Şehir köpeklerinin oldukça mutsuz olduğunu defalarca gözlemlemişim, insana korkarak bakarlar. Kuyrukları bacaklarının arasındadır. Çocukların oyuncağı, köpek zehirleyenler için bir uygulama, evinde yemek artığı olanların vicdanlarını tatmin etmek için bir araç olurlar. Kısa hevesleri için para verilip alınan köpekler bu hevesler geçince doğru sokaklara gönderilir. Ürgüp sokaklarında bazen bu cins sokak köpeklerine rastlamışımdır.

            Oysa köpeğin evcilleştirilmesiinsanlığa birçok katma değer katmıştı. Köpekler saf bir sevgi ile insanlara bağlıdır. Bağlanır, dayak yer, aşağılanır yine de sevgisinden bir şey kayıp etmez. Özellikle çocuklarla köpekler arsında çok duygusal bağlarda kurulur. Aile bu durumu çocuğa zarar vereceğini sanarak uzaklaştırmaya engellemeye kalkarlar. Şehirde köpek bakmak, o dostlarla dolaşmak gerçekten zordur. Yönetimlerde hayvanlarla insanları buluşturacak bir ortam hazırlamazlar. Zira şehrin her işi bitti de iş köpeklere mi kaldı? Kediler, güvercinler içinde durum böyledir. Bunların müdavimleri devamlı ihtar edilir dururlar. İnsan tanımadığına yoz bakar misali insanların eski dostlarına, Allah’ın hediyesi ve emaneti olan bu hayvanlara, dolayısı ile tabiata ihanet etmiş gibi görünüyorlar. Basında bu hayvanların zararlı olduğunu, hastalık taşıdığını yazarçizer durur. Bu insanlarda daha da kötü bir ön yargı oluşmasını sağlamaktadır.

            İlk görev yerim olan Avanos’tayım. 1980’li yılların başı idi. Görev yaptığım yer Avanos’un biraz dışında olduğu için çarşıya gidip-gelmek gerçekten meşakkatli bir merasimdi. lojmandaikamet ettiğim için çarşıya öyle sık gidip gelemezdik. Yolda da başıboş köpekler insanı gerçekten korkutuyordu. Zira o zamanlar köylerden azıtılan (kurtulmak istenen) köpekler Avanos’a getirilip bırakıldığını duymuştum. Bu köpekler şehir köpeklerine pek benzemez, insandan kaçmaz hatta insana ters ters bakarak hırlar neticede köpek kaçmayınca bizler kaçar gibi yapardık. Şunu gözlemledim. Köpek bir insana zarar verirse en ağır bir şekilde cezalandırılacağını bilir ve ona göre hareket ederdi. En azgın köpekler bile bir iki ayaklıya kalelenmeden zarar vermezler. Bunun içindir ki çoban köpekleri yavruyken den beri ezilmeden, korkutulmadan yetiştirilir. Yaşadıkları yerde mutlu olan köpekleri izlemek çok hoşuma gider. Dünya ve hayat onlarındır. Akşama kadar koşar oynar çocuklarla arkadaşlık yapar, gece ise adeta başka bir moda bürünerek çevresini korur ve en sağlam alarm olma görevini yerine getirirler.

            O gün iki ayaklılar kendisine daha iyi bakıyordu. Yemi daha çok verdiler. İki ayaklıların çocukları ağlıyordu. Onlardan birisi kendisine gelip sarılmış annesi onu önce teselli etmiş, tatlı tatlı bir şeyler söylemiş, anlamayınca da azarlamış ve çocuklarını eve almıştı. Evin büyük iki ayağı kendisini büyük tekerleri olan ve gürleyerek yürüyen,  duman çıkaran makinanın kasasına çıkartmıştı. Yer tahta, duvarlar tahta, sadece mavi gökyüzü görünüyordu. İki ayaklıların büyük evlerinin önünde bunları uyurken de çok görmüştü lâkin ilk defa biniyordu. Bu büyük makinaya binmek hiç de heyecanlı değildi. Titretiyor, sallanıyor ve devamlı kızar gibi homurdanıp duruyordu. Adeta köpeği korkutuyordu. Oysa koşmak, yürümek daha zevkliydi. At arabasının arkasından koşarken, sürü ile kırlara gitmek küçüklü, büyüklü heyecanlar yaşamak daha zevk veriyordu. Araç giderken düşmemek için pençeleriyle kasanın zeminini sıkıca kavramış, strese girmişti. Neyse nihayet yol bitmişti. Kasanın duvarı açılmış hiç tanımadığı biri kendini azarlayarak aşağı indirmişti.

