ERTAŞ DAĞI ve YAYLASI

Ertaş Dağı Nevşehir’in güneyinde 2200-2500 metre yükseklik gösteren Kuvaterner ( Dördüncü Jeolojik Dönem ) volkanizması ile oluşmuş, bazaltlı , yayvan bir yanardağdır. Çevresinde hepsi de susuz olan köyler vardır. Sudan yoksundur bu küçük yerleşme birimleri. Özlüce, Kızılcin ( Adı Özyayla oldu) , İcik, Topaç, Kurugöl, Doğala... Ertaş sularını hep uzaklara göndermiş. Bekâr suyu, Göre özü, Acısu gibi yerler öz, eteğindeki köyler üvey evlât gibidir. Ertaş’ın üstü engebeli bir yayla görünümündedir. Çok suyu hiçbir zaman bulunmayan birkaç kuyu bu yaylanın su gereksinimini karşılamağa çalışır. Bitki örtüsü bakımından da çıplak denilebilecek ölçüde yoksuldur. Anca kekik biter, keklik öter türden…

 18.yüzyıla değin bu yükseltiler ormanlıkmış. Orta Anadolu’ nun cefakâr, vefakâr, kanaatkâr ağacı meşe, alıç, ahlat, ardıç ağaçlarıyla kaplıymış. Kekik, keven, püren gibi köklü otlar da iyi bitermiş. 1720 yıllarında Damat İbrahim Paşa Nevşehir’in yapımı için padişahtan fermanla burasını ve çevresini Nevşehir’ e yakıt ve yaylak olarak vakfetmiş. Bundan sonra göçebe yaylakçılarla hayvanlar birlik olup ol güzelim dağı soyup soğana çevirmişler. Keçiler ağaçların filizlerini yemişler, gövdelerini kemirmişler. Develer kaşınan sırtlarını sürte sürte küçük ağaç gövdelerini, hem de dallarını kırmışlar. Son yıllarda çevre köylüleri de yayla üstünü sürüp ekerge hâline getirmişler. Bütün yapılanlar, dağın gün günden yoksullaşmasına,  topraklarının boz-bulanık, üstü kan köpüklü meşe selleriyle akıp akıp gitmesine neden olmuş.

İCİM BABA EFSANESİ

Ertaş’ın hemen eteğinde, İcik köyünde bir türbe durur bugün: İcim Baba türbesi… Üstü kubbeli, taştan yapılmış, örülmüş bir makbere. Bundan 30,35 yıl öncesine değin türbenin iç duvarında asılı, meşe kütüğünden sökülmüş başı topuzlu bir sopa ile, keçi derisi bir namazlık dururdu. Sıvalı duvarlarında gelmiş geçmiş ziyaretçilerin adları, yazıları, sunuları, tarihleri görülürdü. Duvar defter görevi yapmıştı. Şimdi bir ak badana bütün bu tarihi kaplamıştır. Sopa ve namaz postu da yok artık ortalarda…

 İcim Koca, Ertaş eteklerinde çift sürermiş. Ama, bir tek öküzüynen bir kara sabanından başka şeye sâhip değil şu koca dünyada. Hattâ saban kayışı bile yok. Ama, şu var ki; İcim Koca ermiş..Tek öküzü çifte koşar koşmaz, bir ala geyik peydâ olup, boynunu Koca'nın sabanının boyunduruğuna uzatırmış. Bir ala yılan da ok gibi gelip boyunduruğa sıçrayıp kayış olur, böylecene araç-gereç tamam olunca çift sürmeğe başlarmış İcim Baba.

 İcim-İcik Koca bugünkü İcik köyüne adını vermiş.

EROĞLU TAŞ OLASIN

Ertaş yaylasının en bol ve yüzeye yakın, sulu kuyusu Ağaçkuyu’dur. Bu kuyunun çevresi büyükçe bir yerleşme alanıdır. Kaba yontulmuş cingi taştan yapılmış duvar kalıntıları vardır. Zamanında kuyunun başında iri bir cingi taştan yontulmuş insan heykeli varmış. Bugün Kayseri Müzesinde durur yatır. Kolunda kalın bir bilezik kabartılmış, görkemli bir anıttır bu.

 Bu dağa adını vermiş olan Ertaş Baba,yaylası gibi çileli bir er kişiymiş. Ağaç pınarda yıkanırmış sevgilisi. Uğrun uğrun bakıp, doya doya seyredermiş o da. Sonra sonra farkına varmış kız gözlendiğinin. Bir gün yine pınarda, yaylanın soğuk suyuyla, dökme fildişince ak gövdesini oğa oğa yurken görüvermiş o genci. Suyun içine gömülüp, yalnız ıslak saçlı başı dışarıda, ürkek ürkek bakakalmış. Sonra yakarmış: Sık çalılığın içine girip libaslarını giyininceye değin bakmamasını söylemiş o gence. Ve çıplacık yürüyüvermiş. Ama dayanamamış genç. Arkasına dönüp bakıverdiği an kız görmüş bu hırsızlama bakışı, “ Er oğlu, taş olasın !" sözleri çıkmış ağzından. Taş kesilivermiş delikanlı. Koca gövdeli bir heykel olarak kalakalmış olduğu yerde.

