler. Köyde bir tek insan yaşamıyor.

…………………..

Erzurum…İki katlı kargir evleri sırf Erzurum’a has bir tarz mimaride. Ahali gayet zeki ve insana değer verir. Sözleri düzgün. Esnafı bile irfan sahibi.

Erzurum bir harabe gibi. Camiler ambar vazifesi görmekle kurtulabilmiş..

Çarşıda pazarda Rus emteası : Çay, biber, hardal, kola, bol ve ucuz. Ruslar burayı mühim bir harekat üssü olarak kullanmışlar. Pek çok emtia getirilmiş. Zabitler ailelerini de getirmişler. Tiyatrolar, sinemalar beldeye canlılık kazandırmış. Ruslar çekilince kent tümüyle Ermenilerin eline düşmüş. Zulüm, yangın,facia…

Kentte Ruslardan kalma esirler var. Fakat eğleniyorlar. Kitapları, dergileri, plakları var.

Erzurum yaralanmış bir kahraman gibi. Asırlardan beri Osmanlı serhadlarını bekleyen, tarihimize şan ve iftihar sahifeleri ilave eden güzel belde, şimdi büyük bir felaketten kurtulmuş, yaralarını tedavi ile meşgul bir insan vaziyetinde.

…………………………….

‘’Sarıkamış arazisi kamilen çamlık. Renkleri solgun. Şimendifer çamlar arasına girdikçe, ormanın güzelliği artıyor. Bazen düz, yeşil, sarı çiçeklerle müzeyyen bir ova ortasında sular saf ve berrak akıyor, batan güneşin pembelikleri su birikintileri üzerinde cazip ve seyyal akisler bırakıyor.’’

………………………..

Sarıkamış’tan Kars’a kadar yol üzerinde Müslüman, Malakan , Hristiyan köyleri var. Çerkesler de var. Köy boşalmış.  Yollar buzağı ölüleriyle dolu. Köyleri Ermeniler yağmalamış.  Selim de bir Malakan köyü. Evleri yol kenarında, yüksek ve sivri damlarıyla pek düzgün.  Ruslar kuşlara meraklıymış. Yüksek direkler dikmişler. Leylekler yuva yapmış.

…………………….

Kars Çayı kenti ikiye ayırıyor. Ruslar Eski Kars’ı  olduğu gibi bırakmışlar. Yeni bir kent kurmuşlar. ‘’ Ruslar din ile askerliği mecz ediyorlar. Her kilise aynı zamanda askeri bir mahiyeti haiz. Duvarlarının parmaklıklarını bile Osmanlılardan alınan toplar teşkil ediyor.’’

Kars  hakiki bir Türk ve islam şehri.  En ufak kayasına varıncaya kadar Osmanlıdır. Çıldır seferleri Kars etrafında hazırlanırdı.

………………………

Ardahan’a yaklaşıldıkça zarif çam ormanlarından geçiliyor. Ormanlar tepe üzerinde. Ovanın ortasından Kura Irmağı akıyor.

Ardahan halkı Türk ve Müslüman.  Osmanlı devrinde hakikaten şerefli bir maziye maliktir.  Kalesi yalçın kayalar üzerindeydi. İçinde alaybeyleri için saraylar, hamam ve yetmiş iki kulesi vardı. Sancağında sekiz tımarı, seksen yedi zeameti vardı.

Mihaylovska Ardahan Ovasında bir  düzgün köy.  Halkı Hristiyan.

Karanlık Meşe orman değil. Endamlı çamları çiçeklenmiş ağaçları, yeşil meşeleri, koyu sarmaşıkları, muntazam yolları, ak köprüleriyle doğal ve geniş bir park.

………………………….

Çoruh Vadisi… Dere kenarında ufak ufak Gürcü köyleri var. Bağlar bahçeler yemyeşil. Ruha ferahlık veriyor.  Yolun kenarı ceviz, kızılcık, dut, Trabzon hurması, yabani asmalarla dolu.

‘’ Artvin, bulutlara karışan yeşil bir dağın yanında, yüksek bir tepenin üzerinde. Ruslar burada muazzam bir kilise yapıp bırakmışlar. Çoruh kıyısındaki cami harap.  Sabahki kar fırtınasından sonra Artvin’de kiraz yemek pek hoş.’’

……………………

Altınay A.R. 1981. Kafkas Yollarında.

                  Kültür Bakanlığı  yay.473. Kültür Eserleri Dizisi : 10. 96 sayfa. Ankara