Mübadele...Getirdiği, Götürdüğü...
 
Anadolu'nun orta bölgeleri bir savaş platformu...Savaş kimler arasında ? Bizans askerleri ile Sasani güçleri arasında...Sınırlar sürekli değişiyor...
Anadolu'nun orta bölgeleri bir savaş platformu... Savaş kimler arasında ? Bizans askerleri ile müslüman Arap güçleri arasında... Sınırlar sürekli değişiyor...
Konstantinopolis'teki Bizans İmparatoru bıkıp usanmıştır saldırılardan. Kendi halkını korumaktan aciz...Danışmanları bir görüş öne sürerler. Balkanlarda yaşayan Peçenek, Uz gibi toplulukları Kapdokya'ya göçürmek (deportation).
İmparator kabul eder öneriyi...Yıllar boyunca Balkanlarda yaşamış halk topluluklarından bazıları öbek öbek aktarılır Anadolu'nun iç bölgelerine... Erciyes Dağı ile Hasan Dağı arasında yanardağ yaylalarında  at, davar yetiştirirler, hububat ekerler, kayaları oyup meskene dönüştürürler...Balkan diyarından Anadolu'ya; değişik ortam...Bir yaşam başlar ve binbir sıkıntıya karşın sürer gider...Fakat yaşadıkları coğrafya belalıdır. Bu yaylaları, bu koyakları, bu düzlükleri, tuzlu gölleri onlar koruyacaklardır doğudan gelen, güneydoğudan gelecek olan düşman saldırılarına karşı...Ölerek. öldürerek...Yüzyıllar boyunca yerine getirirler Bizans imparatorlarının buyruklarını...
1050'lerden başlayarak Güneydoğu'dan, Kuzeydoğudan Anadolu'ya yeni akıncılar girmekte. Kimler ? Türkler...Kayseri İmpartor kenti: Sezarea...Halys ırmağı apal, çamurlu, tuzlu. Süvarilerin atları ırmağın sularını içmiyor. Koyak boyunca batıya doğru ilerleyen Selçuklu akıncılar hayretler içinde kalıyor. Hiç beklemedikleri bir durum : Halk Türkçe konuşuyor. Ve fırından çektikleri nar gibi kızarmış çörek ikram ediyorlar süvarilere. İki ayrı dünyanın Türklerinin karşılaşmasıdır bu. Balkanlardan gelenler artık yerlileşmiş; doğudan gelen konuk kardeşlerine kucak açmıştır...Selçuklu akıncılar ayırdına varırlar ki, bu Türklerin kiliseleri vardır kayaların içine oyulmuş...Selçuklunun hoşgörüsü din ayrılığını önemsiz kılmaktadır.
………………………………..
'' Yusuf Ağaaa, Memmed Ağaa eglizamıza iyi bakın haa, yıkılıp neyitmesin haa...''
1340: 1924...Yer: Suvermez Köyü...Ortodoks halk yürümektedir. Nereye? Bir bilinmezliğe. Yunanistan denilen yerin adını duymuştur da köylü, nerededir, nasıl bir ülkedir, mektepte okuyanların bile pek bir düşüncesi yoktur ayan beyan...Kimse aşikare fikir sahibi de değildir.
Bir insanın doğup büyüdüğü yurdundan ayrılması kolay mıdır? İşte o ev, o hayat...Suyu kıt köyde, binbir zorlukla yetiştirilmiş uzun kavak, selvi...İşte köyün Rum çocuklarının mektebi...İslam çocukları mescitte ders görür, sonra birbirleriyle buluşur birdirbir oynarlar, çelik oyunu kurarlar, İstanbul'a gidip gelenleri hayran hayran dinlerler, düşler kurarlar...İşte bir Rum gencinin komşusuna aşık olduğu  kayalık...Sonrası acı...Keskin kayalar içinde doğal bir kuyuda elele bulunmuş taze gövdeleri,cansız...İşte ayrı dinden insanların bayramlarda buluştukları yerler...Ayrılık yok; müslüman komşusu Hristiyanın bayramını kutluyor bir tepsi börekle...Hristiyan , komşusu müslümanın bayramını kutluyor İstanbul'dan getirilmiş bir kutu lokumla...