 Ertaş baba bir koca tanrıdır o zamanlar… Efsane, söylence bu ya.

PINAR BAŞINDA TESTİSİN DOLDURUR.

Karaçalı obasından Gökçe gelin Ertaş yaylasının Ağaçlıkuyu’da urba yuyordu. Örtüsü başından kaymış, yaylanın karından ak omuzu açılmıştı. Boynu da apak… Topukları da şalvarından sıyrılıp çıkmış gün ışığına..Yuduğu giysileri sıkıp sıkıp çevresindeki kara taşların yassılarına seriyor.Taşın karası gün sıcağını iyi emer de üstüne serilen çamaşırı tezce kurutur. Bilmekte bunu Gökçe gelin. Ara sıra önüne düşen belik belik uzun saçlarını omuzlarından arkaya atıyor. Eğilip doğruldukça geniş yenli şalvarı gerilip sıkışıyor. Diri gövdesinden, gergin memelerinden, dolgun kalçalarından sağlık fışkırıyor. Yayla kadını olduğu nasıl da belli… Bir düş dünyasında Gökçe gelin. Esrimiş gibi. Şu çiçek kokularıyla yüklü eserler, yeller mi başını döndürüyor acep? Dalıp dalıp gidiyor. Belki birazdan davardan gelecek edesini düşlüyor. Kocasıdır o. Yiğit mi yiğit bir Yörük edesi…Birden doğruluverdi Gökçe gelin. Pınar başındaki Ertaş Baba taştan gövdesinin tüm ağırlığıyla üzerine çöküyormuş sandı, öyle gördü. Bu korkuyla ağzından bir" Hiii," çıktı. Oracığa, suların, taşların, çayırların, giysilerin ve de Ertaş Babanın koca taş gövdesinin dibine çöküverdi. Bayılmıştı. Yaylacılar yetiştiklerinde Gökçe gelini kanlar içinde buldular. Halâ baygındı. Üç aylık bebesini düşürmüştü. Oba halkı, olayın nedenini çabuk anladı. Bütün suç Ertaş Babadaydı. Hep birlikte öç alırcasına Ertaş Babaya, hele hele kafasına saldırdılar. Kafa gitti. Kollar kırıldı balyozumsu koca taş darbeleriyle,.. Yarı beline kadar toprağa gömülü olan gövdesinden parçalar kopardılar. Bu parçalardan pınarın suyu içine atıp, Gökçe geline yudum yudum içirdiler. Ertaş Babanın gazabının öcünü almış saydılar kendilerini.. Bu oba yıllar yılı, bu uğursuz yaylaya konup göçemedi bir daha. Uğramaz oldu. O güne değin kutsal saydıkları, koca yaylanın uğuru diye bildikleri dilsiz, sedâsız Ertaş Babayı başsız, hemi de kolu kanadı kırık bırakakodular ortalık yerde. Başka oymaklardan bu yaylaya konan yaylacılar, gene de onu sevip saymağa, yönlerini kıbleye dönüp ruhuna bir elham okumağa devam ettiler,yıllar ve yıllar boyu,..

1930 yıllarında birçok adamlar, bir kamyon dolusu, Ertaş yaylasına çıktılar. Ellerinde ipler, kazma, kürekler, kancalarla… Saatlerce uğraşa uğraşa söktüler yerinden Koca Ertaş Babanın taşlaşmış gövdesini. Gövdesine ipler geçirip, yokuş aşağı sürükleye sürükleye kamyona yüklediler, Zorluklarla, uğraşılarla, güç belâ … İçlerinden bir yetkili başını sallayıp, bilgiç bilgiç :"Hititlerden kalma." dedi. Kayseri müzesine taşıdılar Ertaş Dedeyi. Yüzlerce yıl, binlerce yıl Ertaş yaylasının kuzeye bakan döşünde. Kızılırmaktan kopup gelen poyraz eserine döş vermiş Ertaş Baba şimdi Kayseri Müzesinde yatır durur… Bir gönül eri çıksa da, Ertaş Babanın kırılan kellesini ,kollarını arasa bulsa toprak altından…Götürüp gövdesinin üstüne yerleştirseler. Yapıştırsalar… Yakıştırsalar…

 Ertaş Babanın başsız heykeli yerinden koparıldıktan sonra, bu yaylanın hiç tadı tuzu kalmadı. Meşesi, alıcı, ahladı, bodur ardıç çalıları, hatta keveni, kekiği, püreni bile çevre köylülerce sökülüp yakıldı. Baharların deli-dolu sağanaklarından sonra oluşan seller de alıp alıp götürdü yaylanın topraklarını… Köylüler gene de durmadı… Yaylaya kimse çıkmasın diye, göç yollarını sürdüler, sözde ekerge yaptılar. Birbirleriyle ve de yaylacılarla kavgaya, dövüşe giriştiler, Anlaşmazlıklar bugün de sürüp gitmekte.