            Her taraf iki ayaklı kaynıyordu. İhtiyarı, genci, erkeği, dişisi büyük bir meydanı doldurmuştu ki bu meydan köyün meydanından bile büyüktü. Arabanın yanından ayrılamadı. Dost iki ayağın kokusunu da alamıyordu. Buna karşılık bu kadar çok kokuyla da hiç karşılaşmamıştı. Kendisini kasadan indiren iki ayaklı bir kez daha azarladı. Mecburen iki ayaklıların arasında yürümeye başladı. Bunlar kendisine bazen acıyan gözlerle, bazen nefretle bakıyorlardı. Küçük iki ayaklılar ise sevgi ve korku karışımı bakışlarını çok rahat bir şekilde algılaya biliyordu.

            Kalabalıktan uzaklaşmıştı. Bu sefer her yer büyüklü küçüklü konutlarla kaplıydı. Nereye gitse konut… Geri giderse o kalabalık. Köyün yolunu ve kokusunu alamıyordu. Akşam olmuş iki ayaklılar içinde ışıklar yanan konutlarına gitmiş sokaklar ıssızlaşmıştı. Sabah gün doğana dek yine köyünün yolunu aramıştı. Köyün yolu yoktu. Kuytu bir köşede biraz uyudu. Sonra yine köyünün yolunu aramaya başladı.

            Yine karanlık olmuştu. Acıkmıştı. Bu sefer tanıdığı kokuların yoğun olduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Birden hırlamalar duymaya başladı. Etrafına baktı, kin dolu bakışlar kendisini izliyordu. Bu bakışlar kendi hemcinsleriydi. Demek ki yaratıklar kin dolu bakışlarını sadece kendi hemcinsleri için saklıyorlardı. İki ayaklılarda ancak kendi hem cinslerine kin dolu bakışlar gösterirlerdi. Miyavlayanlar bile ancak kendi hemcinslerine bu aşina bakışla bakarlardı. Sinirli bakmakla kinli bakmanın arasındaki farkı çok güzel bilirdi.

            Düşüncesinde bir an oradan kaçmak geldi. Bu düşünce bütün benliğini sarmıştı. Kaçmanın sonu ölüm bile olurdu. Bu konuda yasa böyleydi. Zira aralarında büyümemiş, hiçbir arkadaşı ve kardeşi de yoktu. Karşı koyacaktı. Dövüşecekti. Eğer kazanırsa yaşar kin bakışlı hemcinsleri kendisinin yalakası olurdu. Böyle deneyimler yaşamıştı. Bir zamanlar bütün dünya soğuk ve bembeyaz olduğunda köyün yakınında karşılaştığı o şimşek bakışlı, büyük beyaz dişli, kendisinden daha iri, kendisine benzeyen, kokusu farklı olanlarla diş dişe dövüşmüş birini öldürmüş, öbürünü kaçırmıştı. Bunun sevinciyle tepenin üzerine çıkmış v sabaha kadar ulumuştu. Sabah olunca köylülerin ölü büyük dişliye sürükleyerek köye götürmüşlerdi.

            Düşmanlarına karşı o geceki gibi hazır olduğunu hissetti. Ötekilerin üstüne tam atlayacaktı ki köpeklerin korkuyla kendisine baktığını hissetti. Köpeklerin sesi ince kaval gibi çıkıyor, kuyrukları da bacaklarının arasındaydı. Tam bu sırada oradaki köpekler çenileyerek kaçmaya başlamışlardı. Çünkü tüylerini kabartmış, dişlerini göstermiş ve cesurca hırlamıştı. Köpekleri bu duruşuyla korkuttuğunu anladı. Köyde de aynı şekilde birkaç kavgadan bu sayede kurtulduğunu anladı. Kaçan köpeklerin yine dönüp geleceğini biliyordu. Ya kendini sınamışlar ya da başka bir arkadaşlarını getirip kavga çıkaracaklardı. Şu an oradaki köpeklerin gözünde üstündü. Beklediği olmadı. Kaçan köpeklerin karanlıkta parlayan gözleri tekrar yaklaşmaya başladı. Hemen gelmelerini çabuklaştırmak için gerekli sesi çıkardı. Bunun üstüne öbürleri daha hızlı yaklaşmaya başladı. Hepsini tek tek kokladı. Onlarda bunu koklamıştı. Şimdi kavga tehlikesi hiç kalmamış onlarla arkadaş olduğu gibi birde üstünlüğünü onlara kabul ettirmişti. Açlığını belli eden sesini çıkardı. Bunun üzerine içlerinden biri kendisini izlemesini istedi.