Melegübü yolunda bir yassı tepeye çıkıp köylerine son kez bakıyorlar...Gözlerinde yaş...Kimse birbirini kınamaz ağladığı için. Hıçkıra hıçkıra ağlarlar...Kimse saklamaz gözyaşlarını...
'' Daha ellerimin sızısı geçmedi. Doya doya oturamadık içinde, vay gözel evim vaaay!''
'' Nasıl da topladıdım daşlarını...Bire on virirdı zahireyi...Vay tarlam vaay!''
'' Eglizamızı nasıl da gözel boyadıydık...Bi daha İsamıza ibadet olacak mı? ''
'' Kandili, şamdanı noolacak eglizamızın ?''
Çocuklar da kendi arkadaşlarını anarlar...Zaman zaman döğüşmüş de olsalar, yalnızca güzel, hoş anılardır artık bellekte kalan...
Eneği'den, Silata’dan, Neapolis’ten, Arapsun'dan  gelenlere katılırlar Melegübü'de. Orada da birbirlerine sarılıp ağlaşırlar. İçlerinde güngörmüş yaşlılar vardır. Ağlayışa kızarlar:
'' Bre karıları geçtiniz salya sümük ağlamada...Ucunda ölüm yok ya...Nidek! Ferman böyleymiş. Yonan Hökümeti bize sahip çıkacaktır. Sulh Anlaşması öyle diyor.''
İçlerinde karşı koyanlar da vardır da, susarlar saygılarından...Yaşlıların sözü kalır öyle havada.
Melegübü'den sonra Limnea...Sonra Niğde...Gittikçe büyür insan yığını. Yayan yapıldak, toz toprak içinde, perişan...Daha yolun başında yorgun düşmüşlerdir. Ulaşılacak son noktaya ne kadar zamanda varılacak? Bunu hiç kimse bilemez... Misti Ovası'nın hristiyanları daha da üzgündür. Görkemli kilisesiyle ünlü Misti...Konaklarıyla, saray gibi evleriyle...Niğde çevresinin varsıl köyleri...Aravan, Fertek ve digerleri...Göçgün kalabalığı Niğde'de durmaz. Bir an önce Ulukışla Tren Durağı'na varmaları gerekir...İstanbul'dan gelen trene attılar mı kendilerini, artık Toroslar tünellerden rahat geçilecek ve Akdeniz'in yosun kokusu gelmeğe başlayacaktır...Mersin ...Anadolu'da son kalma yeri...Gemi hazır mı? Nerdee? Akdeniz gemiciliği İtalyan Bahriyesi'nin denetiminde...Roma'dan buyruk gelecek de göçgünleri alıp Yunan yarımadasına taşıyacak...Yorgun, bitik, aç...Atarlar kendilerini Akdeniz kıyısına...Bekle, bekle, bekle...
......................
1340 Ahali Mübadelesi  Birinci Büyük Paylaşım Savaşı sonrası yaşanan en facialı, en trajik, en dramatik nüfus göçlerinden biridir.
Buna neden gerek görülmüştür ?
Mazhar Müfit Kansu, Gazi Kemal Paşa'nın yakın çevresinde yer almış aydın yöneticilerden biridir. Anılarında, Sivas Kongresi günlerini anlatır : '' Kemal Paşa, vakti geldiğinde Anadolu hristiyan Rum halkının Yunanistan'a gönderileceğini dile getirdi.''
Lozan Barış Görüşmeleri'nde  karşılıklı göç konusu hararetle tartışılır. Sonunda, Anadolu Rumları ile Yunanistan’da yaşayan  İslam halkının mübadelesi hükme bağlanır.  Cumhuriyetin ilanı için Lozan Antlaşması'nın imzası beklenir. 1923 sonrasında bir Vekalet de kurulur mübadele konusunda  çalışmaları düzenli yürütmek için ( Celal Bayar TBMM tarafından Vekil olarak atanır).
