İnsan yaşamında milatlar vardır.
İnsan yaşamında mutsuzluklar kadar, mutlu anlar da vardır.
Neden gizlemeli, akademik yaşamda doktora tezim gecikti, unvanımı geç elde ettim.
Herkes Dr olduktan bir gün sonra yardoç kadrosuna atanırken, bizimki  17 ay gecikmeyle ve başka bir üniversiteye geçerek gerçekleşebildi. Bir süre için havalı bir unvandır yardoç.
Ya sonra !
Tam bir kabus...Doçent olmak için İngilizce sınavını bir kez girmekle aldım. Fakat bilim sınavında iki kez başarısız sayıldım.
Baktım, olmayacak, bıraktım. Dr Öğretim Görevlisi olmaya razı idim, bazı üniversitelere başvurdum. Olumlu yanıt gelse de ''viran olası hanede evlad-i iyal var'' dı, yapamadık.
Neden başarısız olduk. Bu, ayrı bir yazı olacak denli uzun bir konu.
Üçüncü girişim sınava...
İki gün önceden gitmişim İstanbul'a. Oğlum Umut'un Fıdıkzade'deki kiralık evinde kalıyorum. Gerginim. Anlatamayacağım kadar hem de... Sıkıntım Umut'u da etkiliyor.
26 Ekim gecesi kabus...Tüy dikiyor sürekli sireni çalan otomobiller. Bölük pörçük uyku. Tam bir uyku değil. Sızma...
27 Ekim 1995. Uzun zamandır üzerinde çalıştığımız ''Genel Ortam Kirlenmesi'' adlı ders kitabımı merak ediyorum. Erkence, evden çıkıp İnkılap Kitabevi'ne uğruyorum. Acaba çıktı mı ?
Orhan Şenkaan'ın gözlerinin içi gülüyor.
'' Müjde !'' diyor. '' Kitabımız bu sabah, az önce geldi.''
Gözlerime inanamıyorum. Orhan Bey kutudan aldığı bir kitabı gülerek bana uzatıyor. Sevincimden gözlerim yaşarıyor. Parlak kapağı gözlerimi kamaştırıyor. Nitelikli kağıt kullanılmış. Özenli bir baskı.
'' Beş tane verebilir misiniz ! '' diyorum. Orhan Bey altı tane veriyor.
'' Çok teşekkür ederim,'' diyorum. '' Emeği geçen herkese minnettarım.''
Kitapları çantama yerleştiriyorum. Müşküle Sokak'ta Suna Doganer'in yanına uğruyorum. Bir tane imzalayıp kitabımdan, sunuyorum. Şaşırıyor.
'' Pekii,ben bunu Metin Tuncel hocama ithaf ettim. Nasıl karşılar, ne tepki verir, bilmiyorum. Sen ne diyorsun ?'' diyorum.
Suna ikircikli.
'' Valla, Metin Bey kimselere benzemez. İltifatı hakaret gibi algılar. Ona ithaf etmişsin, tam da bugün sınava gireceksin. Hediye etsen nasıl karşılar; bilemem.''
Kararsızım. Netmeli, neylemeli ? Diger yarkurul üyesi profesörlere de birer tane vermem gerekecek. Metin Bey'in adını görünce ne diyecekler, tepkileri ne olacak ?
Suna'nın yanına keşke hiç gitmeseydim. Kararsızlığım arttı.
İstanbul Edebiyat Fakültesi. Dekan cografyacı Prof Dr Süha Esen Göney, rahatlatıcı sözler söylüyor. Kitabımdan bir tanesini imzalayıp sunuyorum. Öğen sözler söylüyor. İçindekiler bölümüne göz gezdiriyor.  ''Tamamdır,'' diyor gülümseyerek. Acaba bir bildiği mi var ? İnsan her şeyden kuşkulanıyor. Her şeyden de umutlanıyor. Kişilerin beden dillerinden anlam çıkarmağa çalışıyor. Benle birlikte Ankara DTCF'den Yalçın Karabulut da girecek sınava.