            Gecenin karanlığında birlikte yürüdüler. Buralar köye hiç benzemiyordu. Her yanda büyük evler, her yanda ışıklar vardı. Birçok iyi bakmayan gözlerin kendilerini takip ettiğini hissediyor, rahatsız oluyorlardı. Kasabanın köpekleri bu durumdan rahatsız olmasalar da kendisi bu bakışlardan uzak yürümek istiyordu.

            Bunun için; karanlık sokaklardan, bakan gözlerden ise koşarak ilerlemeye başladılar. Açıklık alanlara çıkmışlardı. Gökte ay parlıyor, önlerini daha iyi görmelerine yarıyordu. Tanıdığı ekili alanlardan geçtiler, yokuşlardan indiler. Şimdi önlerinde su akıyordu. Hemen sudan içmek istedi, suyun kokusunu beğenmedi. Su pisti. Yanındaki diğer köpekler bu suyu içmeye bile yeltenmemişti. İçlerinden biri çıkarttığı sesle bu suyun içilemeyeceğini belirtiyordu. Yola devam ettiler. Az sonra tanıdık et kokularını almaya başlamıştı. Biraz sonra da yemeğine kavuşmuştu.

            Arkadaşlarının karnı toktu. Onlar yemiyor, kendisini izliyorlardı. Bir yandan da etrafı kokluyor, kolaçan ediyorlardı. Bu durum kendisine emniyet duygusu veriyordu. O kadar çok acıkmıştı ki bir türlü doymayı bilmiyordu. Öyle bir an geldi ki arkadaşları huzursuz olmuş, yerinde duramaz duruma gelmişlerdi. Durmadan buradan ayrılmaları gerektiğini çağrıştıran sesler çıkarıyorlar, bazen inliyor, bazen hırlıyorlardı. Arkadaşlarına durumu anladığını belirten sesi çıkarttı. Öteki köpekler aniden sessiz kaldılar. Zaten kendisi de sıkıntılınmış, kötü ir şeyler hissetmeye başlamıştı.

            Sıkıntının olmadığı yöne doğru yürümeye başladı. Öteki köpekler mekânı çoktan terk etmişler yanında sadece bir refakatçı arkadaşı kalmıştı. Artık kendisini, kendisi yolculuğa yönlendirecek, karşısına nasıl bir kader çıkarsa onu yaşayacaktı. Arkadaşı bu duruma hiç karşı koymadı. İki arkadaş köpek derenin karşı tarafına çıktılar. Gölgeli konutların arasından, ışıklı caddelerden kaçınarak ilerliyorlardı. Bu tırıs yürüyüşünde arkadaşı önden gidiyordu. Belli bir zaman sonra öteki köpeklerle tekrar karşılaştılar.

            Bir şeyler vardı burada! Sıkıntılı, korkulu bir şeyler! Bütün bunları kendilerine bakan iki ayaklılardan anlıyordu. Sanki kendilerini istemiyorlardı. Sanki kendilerini sevmiyorlardı. Bu durum köpeklerin korkmasına neden oluyordu. Öteki köpekler temkinli ve deneyimli olduklarından kaçacakları yönde savunma durumundaydı. Oysa deneyimsiz olan dostumuz onlara sevgiyle yaklaşmaya çalıştı. Sert sözler ve kaba hareketlerle karşılaştı. Şaşkınlık içinde geriledi. Bunu yapanlar iki ayaklılardı. Oysa bunlara bir zarar vermek dostumuzun aklından bile geçmiyor ve şaşkınlığını gizlemiyor, ilgili sesleri çıkarıyordu. Hâlbuki kendi dostu olan iki ayaklı ve ailesi hiç de bunlar gibi değillerdi. Ailenin küçük iki ayaklılarıyla oyunlar oynar, büyük iki ayaklının verdiği görevleri yapardı. Büyük iki ayaklıda kendisini çok severdi. Bunun yanında köyde gördüğü iki ayaklılara da havlardı.