Daha uygulamağa geçilmeden Mübadele konusu yoğun biçimde tartışılmağa başlanır. Anadolu'da Rum denilen Ortodoks halk Yunan değildir, Grek değildir. Karamanlı  halk Türkçeden başka dil bilmez, konuşmaz. Özellikle İç Anadolu Rumları sahil hristiyanlarından farklıdır. Aynı köyde yüzlerce yıldır barış içinde yaşayan müslüman ve hristiyan halk, eğer kendi hallerine bırakılsa, hiç sorun çıkmadan yine yaşamağa devam edeceklerdir. Ne var ki, Rus Çarlığı Kırım'ı işgal ettikten ve bir ideoloji olarak ''Sıcak denizlere inmek'' siyasasını bir devlet düşüncesi olarak kurumlaştırdıktan sonra Anadolu Ortodoks halklarının koruyuculuğunu üstlenmiştir. Osmanlı Padişahı 2. Mahmud döneminden başlayarak Anadolu'da yapılan kiliselerde Rusya'nın büyük moral ve para gücü vardır.
Yunan bağımsızlık hareketi başarıya ulaşıp da Osmanlı Devleti'nden ayrılarak devletleşen Yunanistan da 'Megali İdea' yı benimsedi. Bu, eski Bizans'ın yeniden diriltilmesi anlamına geliyordu. Yalnız İstanbul'un, Trabzon'un başkent olduğu eski imparatorlukların arazileri değil, İç Anadolu da Yunanistan'ın genişleme politikasına göre belirlediği haritanın sınırları içine giriyordu.
Yunanistan, Avrupa'nın ve ABD'nin maddi desteğiyle ve yeni devlet oluşumuna duyulan sempatinin sağladığı güçle Ege Denizi doğusundaki topraklara öğretmen adı altında misyonerler göndermeğe başladı. Kapadokya, kaya kiliseleri ile tarihsel bir değer taşıyordu. Öğretmenler çocuk, ergin, yaşlı..herkese şu duyguyu, düşünceyi kazandırma çabasındaydılar : '' Sizler, madem ki Ortodoks inancına sahipsiniz. Öyleyse Greksiniz. Hep birlikte Büyük Yunanistan'ı kurmak için çalışmalıyız. Ey Küçük Asya'nın Hristiyanları uyanın ve gelecek için çalışın. Zenginleşin ve Anadolu'nun Osmanlı egemenliğinden kurtarılması için gücünüzü seferber edin. Atina sizleri izliyor ve gözlüyor. Her türlü yardıma hazırdır. Avrupa ve Amerika da bizim yanımızda, Rus Çarlığı da bizi destekliyor. Bu topraklarda yetişip de Konstantinopolis'te zengin olan dindaşlarımızın daha cömert olmalarını bekliyoruz. Bu harcamalar onların da menfaatinedir. Haydi, şimdi çalışın, istihsal edin, güzel dilimizi Yunancayı  öğrenin, Türkün kaba lisanını konuşmaktan vazgeçin ve Atina'dan gelecek emirlere kulak verin! ''
Nevşehir'de, Arapsun'da, Aksaray'da, Niğde'de, Kayseri'de misyoner etkinlikleri sonucu milyonlarca Ortodoks  Yunan olduğuna inandı . Kiliseler birer halk eğitim merkezi durumuna getirildi. Aymaz Osmanlı mülki amirleri bu gelişmeleri görmezden geldi. Batılı devletlerin baskısıyla Babıali de onlardan, buyruklarla Rum halkın taşkınlıklarına göz yummasını istedi.