         ERTAŞ BABA BURALARDAN GİDELİ BERİ

Buralarda Ertaş Babanın bir adı kaldı şimdi.Bir de çevresindeki köylerin hemen hepsinde soylu geçinen ailelerin soyadları…Suvermez’de olduğunca…

 Ama aslına bakarsan Ertaş, Ertaşlığmı taa Hicrî 1041 tarihli Padişah 3. Ahmed’in fermaniyle yitirmeğe başlamıştı. Orta Anadolu bozkırında bir mâmûre yaratılırken, Muşkara nam kariye Nevşehr nam beldeye dönüşmekteyken… Ertaş Dağının da zorla urbası soyuluyor, çıplatılıyordu.

 "Ferman ettim. Ferman ettim. Ferman ettim."Kalın, tuğralı, kocaman bir kağıttı bu: "Bu dağı yaylağa vakfettim.Her kim buradan bir mezra açsa hükümsüzdür. Gene mera gene meradır."

                        VE SONRASI

Ertaş babanın kafasının düşürülmesi, kolunun kanadının kırılması yıllarca, yıllarca unutulmadı. Dilden dile, kuşaktan kuşağa dağın taşın dilinde yankılandı durdu. Bu dağlarda yaylayan öteki obalar suçu tümden Gökçe Geline ve de obasına yüklediler."Gökçe gelin urba yudukta, günün sıcağı bedenine vurdukta, gün vurup tüm bedenini gevşettikte... “Gerneşerek Ertaş babaya yaslanmış.” "Gökçe gelin deveci yiğitlere yüreğini bozmuş da..”

 "Gökçe gelin yuduğu donunu kurusun diye Ertaş babanın kafasına sermiş. Hemi de donunun piyiğini tam ağzına, burnuna değdirerek sermiş de.." "Gökçe gelin bu.. Edepsiz, erkânsız ve yolsuzun biri…  Ertaş babanın tam önüne çömüp çöğdürmüş de.. Utanmadan.,"

 "Gökçe gelinin obası: değil mi? Ertaş babanın öküzüne eş olan alageyiğin soyunu tüketen, Ertaş babanın sabanında boyunduruğuna kayış olan alayılanın soyunu gördükleri yerde öldüre öldüre..."

 "Gökçe gelin sütleri, kalaylı büyük leğenlere doldurmuş. Çadırın önünde kaymak bağlasın diye.. Bir ince yılan da leğene doğru ağmış. Gelin bunu gördükte ocağın başındaki eğişi kaptığı gibi yılanın başını ezivermiş. Aaah,ah..Yapmasa iyiydi." "Ertaş baba bu. Ermiş kişi..Er kişi..Tüm bunları bilmez mi hiç? İşte yerinden yekinivermiş. Usulca Gökçe gelinin üstüne.. Gazaba gelip.. Ya, olan olmuş o arada.."

                  YÜCE ERTAŞ DAĞI

Bu Ertaş Dağı çok görmüş geçirmiş bir dağ. Çok yanmış, çok yıkılmış bir uluca yücelti… İnsanlardan çok çekmiş. Çok yaşlı bir yanardağ. Yana yana, tüte tüte yassılamış doğaya. Neyse ne ya.. İnsanoğlu ol güzel dağın sırtındaki tüm giysilerini soyup, soğana çevirmiş. Meşesinden kekiğine dek. Bu çıplaklıktan ötürü sel suları toprağını alıp alıp Kızılırmak’a taşımış.

 Ertaş’ ın bir koyağına sokulmuş Kızılcin köyüne Ertaştan serçe parmak kalınlığında bir su getirilecekti, Künklerle köye akıtılacaktı da… Künk boruları yere gömecek kadar toprak derinliği hiç bir yerinde bulunamamıştı bu dağın. Yaşlılar, bu dağın her yanında ağ çakıllı pınarlar bulunduğunu anlatırlarmış. Meşe kümelerinin, karamuk güllerinin arasından kaynarmış pınarlar. Günümüzde sular, birkaç yoksul kuyunun taa diplerine çekilmiş. Karanlıkta çıldır çıldır gökyüzüne bakar durur. Kışın kuyuya kar basmaya gidenler de olmasa hiç suyu da olmaz ya..

 Ey, başı bölük bölük dumanlı ve yaylada alaca karlı Ertaş baba Dağı. Sularını tüm Bekârlar’a, Acısu’ya, Karapınar’a, Göre özüne gönderecek ne vardı yani?

 Azıcığını da eteğine yaslanmış şu susuz köylerine saklasan olma mıydı? Siz diyeceksiniz ki, Ertaş baba bu kadar acımasız mıydı ki? Bağışlaması kıt mıydı ki? Bu kadar hak yiyici miydi ki ?  Eee... Ertaş Babanın Tanrılığı da pek öyle âhım şâhım bir şey değildi de ondan.. olsa gerek… Netsin,neylesin Ertaş baba..