Y Ö N E T İ C İ

(ULEMA /ÜMERA)

Bir toplumda bilim insanları, eğilip bükülmeden inandıklarını yazıp söyleyebiliyorlarsa o toplumda yöneten de yönetilen de güzel olur.

Hiç şüphesiz yönetim ekip işidir. Karar verici, yöneteceği ekibini iyi seçmelidir. Çünkü iyi veya yanlış bütün yapılanlar, ilk önce yönetimin başında bulunana, ardından diğerlerine mâl edilir. Ekip seçme konusunda yakın tarihimizden bir örnek vermek istiyorum.

1950 seçimlerinde, -şaibesiz- ezici bir çoğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti’de (DP) Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’ı tebrike gelen Adnan Menderes, aynı zamanda Başbakan olması için de Dörtlü Takrirde imzası bulunan tecrübeli Ord. Prof. Fuat Köprülü’yü önerir. Buna tebessüm eden Bayar; “hayır Adnan Bey, Başvekilim siz olacaksınız.” Der.

Daha sonra kendisiyle yapılan bir röportajında niçin Menderes’i seçtiğini şöyle açıklar:

“…Zeki bir adamdı. Kafası ve yüreği muvazeneli idi. Denilebilir ki, fikirlerini, vicdanının uğratmadan tatbikata götürmezdi. Doğru düşünmesini bilirdi. Onun için bir fikrin güzelliği değil, doğruluğu önemli idi. Bir fikrin doğruluğu da hayata uygulanabildiği, insanı ve toplumu daha ileri götürebildiği ölçüde aşikâr olurdu. Doğru düşünmesini bildiği için, kuvvetli bir mantığı vardı. Fikirlerini sonuna kadar savunmasını bilirdi. (…)” (I)

Bayar ve Menderes örneğinde de görüldüğü gibi yöneticinin, hizmet edeceği üst düzey ekibini seçmesi anlaşılır bir haldir. Çünkü olumlu veya olumsuz hemen her iş ona atfedilecektir. Kaldı ki, tarihte birbirinden değerli bürokratlar olmasına rağmen, yapılan bütün icraatlar en tepedeki yöneticiye kesilmiştir.

Örnek vermek gerekirse, Selahaddin-i Eyyubi’nin Kudüs’ü Haçlılardan almasında nice yiğitler vardı, fakat başarının Selahaddin’le; yayılmacı Şia doktrinini Çaldıran Savaşıyla sonlandırmaya çalışan, bunu yaparken de birçok paşa ve birbirinden değerli asker olmasına rağmen zaferin Yavuz Sultan Selim’le anılması gibi.

Her ne kadar sorumluluğun çoğu baştaki yöneticiye mâl edilse de toplumun maddi ve manevi dinamiği ulema/bilim insanları, sözünü ve kalemini yöneticinin üstünden hiçbir zaman çekmemelidir. Sözünü ve kalemini ihtirassız ve hayırhah öğüt için kullanmalı, bunu yaparken de korkmamalı, başına gelebileceklerden de endişe duymamalıdır.

Ulema-umara ilişkisi sağlıklı olursa yönetim de iyi olur. Aşağıda verdiğim örnekle maksadım daha iyi anlaşılacaktır.

Dönemin bilginlerinden Ebu Müslim el-Havlânî, Emevî Halifesi Muaviye Bin Ebu Sufyan’a gelerek şöyle dedi: “Selam üzerine olsun, ey ücretli!”

Saraydakiler onu düzelttiler ve ona şöyle demesini söylediler: “Selam üzerinize olsun, ey hükümdar/prens (emir).”

Fakat el-Havlânî, el-ecir (ücretli) kelimesini üç defa tekrarladı.

Bunun üzerine son derece akıllı ve ferasetli, insan psikolojisini iyi bilen Muaviye: “Ebu Müslim’i rahat bırakın. O söylediği şeyi en iyi bilendir.”