Yunan Devleti ortaya çıkalı daha 100 yıl olmamıştı. ABD'nin, Britanya Krallığı'nın yardımlarıyla Yunanistan Ege Denizi'ndeki Türk adalarını birer birer ele geçirmeğe başladı. Balkan Savaşı yıllarında Türk Orduları Rumeli'de ölüm kalım mücadelesi verirken, XIV. Yüzyıldan beri Balkanları vatan yapmağa çalışan Evlad-ı Fatihan'ı yokolmaktan kurtarmağa çalışırken Ege Adaları tek bir kurşun atılmadan  Atina yönetimine devredildi. Çünkü 2.Abdülhamid, Bahriye'nin ayaklanması vesvesesi ile  Donanma' yı Haliç'in çamurunda tutup çürütmüştü. Ol nedenle Adalar'ı geri alma gücümüz yokolmuştu. Rauf Bey'in destansı Hamidiye   saldırıları da Adalar'ın elimizden çıkmasını önleyememişti.
Yunanistan  1. Dünya Savaşı'na girmedi. Savaşın yıkımını yaşamadı. Ordusu yıpranmadı. İleri görüşlü devlet adamları Savaş sonrasının hesapları üzerinde duruyorlardı. Megali İdea adım adım gerçekleşiyordu.  Anadolu topraklarının paylaşımına hazırdı Yunanistan. 15 Mayıs 1919 günü Yunan Deniz Gücü İzmir'e asker çıkardı. Sahil Rumları sevinç gösterileriyle karşıladı askerleri. Büyük Britanya ve ABD donanmaları da destekliyordu Yunan işgalini. Efzun askerleri Limana çıkınca İzmir Metropoliti en öndeki askeri kutsadı, dua etti. İzmir'in Rumları mutluluktan, çıldırdı. Türk Ordusu'nun eli kolu bağlıydı. Babıali , işgali olağan görüyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine uygundu. Yunan askerleri Sarı Kışla'yı basıp Türk erlerini öldürdüler. Miralay Süleyman Bey '' Zito Venizelos '' diye bağırmadığı için süngüyle şehid edildi. Yunan Ordusu kentte gövde gösterisi yaparken sivil Rumlar da Türkleri katletmeğe başlamıştı. Gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres) Yunan Sancağı taşıyan askeri tek kurşunla vurdu. Büyük panik yaşandı. O gün, Yunan askerleri binlerce İzmirli Türkü öldürdü. Birden bastıran sağanak yağışıyla İzmir Körfezi kan kırmızısı renge boyandı...
Yunan Deniz Gücü'nün İzmir'e asker çıkarması ve gün geçtikçe kuzeye, doğuya doğru işgal alanını genişletmesi İç Anadolu Rumları üzerinde nasıl bir etki yarattı ?
Eneği'nin, Sinason'un, Melegübü'nün, Gelveri'nin, Arapsun'un Rumları ilk iş olarak manifaturacılarda ne kadar ak ve gök bez varsa yağmaladılar. Terzileri ünlüydü. Aşkla, şevkle çalışmağa başladılar. Neydi üretilen ? Bayrak... Yunan işgali İç Anadolu'ya ulaştığı zaman ilk gelen nefere, atı üzerinde Napolyon edasıyla poz vererek gelecek ilk kumandan zabite hediye edeceklerdi bu bayrakları. Sonra evlere, Küçük Asya Yunan Devleti'nin resmi binalarına bu bayrakları çekeceklerdi.  Bir Sinasonlunun,  İstanbul'da zenginleşip, doğduğu beldeye büyük bir yönetim konağı- valilik- yaptırması boşuna mıydı ? O günler geliyordu işte. Yunan neferleri için hastane de hazırdı Sinason'da. Ayrıca olabildiğince her türden ilaç, derman ( Ürgüp'te değil eczane, bir ecza dolabı bile yoktu o tarihte. Halk, alacağı küçük bir ilaç için Kayseri'ye gitmek zorundaydı) biriktirilmişti.