            Çok şeyler geçiriyordu aklından. Buraları ve buradaki iki ayaklıları sevmemişti. İki ayaklıların pek çok bulunduğu, ışıklı caddeleri ve büyük evlerin olduğu büyük mekândan kurtulması gerektiğini çok iyi anlamıştı. Öteki köpeklere şöyle bir baktı. Onlara acıdı. Yeni arkadaşlarının hayatları gerçekten de zordu. En iyisi; Gölgeli sokaklardan, yiyecek olsa da ışıklı caddelerden uzakta, bildiği tarlalarda, güneşli tepelerde, geniş vadilerde yaşamak çok daha iyi idi.

            Bütün duyguların sesler çıkararak ve hareketler yaparak arkadaşlarına anlatmaya çalışıyordu. Arkadaşlarında itiraz diye bir şey zaten yoktu. Yeni liderleri belliydi. Sürü psikolojisi köpeklerin ta ruhlarına işlediği için itiraz etmezlerdi. Zaten öteki köpeklerin gözünde yeni lider; Sağlam duruşlu, “Hoşt “ deyince kaçacak biri değil, bilgili ve öteki köpeklerle ölçülemeyecek kadar sevecen ve dostlarına saygılı bir varlıktı. Böyle bir liderle hiç karşılaşmamışlardı.

            Hepsi birden yola koyulmuşlardı. Şehrin ışıkları geride kalmış, özlediği tarlalara ulaşmışlardı. Şu anda en önemli problem su idi. Suyu da bulunca içerlerdi. Kendisinin ve arkadaşlarının çok dayanıklı yaratıklar olduğunu biliyordu. Geniş yoldan çıkıp ekili tarlalarda yürüdüler. Şehrin ışığı da görülmüyor, iki ayaklı kokusu da duyulmuyordu.

            Yüksek bir tepenin üzerinde ayın aydınlığındaki karanlıklara baktılar. Böyle bir tepede karanlıkta uluduğunu anımsadı. Arayış içindeydi. O sevgi dolu bakışları, o sevgi dolu okşayışları arıyordu. Dost iki ayaklıyı çok özlemişti.

            Gökte tanıdık yıldızlar vardı. Hem de köyde gördüğü yıldızların aynısıydı. Ayın aydınlattığı uzaktaki dağlara baktı. O dağ bildiği dağlar değildi. Uzun uzun uludu. Arkadaşları geride kendisine bakıyordu. Onlarda sıkıntılıydı. Buralardan uzaklaşmak istiyorlardı. Nasıl olacağını bilmiyorlardı. Horlansalar da, azarlansalar da ışıklı ve karanlık sokakların sakinleriydi. Kolay yiyecek bulurlar, yatacak yerleri, dolaşacak yerleri vardı. Karanlık onları ürkütmüştü.

            Şafak sökerken bir dereye ulaştılar. Kana kana su içtiler. Sonra yakındaki kaya oyuklarında kendilerine bir yer bulup uzandılar. Hepsi de çok yorgundu. Civarda su sesinden başka en küçük bir ses bile yoktu. Birden otların kırılmasından çıkan sesler duyulmaya başlandı. Bu iki ayaklının sesiydi. Kokusu da geliyordu.  Gelen bir küçük iki ayaklıydı. Elindeki kabı dereden doldurdu. Dereden su içti. Bütün köpek grubu küçük iki ayaklıyı izliyordu. Nihayet iki ayaklıda köpekleri görmüştü. Bakışları sevgi doluydu. Ne kendilerinden korkmuş nede onları aşağılar bakışlarla ötelemişti. İki ayaklı geldiği gibi otların arasından çekip gitti.

            Bulunduğu yerden dere-yukarı çıkmaya başladılar. Acıkmışlardı. Sürülmüş tarlalara ayakları gömüldüğü için tarla ve bağ kelilerinden geçiyorlardı. Toprak burada nispeten sert ve ağaçlık olduğu için gölgelikti. Otlar büyümüş ama bazen yedikleri üzümler daha olmamıştı.Midesindeki yangıyı yenmek için çayır yemeye çalıştı. Gitmiyordu. Köpekler dağınık bir şekilde yorgun aç tepeyi tırmanıyorlardı.