Ebu Müslim el-Havlânî devamla: “Sen bir sürünün Sahibi tarafından, onları gözetmek için ücretle tutuldun. Eğer uyuz olanları iyileştirip sıhhate kavuşturursan, hasta olanları iyileştirirsen ve onların en alttakilerini en üsttekilerine yeğlersen, bu sürünün Sahibi sana hak ettiğin ödülü verecektir.

Fakat eğer uyuzları iyileştiremezsen, hastaları tedavi etmezsen ya da onların en düşük derecede olanlarını en üstte olanlara yeğlemezsen, o zaman sürünün Efendisi seni cezalandıracaktır.”

Ebu Müslim el-Halvânî’nin Muaviye’ye yaptığı bu nasihat, Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı başlatmayı düşündüğü Sıffîn Savaşını önledi mi?

Kerbela faciasına sebep olan, oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesine mâni oldu mu?

Hayır!

Ama el-Havlânî yöneticiye karşı vazifesini yapmış oldu.

İslam dünyasının düşünen beyinlerinden İbn Teymiye, yöneticinin tebaasını gözetmek zorunda olduğunu, Allah’ın mahlûkatının hakkını koruması için yöneticiler atadığını söylüyor. Şöyle bir de benzetmede bulunuyor; bu bir ortağın diğeriyle olan ilişkisine benzer. Bu sebeple yöneticiler, kendilerine hem koruyucu hem de vekil işlevlerine sahiptirler. Eğer bir koruyucu veya bir vekil, ticaret yapmak, mülk -alıp-satmak- için uygun olmayan birini vekil olarak atarsa veya bir ticaret malını, ona daha yüksek bir ücret vermeye hazır biri varken birine daha düşük bir fiyattan satarsa, bu durumda o, ortağına (veya vekiline) ihanet etmiş olur. (…)

Teymiyye: Hükümet etmek, dinin amaçlarına ulaşmanın bir aracı olarak veya Allah’a daha yakınlaşmak için kullanma vesilesidir.

Bu konu önemli. Hiçbir zaman kişisel zaafları hoş görülmese de yönetici, tebaasının dinine sahip çıkıyor, onların değerlerine saygı gösteriyorsa o yöneticiye sahip çıkmak gerekir. Aynı zamanda nasihate de devam etmelidir.

Pakistan’ın şair mütefekkir ve filozofu Muhammed İkbal; “güç ve dürüstlük, bir arada nadiren bulunur… politik otorite dinden veya din politik otoriteden ayrıldığı zaman, insanların işleri fesada uğrar.” Der.

Bundan dolayı politik gücün kendi başına gitmesine izin verilmemesi ve ahlaki bir yöne doğru yönlendirilmesi kesinlikle elzemdir. (II)

Bunun sağlanması için de dünya menfaati gözetmeyen ilkeli ulema ve bilim insanları, her-hâlükârda doğru olanı doğru şekilde öğütlemeye, varsa eğer yanlış olan uygulamalarını da usulünce söylemeye devam etmelidirler.

Çünkü beka-i devlet siyaset ve siyasetçiyle; Beka-i siyaset de ilim ve ilim adamıyla kaimdir.

Kendi çıkarları için bu görevini ifa edemeyen ulemanın sorumluluğu, yanlış uygulamaları olan ümeradan/yöneticiden daha aşığı değildir.

Abdülbaki Aydoğmuş’un dediği gibi; Bir toplumda mesleği hakikat olanlar (ulema), mesleği siyaset/popülizm olanlara (ümera) tabi olursa, o toplumda Hak incinir, çürüme başlar."

Ahmet Belada

----------------------0----------------------

  1. Milli İradeye ve Demokrasiye İlk Darbe, Hamit Emrah Beriş, TBMM, S.63
  2. İslam’da İhya ve Reform, Fazlur Rahman, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2022, S.224-25