Ürgüp'te, Safranbolu'da sevinç gösterileri yapılıyordu. Kasabaların islam halkı derin bir  üzüntü içindeydi. '' Biz yıllardır bunları, dinleri ayrı da olsa, kardeş biliyorduk. Yazıklar olsun !''' diyorlar, ellerinden birşey gelmiyordu.
O günlerin de kendine göre haberleşme olanakları vardı. Gazeteler İstanbul'dan geç geliyordu. Fakat kulaktan kulağa daha hızlı yayılıyordu Yunan Ordusunun ilerleyiş havadisi. Oysa Torosların hemen cenubunda da Fransızlar vardı ve onlar da Ermenileri silahlandırarak Türk halkı katlettiriyorlardı. Develi'nin biraz ilerisinde Gezbel Gediği Fransız işgal bölgesinin sınırı gibiydi. Kozan, Feke, Hacin, Höketçe ise Fransız üniformalı Ermeni askerlerin denetim ve gözetimindeydi. Gönüllü Türk milisler, ulusalcı gençler  Develi'de toplanıp Hacin'i kurtarmağa gidiyorlardı.
Haberler geliyordu her yandan...Karadeniz yalısında, Canik Dağlarında Pontusçu Rumlar Türk halkı yoketme çabasındaydı. Fakat Topal Osman Ağa yemin etmişti : Öldürülen her Türke karşı 10 Rumu ortadan kaldıracaktı.
1917'de Rusya'da Bolşevik İhtiliali çıkınca Çarlık Ordusu dağılmıştı. Varsıl Ermeniler geri çekilen askerlerin silahını satın alıp halka dağıtmıştı. Ermeniler, içinde Van Gölü'nün yer aldığı , Karadeniz'e kıyısı olan, Kilikya Ovası dedikleri Çukurova'dan Akdeniz'e kıyısı bulunan ve batıda Sivas'ı, Erzincan'ı, Erzurum'u, Kars'ı, Iğdır'ı, Malatya'yı Elaziz'i , Urfa'yı  kapsayan Büyük Ermenistan Devleti kurmak için silaha sarılmışlardı. ABD'de, Fransa'da, Lübnan'da Ermeni Diasporası maddi güce ek olarak moral destek de sağlıyordu.
1919. 20.21 yıllarında Yunan işgal alanı gittikçe büyüdü. Trakya, Marmara kıyı bölgeleri Yunan ordusunca ele geçirildi. Yer yer karşı da konuldu. Fakat bu direnişler zayıf kaldı. TBMM’nin donanışı zayıf ordusu Yunan askerlerini İnönü’de, Bozüyük’te yendi , ama bu utku işgali durdurmadı. Kütahya ve Eskişehir düştü. Ürgüp Rumları, artık Yunanların gelip kendilerini kurtaracağından emindiler. Fakat 1921 temmuzunda  Ankara'dan gelen bir  buyruk Rumları hayli düşündürdü, üzdü. Bu ''Tekalif-i Milliye'' idi ve Başkumandan Kemal Paşa 'nın imzasını taşıyordu. Rumlar hayretle izlediler yoksul Ürgüp halkının, TBMM neferleri için nasıl yün çorap, çarık bağışladığını, dükkanlardaki malların değil üçte birinin, tamamının Ordu'ya verildiğini...Halk. kefenini bile Ordusuna yollamıştı...Bağa bahçeye giderken bindiği, ürününü taşıttığı atını, merkebini de Ordusuna  bağışlamıştı.
Yunan Ordusu Polatı'ya dayanmıştı. Türk Ordusu Ankara'nın GB' sında mevzilendi. Sakarya Melhame-i Kübrası başladı. Çocukları asker olanların gözü, kulağı Haymana-Polatlı arasındaydı. Top sesleri Nevşehir’e kadar geliyordu. 22 gün 22 gece sürdü Savaş. Utku Türk Ordusunda kaldı. Yunan Ordusu yenilmişti. Sakarya'nın batısına çekildiler. Kasabaların, köylerin Rum evlerinde derin bir acı, yoğun bir üzüntü...Buna karşılık , çocuklarını askere göndermiş ailelerde büyük bir sevinç...Türkler halaylar çekerek kutladılar ordumuzun kazandığı büyük utkuyu…Düğün, dernek kuruldu...
