ŞİDDET, KÖTÜ DÜNYA SENDROMU VE TEFLON ADAMLAR
     Tam güzel güzel yazıp çizerken, yazı konusunun yönünü değiştirme ihtiyacı duydum. Konu malum, Tarsus’ta bir kız çocuğunun başına gelen akıl almaz olay. Empati kursun ya da kurmasın duyan herkesi derinden üzdü. Aslında gün geçmiyor ki, toplumsal tepki uyandıran, gündemi sarsan şiddet türü duyulmasın.
 
     Gelişmeleri duyduğumda, bir psikiyatrı uzmanının şiddet konusunu ele alan makalelerine biraz bakma gereği duydum. Yazılarında, şiddet tırmanışı ve değerler kaybından söz ediyor. “Siyasal, etnik, ayrımcı ya da cinsel şiddet, dünyanın dört bir yanında seviye farklarıyla yaşanıyor. Basına yansıyan gelişmeler, Türkiye'de şiddet seviyesinin yukarılara tırmandığını gösteriyor. Türkiye'de suç oranıyla ilgili bir istatistikî çalışma yok ama, eskiden ayda bir ya da iki defa gördüğümüz kadına yönelik şiddet olaylarının ölümle sonuçlanması neredeyse her gün yaşanır hale geldi. Her sene Kıbrıs adası kadar toprak kayboluyor' diyoruz ve önlem olarak toprak erozyonuna karşı faaliyetler gerçekleştiriliyor. Aynı şekilde toplumda da 'değerler erozyonu' var.” diyor.
 
     Şiddet artışı ve değerler kaybını da 'kötü dünya sendromu' diye nitelendiriyor. Diyor ki; “Gün geçtikçe bilgiye ulaşmak kolaylaşıyor, konfor artıyor ama; şiddet olayları da azalacağı yerde her geçen artıyor. Bu bir kötü dünya sendromu dur. Karısını, kızını öldüren, çocuklara cinsel istismarda bulunan insan tiplerine baktığımızda pişmanlık, utanç duygusunun son derece zayıfladığını görüyoruz. Bu tip insanlar 'teflon tipi adam' olarak tanımlanıyor. Nasıl ki teflon tavanın kendisi yanmaz ama içindekini yakar, teflon adam modelinde de kişi başkasını taciz eder ama bundan hiç rahatsız olmaz! Teflon adam modeli insanlar da artış var çünkü toplum gördüğü, duyduğu felaket haberlerini doğal karşılamaya başladı.”
 
     Esasında bütün bu anlatılanlar da bildiğimiz şeylerdir. Bence, yazarın genellemesinin biraz dışına çıkmak lazım. Şöyle ki; şiddet örneklerine, her ülkede rastlanıyor bile olsa, dün ve bugün de yaşanıyor olsa, meselenin önemini ortadan kaldırmıyor. Elbette adalet suçlulara hak ettiği cezayı kesecektir. Benzeri yaşanmaması için yeni önlemler de alınacaktır. Toplumun lanetlemesi, tepkisi belki az bile. Fakat bu tür yaklaşımlar palyatif dediğimiz geçici çözümlerdir. Ağrısı olan hastaya ağrı kesici vermek gibidir. Hastalığı tam iyileştirmeyen ilaçlara benzer.
 
     Gözden kaçmaması gereken tarafta şu: Şiddet konusuna biraz da bilimsel yaklaşmak gerekebilir. Hiç olmazsa gelecek nesillere kaygısız bir gelecek sağlamak için yapılmalıdır. Verilere bakılırsa, refah ve konfor geçmişe bakarak daha iyiye gidiyor. Fakat tam tersine şiddet tırmanış gösteriyor. Gerçekten bu kaynak nasıl bir kaynak ki; şiddet tırmanışını besliyor? Acaba, hukuk sistemi, eğitim sistemi, modern psikoloji gibi kurumlarda bir sorun olabilir mi? Ya da bu kurumlar yaşadığımız asır için yetersiz kalıyor olabilir mi? Yani demek istediğim şu ki; benzer örnekleri duyduğumuzda, lanetleyip sonra da unutup gidecek miyiz? Yoksa toplum olarak iğneyi biraz kendimize batırmanın zamanı geldi geçiyor mu?