            Bir çıtırtı! Tanıdık bir koku! Aniden durup kulaklarını diktiler. Sesin dahi geldiği yeri bulmuşlardı. Birden bir karar verilmişti. Beş köpek hızla sesin geldiği yere doğru dağıldılar. Zavallı tavşan çok gecikmişti. Ne yöne kaçsa aç ve korkunç gözler kendisine saldırıyordu. Tavşan az sonra büyük bir acı duydu. Köpekler ise karınlarını bir nebze doyurmuştu. Köpekler sıcağın geçmesini beklemek için kovuklarda gölgelerde dinlenmeye çekilmişlerdi.

            Karşı dağlardaki çağrışım karşısında duramıyordu. Oraya gitmeliydi. Hem orada özlediği yalnızlık ta vardı. Ayrıca bolca yenecek canlıda bulabilirdi.

            Güneş iyice batmıştı. Kalktı, gerinerek titredi. Tüylerindeki yabancı cisimleri silkmek için çırpındı. Öbür köpeklerde aynı hareketi yaptılar. Kendisi orada dururken etrafı araştırmak için dağıldılar. Hiçbir korku olmadığını belirten hırlamalarla döndüler. Şimdi arkadaşları kendisini izliyordu. Ne yapacak? Merak içerisindeydi.

            Dağlara doğru yürüyüşe başladılar. Yürüyüş yolunda bir köye tesadüf ettiler. Köyden her türlü koku geliyordu. Hemen durup uzaktan köyü izlemeye başladılar. İlerde bir koyun sürüsü görünüyordu. Büyük bir ağacın altına toplanmışlar, yanlarındaki iki ayaklıları da fark etmişlerdi. Sürü kendilerinden uzaktı. Evlerin ışıkları yanıyordu. Uzaktan hemcinslerinin bile sesi iki ayaklıların sesine karışıyordu.

            Ne oldu anlayamadılar. Birden tanıdık, ama tehlike dolu bir hırlama duydular. Aynı anda yabancı bir koku etrafı sarıverdi. Beyaz ve iri bir koyun köpeği kendilerine doğru geliyordu. Arkadaşları onu karşılamaya koştular. Koklayıp belki arkadaş olabilirlerdi. Lâkin kırlarda ve köylerde her şeyin farklı olduğunu bilmiyorlardı. Zaten gelen köpeğe en yakın olan kendisiydi. Yabancı köpek; koklamaya, hırlaşıp önce sinirlenmeye bile gerek duymadan üzerine atılıverdi. Sivri dişlerini gırtlağından güç kurtarmıştı. Büyük hırlaşmalarla yuvarlanıverdiler. Bulundukları yerden toz bulutu kalkıyor, çok korkunç sesler çıkıyordu. Kahretsin o bacağındaki tanıdık acıyı yine duydu.

            Dövüşün öldüresiye olduğunu anlamıştı. Rakibi bakımlı, deneyimli ve cesur bir köpekti. Bir ara çeneleri birbirine kenetlenmişti. Düşmanının çenesini kırmak için başını sallıyordu. Kendisi de zor durumdaydı. Bu netameli durumdan kurtulmak istiyordu. Kurtulmuştu da. Bu hengâmede ikisi de bir çukura yuvarlandılar. Boğuşma ölüm-kalım mücadelesi içinde kin dolu hırlamalar ve havlamalarla sürüyordu. Bir ara düşmanının boğazı dişlerinin önüne aniden geldi. Fırsat vermeden boğazını tüm gücüyle ısırdı. Bu ısırma anında dişlerinin birbirine değdiğini de hissetmişti. Bu arada hasmı çırpınıyor, gittikçe güçten düşüyordu. Sonunda hareketsiz kaldı. Ağzı ve gözleri açık bir şekilde sessizce yatıyordu. Ta neden sonra dişlerini rakibinin boğazından güçlükle çıkarttı.

            Önce nefretle öldürdüğü köpeği izledi. Sonra kendi vücudunda oluşan hasarları dinlemeye başladı. Bacağı çok ağrıyordu. Yalamak için baktığında büyük bir yara olduğunu gördü. Halen kanıyordu. Yürümek istedi. Yürüyemiyordu. Güçlükle adım atabildi. Olduğu yere yatıp yarasını temizlemeye başladı. Bulunduğu yer çukurdu. Oraya uzanıp uyumaya başladı.

            Öbürleri kendisine korkuyla bakıyorlardı. Onun nasıl bir tehlikeli varlık olduğunu daha iyi anlamışlardı. Korkuyla birlikte sürü içinde saygınlığı da artmıştı. Hiç biri böyle bir kavgaya şahit olmamıştı.

            Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Uyandığında güneş epeyce yükselmişti. Önce hırladı, sesini yükseltip havladı. Etrafta hiç kimse yoktu. Öbürleri de gitmişti. Şimdi kendisi yapa yalnız ve yaralıydı. İçgüdüsüyle buralarda durmanın sakıncalı olduğunu biliyordu. Geldiği yöne doğru giderken son kez öldürdüğü hasmına nefretle baktı.

            Topallıyor, zorlukla yürüyordu. Bu durumda dağlara gidemezdi. Bir ara durdu. Köy görünmüyordu. Sürü de yoktu. Şu an taşlı bir alanda yürüyordu. Durmadan yürümesi gerektiğini de biliyordu. Gün ortasından sabaha dek yürüdü. Yarasından acı da gelmiyordu. Gün araziyi iyice ısıtmaya başlamıştı. Burada kalması gerektiğini anladı. Gölge bir yere sığınıp yarasını yalamaya başladı.

            Acıkmıştı. Ne yapacaktı? Etrafta yenecek bir şey yoktu. Yine de aldırmadı. İlk kez eski yerini düşündü. Oradaki tanıdık kokuları istiyordu. Etrafına bakında. Oraya gitmek, yuvasına dönmek içgüdüsünden gelen iletişimleri dinliyor, anlamaya çalışıyordu. Çok sürmedi, yattığı yerde yine derin bir uykuya daldı. Uyandığında akşam olmuştu. Yıldızlar parlıyor, ne bir ses, ne bir koku duyuluyordu. Gökyüzünde yıldızlar, yeryüzünde karanlık hâkimdi. Birilerine sesleniş, birilerine çağrış gibi kayaların üzerinde karanlıklara izafeten uzun uzun uludu. Bu sayede içindeki nefret bir nebze azalıyor, dosta düşmana bu dünyada bende varım mesajı veriliyordu.

            Neden sonra keyfi yetince yoluna devam etmeye başladı. Yarası artık hiç ağrımıyordu. Topallaması devam etse de çok dayanıklı varlıklardı. Sabaha kadar yürüdü. Açlıktan gayri bitkin düşmüştü. İstediği yere varamazsa sonunun geleceğini de çok iyi biliyordu. Üstelik korkmaya bile başlamıştı. Güneş çıkınca beklemeye bile gerek duymadı. Etrafta ise ne koku nede korku vardı. Bir su birikintisi gördü. Bolca su içip rahatladı. Tekrar yürümeye başladı. Dereden hafif bir tepeye doğru ilerliyordu. Sonunda tepeye ulaştı.

            Tanıdık görüntü aniden karşısına çıkmıştı. Tanıdık dağlar, tanıdık yollar şimdi gözünün önündeydi. Aradığını bulmanın sevincini yaşıyor ve titriyordu. Gün, ağaçlı büyük tepeyi aşarken uzaktan köyü görünüyordu. Sevinçle ilerliyordu. Bildik kokular her yanı kaplamıştı. Tam bu sırada üç hasım köpeğin kendisine doğru koştuğunu gördü.

            Eyvah! Yine döğüş başlayacaktı. Ama güç nerede… Neyse, hasım sandığı üç köpeğin kokusunu aldı. Üçü de tanıdıktı. Köpekler yanına gelince durdular. İnce ince sevinç sesleri çıkarıyorlardı. Zira onlarda sevinmişlerdi. Vücudunu yalıyor, hasret gideriyorlardı. Buda anlara sevinç gösterilerinde bulunuyordu. Koklaşmalardan sonra dördü birden köye doğru yürümeye başladılar.

            Yuvasına geldiğinde ilk önce at kişnemişti. Köpek dostları havlamaya başladılar. Tanıdık koku olan iki ayaklı dostu gelip başını okşadı. Yaralarını görünce öteki iki ayaklılarla konuştular. Dost iki ayaklı kendisine bir şeyler anlatıp duruyordu. Sözleri anlamasa da iki ayaklının çok üzgün olduğu her halinden belliydi.

            Küçük iki ayaklı elinde tanıdık yemekle kendisine ikram yapmasına çok sevinmişti. Zira çok acıkmıştı. Bu yüzden yemeğini hızlı hızlı yiyordu. Sonra su getirdiler. Onu da iştahla içti. Öteki köpekler çoktan gitmişlerdi. Dostumuz, yatmaya alışkın olduğu yere rahat ve huzur içerinde gidip uzandı. Uykuya dalmıştı.