Kapadokya Rumları bir süre çarşıya pazara çıkamaz oldular. Aralarında toplanıp endişelerini paylaştılar. Acaba Yunan Ordusu toparlanıp yeniden gelip Ankara'ya girer de TBMM'ni basar mıydı? Kendilerini kurtarır mıydı ! Sandıkarda sakladıkları Yunan bayraklarına  yenilerini eklediler, naftalinlediler eskileri...
Yaşam yeniden olağan düzene girdi. Nevşehir'de  Rum fırıncıların çektiği has somunu Türk köylü de satın aldı, iştahla yedi. Davarcı Türklerin yaptığı çömlek peynirini Rum  bağcı satın alıp üzümüne katık etti. Semerci Rum da Türk komşusunun merkebi için palan yaptı. Rum  terzi Türk çırağına mesleğin inceliklerini öğretti.
Fakat herkes gergin...Ne olacak bunun sonu ? Atina Yönetimi'nin Küçük Asya Askeri Harekatı ...Akibeti nedir? Sakarya Savaşı sonrasında Avrupa'da Yunanistan'a destek verenler arasında isteksiz olanların sayısı artıyor. Fransa artık Çukurova'dan çekilecek. İstanbul-Bağdat Demiryolu sınır sayılacak ve artık iki ülke arasında savaş sona erecek. Britanya Krallığı da Yunanistan'ı desteklemekten vazgeçmeğe hazır...
1922 yılının 26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz ile Yunan Ordusu tarihinin en ağır yenilgisini yaşadı. Bu yenilgi  Dömeke Savaşından bile ağırdı. 30 Ağustos günü TBMM Orduları Başkumandanlık Meydan Muharebesinden yengiyle çıktı. Ve Ordumuz Yunan Ordusunu önüne katıp Ege Denizi'ne doğru ilerledi. 9 Eylül günü İzmir'e girdik. Limanda demirli ABD gemileri can korkusuyla kaçan Rumları kurtarma telaşındaydı. Efzun askerini kutsayan İzmir Metropoliti'ni halk , yılların biriktirdiği bir öfke sonucu katletti. İki gün geçmişti ki, büyük bir yangınla Ege'nin dilber kenti İzmir yandı baştan başa...
Mudanya Ateşkes Antlaması ile artık savaş resmen sona ermiş sayıldı.
Anadolu Rumları büyük ''hüsran'' ı yaşıyordu. Kurtarıcıları gelmemişti. Ve elbette kim, Yunan Ordusu ilerlerken gösteriler düzenlemiş, kayıt altına alınmıştı. Anadolu'nun yoksul beldelerinde ulusalcı  öğretmenler vardı, yiğit mülkiyeliler vardı. Onlar,vatana ihanet edenler  tek tek belirlendi ve yargılandı...
24 Temmuz 1923...Lozan Barış Görüşmeleri sonuçlandı ve imzalandı. Sözleşme ve  protokole göre Türkiye'de yerleşmiş Rumlar ile Yunanistan'da yerleşmiş Türkler  karşılıklı olarak değiştirilecek ve tekrar dönmeyeceklerdi.
Kapadokya, Mübadeleden en çok etkilenen bölge oldu. Karamanlı Ortodoks Rum Halk bölgede ekonomik üstünlüğe sahipti. El sanatlarında, tecimde, alım-satımda başat konumda idiler. Nevşehir'in kasapları, manifaturacıları, terzileri, köşkerleri, semercileri, nalbantları,fırıncıları Rum idi. 4 Eylül 1919 günü Sivas'tan  Hey'et-i Temsiliye Reisi Kemal Paşa'dan bir buyruk gelmişti tüm belde riiyasetlerine, her Rum ustanın yanına ikişer  Türk çocuk verilerek zenaat öğrenmesi isteniliyordu.
