MEZARTAŞI BİLE OLMAYAN İKİ KIZ ÇOCUĞU ZELİHA VE SALİHA

Doç. Dr. Faruk GÜÇLÜ

1940 lı yılların sonu,1950 li yılların başlarıydı. Tek doktor vardı “Nevşaar” ilinde.Nevşaar köylülerin dilinde bugünkü Nevşehir ilinin yerleşik adıydı. Köylerde dolmuş, araba,minübüs yok denecek kadar azdı. Köylerde yaşayanlar kağnı ve at arabalarıyla gelip giderlerdi pazarlara. Köyde yaşayıp hastalananlar hele karın yolları kapattığı kış aylarında hastalananlar için yaşam daha da zordu. O nedenle hemen hemen her köyde askerde “sağlıkçı” sınıfında askerlik yapanlara değer verilir ve “sıhhıya” adıyla anılırdı. Belli köylerde kırık çıkığı gideren sınıkçılar vardı. Böylece sağlık hizmetleri hastanelere ulaşılamadan yerinde sunulmuş olurdu.

Zeliha,bir kış ayında bulaşıcı bir hastalığa yakalandığında henüz altı aylıktı. Köyde geleneksel tıp yöntemleriyle tedavi yapıldı. Eşek sütü içirmek ,kuşb.ku yağlamak dahil her yol denendi. Cami hocası muska da yazdı.Nevşaar’a çocuğu götürmek hele kız çocuğunu götürmek ne mümkün. O zaman ki geleneksel kültür kız çocuklarına yeterince değer vermiyordu zaten. Karlı bir günde dünyadan göçüp gitti Zeliha. Hastalığı neydi ? Niçin öldü bilinemiyordu. Kefene sarılı küçük bedenini babası götürüp mezara defnetti. Baştaşı olarak bir taş bulunup konuldu. Adının bile yazılmasına gerek duyulmadı baş taşına. Dünyada adının bile yazılı olmadığı bir baştaşı kalmıştı sadece. Mehmet ve Gülfidan çiftinin ilk çocuğu idi Zeliha.

Mehmet ve Gülfidan çiftinin ikinci çocuğu oldu, adını Saliha koydular. Oda iki aylık iken adı bilinemeyen salgın bir hastalığa yakalandı. Doktor yüzü göremeden yaşamdan kayıp gitti. Onu da daha önce ölen ablasının mezarının yanına defnettiler. Köylerde kadınlar cenaze namazı kılamıyor ve defin merasimindebulunamıyordu .O nedenle anne Gülfidan iki kızının mezarına bir kez gidebildi. Şimdi mezarlık dolduğu için kızlarının mezarını bulamıyor bile.

Mehmet ve Gülfidan çiftinin kaybettiği iki kızından sonra iki oğlu oldu. Onlar hayatta olup yaşıyorlar ama bilmiyorlar ablalarının mezarlarını. Hatta onlara iki ablasının öldüğünü anlatan dahi olmamış.

Mehmet ve Gülfidan çiftinin beşinci çocuğu, bir kız çocuğu olarak dünyaya geldi. Adını “Dursun” koydular o da ablaları gibi ölmesin diye. Oysa Dursun erkek ismiydi ne fark eder. Dursun da bilemiyor ablalarının mezarını.

Baba Mehmet yaşamını yitirdi anne ve üç çocuk yaşıyorlar ancak çocuklar ölen ablalarının mezarlarını bilemiyorlar. Anne de mezar yerinin nerede olduğunu bilemiyor.Hiç resimleri de olmadığı için hayal da edemiyorlar.

Köylerde eskiden çocuklar nüfusu ilkokul çağına gelince kaydedilirdi. O nedenle Zeliha ve Saliha’nın nüfusta kaydı da yok. Yani doğdukları köyde, resmi kayıtlara göre onların doğumu ve ölümü ile köyün ne nüfusu artmış ne de azalmıştı. Dünyaya geldiler “cee” dediler, anne sütü emdiler, biraz nefes aldılar ve yaşamadan kopup gittiler. Geride adlarının yazılı oldu mezar taşları bile yok. Nüfusta kayıtları da.

Zeliha ve Saliha 1950’li yıllarda Orta Anadolu köylerinde yaşayan diğer çocuklardan diğer kız çocuklarından hiçte farklı değildi. Ulaşım ve sağlık hizmetlerinin yeterince gelişmemiş olması, halkın yeterince bilinçli olmaması nice Zeliha ve Saliha’ları koparıp götürdü yanıbaşımızdan. Zeliha ve Saliha kimsesiz değildi, “kimsesizler mezarlığındada”değildi kuşkusuz. Köyde bilinen bir mezarda idi.Ancak mezarın baştaşı olmadığından, o yıllarda köyde okur yazar az olduğundan yeri bile kaybolup gitmişti.

Anadolum böyle acıklı nice öykülere beşiklik etmiştir kuşkusuz.