Yarkurul üyelerini de açıklamalıyım tarihe not düşmek adına.
Prof Dr Metin Tuncel ( İstanbul Üniversitesi ),
Prof Dr Ejder Kalelioğlu ( Ankara Üniversitesi ),
Prof Dr Ahmet Necdet Sözer ( Ege Üniversitesi ).
Güneydoğu Anadolu'ya, Diyarbakır'a özel bir ilgisi olduğunu bildiğim Necdet Bey'e Diyarbakır'dan bir kitap getirmişim. Onu da kendisine takdim edeceğim.
Cübbelerini giymiş olarak sınav yapılacak odaya geçtiler profesörler. Hiç yüzümüze bakmıyorlar. Yalçın ile Ejder Bey'in dostluklarını da biliyorum.
Sınava önce Yalçın alındı. Ben kıvranıyorum. Meraktayım. Kitapları tek tek sunarken söyleyeceğim sözleri yineleyip duruyorum. Karnıma ağrılar giriyor.
Tam 70 dakika sonra Yalçın çıkıyor odadan. Alı al; moru mor. Sonuç belli değil.
Benim adımı söylüyor Ejder Bey. Sanki tanımazmış gibi önemsemeyen, resmi bir sesleniş...
İçeri giriyorum. '' Günaydın'' diyorum, titreyen sesimle. Oturunca sandalyeye, çantamı açıp kitapları çıkarıyorum. Önce Metin Bey'e veriyorum. Sora digerlerine. Diyarbakır'dan getirdiğimi de Necdet Bey'e sunuyorum.
Sessizlik... Metin Bey'e bakıyorum. İthaf yazısını görecek mi, kitabı önemseyecek mi, yoksa kaldırıp koyacak mı masada ?
'' Çevre sorunlarına coğrafyacı gözüyle bakmamı sağlayan Sayın Hocam Prof Dr Metin Tuncel'e ithaf ediyoru bu iddiasız kitabımı'' yazıyordu ilk sayfada.
İzliyorum. Okuyor ithaf yazısını. Yüzünde bir gülümseme mi belirdi, yoksa bana mı öyle geldi.
Sınav olup da...Sohbet, söyleşi, yarenlik...Diyarbakır'da ne var ne yok ? Daha kalacak mısın Dicle'de ?
Herkes kendi makalelerini, kitaplarını okuyup okumadığımı merak ediyor.
Metin Bey soruyor: Besim Darkot hocamla benim yazdığım iki kitabın adları...
Ejder Bey soruyor : Antep fıstıkcılığı konusunda kim yazı yazdı ?
Necdet Bey soruyor: Erzurum ve Diyarbakır hakkındaki çalışmalarımın bibliyografik künyesi...
Hepsine tek tek yanıt veriyorum da...Aynı anda iki üye soru soruyor. Gerginim. Terliyorum. Yine de sakin olmağa çalışarak, ''kafamı toplayıp'' yanıt veriyorum.
Sınavın bittiğini söylüyor Metin Bey. Yüzlerine bakıyorum. Anlamak zor. Benim kadar onlar da yorgun görünüyorlar. Dışarı çıkıyorum.
Çeyrek saat sonra Yalçınla beni içeriye çağırıyorlar.
Metin Bey konuşuyor : '' Eksikleriniz var elbette. Fakat sınavda sizi başarılı saydık. Doçent unvanını kazandınız. İkinizi de kutluyoruz. Bundan sonra sizden daha nitelikli yayınlar bekliyoruz. Bana ithaf ettiğin kitap için de Emrullah, sana ayrıca teşekkür ederim.''
Artık herkes gülümsüyor. Metin Bey ikimize de cübbe giydiriyor. Kucaklaşıyoruz.
Kabus sona eriyor. Rahatlıyoruz.
Yardoç olarak geldiğim İstanbul'dan, Doçent olarak dönüyorum Diyarbakır'a.
29 Ekim sabahı erkence, Cumhuriyet Bayramı günü , uçak mı uçuyor Gündoğusuna doğru, ben mi ?
                                                                                                                                         29 Ekim 1996.