Mübadelenin tam olarak başarılı olduğu ileri sürülemez. Böyle bir sav da yanlıştır. Dünyanın her yerinde bir mübadele sayısız sorunu da birlikte getirir. Bunları 1340 Mübadelesi çerçevesinde irdeleyebiliriz.
1. Sahil Rumlarını bir yana bırakırsak,  İç Anadolu Rumlarının Yunanlıkla ilgisi yoktu. Küçük Asya adlı eserinde Charles Texier , din adamlarının bile Yunanca bilmediğini, ancak kilisede ayin sırasında bu dili kullandıklarını yazar.
2. Ortodoks halk Yunanistan'a aşırı derecede güvenmenin yanlışlığını geç anlamış, bu arada islam  komşularını darıltmıştır.
3. Mübadele ırk esasına göre yapılmış gibi görünse de, sadece müslümanlık ve hristiyanlık ön plana çıkarılmıştır. Örneğin Yunanistan'tan gelenler değişik ırk öbeklerine aittir. Yunanca konuşanlar kadar Arnavutça, Bulgarca, Pomakça, Makedon Dili konuşan insanlar da vardır.Onlar sadece islam oldukları için mübadeleye tabi tutulmuşlardır.
4. Yınanistan'ta tütün yetiştiren insanlar İç Anadolu'da üzüm bağlarıyla karşılaşınca bocalamışlar, üzümcülükten anlamadıkları için bağları hozan-harap bırakmışlardır. Böylece beldeler ekonomik anlamda duraklama ve çöküş yaşamışlardır.
Mübadele olmasaydı neler yaşanılırdı?
Süveşe köyünden bir çiftçi ürününü satmak için Ürgüp pazarına giderken Cemil ve Sinason gibi ortodoks halkın yaşadığı iki köyden geçmek zorundaydı. Aynı dili de konuşsalar, aynı ırktan da gelseler, din başat faktör olduğundan birbirlerine düşman gözüyle bakmaktaydılar. Ekonomik olarak daha üstün olduğundan Rumlar, sataşma, saldırma hatta öldürme girişiminde bulunmuşlardır.
Til köyünden ürününü satmak için Nevşehir pazarına giden çiftçi, davarcı, rençber Melegübü, Eneği gibi varsıl Rumların yaşadığı köylerden geçmek zorundaydı. Nevşehir girişinde de onu yine Rumlar karşılayacak, taciz edecekti .
Askerden dönen iki islam gencin Rumlarca öldürülmesi üzerine yakılan ağıt 1930'lu yıllarda Zile köyünde söyleniyordu (* )...
Ve elbette islam halk da karşılık verecek ; bir fırsat kollayacaktı.  Mukabele-i bilmisil...Sonuçta, kimin gücü kime yeterse...Buna “mukatele” de denilebilir.
Bir benzetme ile bağlayalım sözümüzü ...20 Temmuz 1974 gününe değin Kıbrıs'ta durum nasıldı? Lefkoşa, Karpas, Baf, Larnaka, Limasol, Girne,Lefke, Magosa…Hemen her gün Türk köylüsünün katledildiği…BM Barış Gücü askerlerinin saldırganları koruduğu…Dünya kamuoyunda Türklerin Kıbrıs’ta yaşamaması gereken bir azınlık olduğu inancı…
 Ortodoks halk Anadolu'da yaşamağa devam etseydi, Türkiye o yılların Kıbrıs'ına benzerdi.
Romantik duyguların, düşüncelerin ağır baskısından kurtulup sağduyu ile irdelemenin zamanıdır.
1340 Ahali Mübadelesi ne getirdi, ne götürdü; iyi bilmeliyiz.Romantizmin tuzağına düşmeden…
.............................................................................................. 15 Ekim 2016. Saat 12.30