Önce Türkiye’nin bitki varlığından bahsetmek, sonra bunu yöremiz bitkileriyle birleştirerek sunmanın daha faydalı olacağına inanıyorum. Bitki habitatları biz insanlara harika bitkisel hazineler sunduğunu görürüz. Türkiye üç büyük bitki topluluğundan oluşmaktadır. Yöremiz ta Orta Asya’da başlayan İran-Turan bitki topluğu içinde yer almaktadır. Türkiye aynı zamanda Avrupa-Sibirya bitki topluluğu (Karadeniz ve civarı), Akdeniz bitki topluluğunu da içine almaktadır. Bunların birbirlerine geçişi de söz konusu olması Anadolu bitki topluluklarını daha da zenginleştirmektedir. Bu çok önemli bir özellik olup, dünyada çok nadir coğrafyalarda bulunur. Bunu Anadolu’ya ait bir özellik olarak saya biliriz.

Nevşehir tarihinde sedir ormanlarıyla kaplı olduğu söylenmektedir. Yaşlılar Keçi kalesinin adı oralarda bulunan yabani keçilerden aldığını söylemişlerdi. Onlarda görmemişler de dedelerinden duymuşlar. İbrahim Paşa buraya yerleşenlerin ormanlardan faydalana bilme imkânı sunmuştu. İstanbul’da ki siyasi ve idam edilmesi neticesinde sonucunu göremedi. 

İçi aromatik katran dolu olan bu ağacın güvelenmesi imkansız gibi bir şeydi. Gemilerin direkleri de bu ağaçlardan yapılmaktaydı. Aynı zamanda evlerin tavan örtüleri de yine bu ağaçtan yapılmaktaydı. Ayrıca, evlerde pencereli duvarın önüne ahşaptan oturma yerinin adı da sedirdi. Kim bilir o günlerden sadece o kalın ağaç gövdelerinin isimleri hatıra kalmıştır diye düşünüyorum. Ormanların zaman içinde yok olur mu? Bunu bilemiyorum. Bildiğim bir şey var. Günümüz insanlarının her yıl her yere ağaç dikmesidir. Devlet, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri her yıl ağaç diktiklerini hepimiz biliyoruz. Demek ki, yetmiyor. Olmaz denilen birçok ağacın yöremizde yetiştiğini gördüm. Yetiştirmek kadar korumanında önemli olduğunu düşünüyorum.

Bunun yanında Anadolu bitki zengini olmasının ayaklarından biri de son buzul çağında bir vaha gibi kalmasından kaynaklanmaktadır. Yurdumuz 9000 civarında tohumlu ve eğreltimsi bitki barındırırken bu sayı Avrupa kıtasında 1200 dür. Burada Avrupa’nın Türkiye’den 15 kat büyük olduğunu hatırlatmak isterim. Endemik bitkiler hususunda bu sayı yurdumuzda 3000 kadarken, Avrupa’da bu sayı 2750’dir.

Bitki hazinelerimiz var demekte söylemek istediğimiz bunlalardı. Üstelik daha keşfedilmemiş birçok bitkinin olduğuna da inanmaktayım. Zira her geçen gün yeni bir alt tür ve tür bitki bulunmaktadır. Hatta bitki araştırmalarım sırasında da iki alt tür bitki bulmakta bana nasip olmuştu. Bitki değerleri konusunda önemli olan noktalardan biri de fito kimyasallar, aromalar ve bitkiye özel değerleridir. Bunları örnekleyecek olursak; Ebegümeci (Malva) 84 çeşit etkin madde taşırken, Söğüt (Salix) 58 etkin madde taşımaktadır. Elbette diğer keşfedilmiş veya keşfedilmemiş analizlerinin yapılması sağlıkta, teknolojide ve hatta günümüz problemlerinden istihdama katacağı maddi, manevi faydaları düşünecek olursak bu bitkilere ot demeyiz, çalı veya baltalık ağaç demeyiz, hazine deriz.

İncirin 286 türü, armudun 253 türü, Kirazın 134, cevizin 91 ve narın 64 türü olması Anadolu insanına sunulan nimetlerin özelliği ve güzelliği hakkında fikir vermektedir.

Nevşehir ve yöresi bitki habitatları açısından ayrı bir özellik taşımaktadır. Güneşli tepeler, bağ yolları, kurak kayalıklar, geniş ve dar vadiler, sulak yerler, yaylalar ve uçsuz bucaksız boz kırlar yöremizde iç içedir. Ihlara vadisine tepeden baktığımızda bozkırların ala bildiğine uzandığını görürüz. Vadi adeta saklanmış bir vaha görünümündedir. Vadi Antep fıstığının bile yetiştiği, yeşilliğin suyla buluştuğu serin gölgelikli güzelliklerini sunar. Bazalt kayalıklar aynı Çombuz ve Karaya vadisinde olduğu gibi duvar görünümünde dar vadilerdir. Geniş vadilerde ise tarım yapılmaktadır. Borus Çayının aşağı kısımlarında bulunan Nar ve Sulusaray Kasaba kırsalları bunlara örnek teşkil etmektedir. Gomeda vadisi de birçok yerinde genişlemektedir.

Bitkiler hangi habitatta olursa olsun su ile hayat bulmaktadır. Bozkır bitkilerinin çoğu bahar yağmurlarıyla hayat bulup, yaz başında kuruyup gider. Bazı bitkiler ise bahar yağmurlarından aldıkları suyun yapısını değiştirerek daha uzun bir süre hayatta kalırken aynı zamanda zararlılarına karşı da mücadelesini verirler. Sütleğen (Euphorbia), Acı marul (Lactucaserriola), deve kangalı (Carduusnutans) gibi örnekleri çoğalta biliriz.

Hatmi çiçeği- Uçhisar ve Gomeda Vadisi. 4-5 Türlü rengi olan bu bitki, yumuşatıcı olarak şifacılıkta kullanılmaktadır. Beyazı en makbulüdür.

Ağaçlar da suya muhtaçtır. Vadi ağaçları veya insanlar tarafından yetiştirilen ağaçlar suyu bulduğu müddetçe hayatta kalır. Kurak tepelerdeki ağaçlarda kendine özgü hayatta kalma özellikleri vardır. Yaban gülü kökü 15-20 metre toprağın altına gide bilmektedir. Başka bir örnek ise üzümün kökü 50 metrelere kadar inmektedir.

Borus Çayının ağaçlarına bakacak olursak suyun gücü ile yetişen ağaçlar karşımıza çıkmaktadır. Söğüt, kavak, elma, ceviz bunların başında gelir. Kirebolu, Ova kara ağacı, özellikle erik türleri başlıca kendiliğinden yetişen veya yetiştirilen ağaçlardandır. Şunu da kabul etmek gerekir ki Borus çayı akarken ki yeşillikler günümüzde kalmamıştır. Çayın yakınındaki yerleşkelerdeki insanlarımız ağaç dikmekle kalmamış en güzel bir şekilde de bakmışlardı. İğde, muşmula, badem, kayısı gibi ağaçlar genellikle vadi dışında bağlar ve güneşli tepelerde yetiştirilmektedir.

Çaya düşen bir tohum ilerlerde toprakla buluştuğu zaman hayat bulmakta ve yetişmekteydi. Suyun böyle güzellikler sunma gücü hayrete şayandır. Bu kadar yeşillik gelişirken faunanın da buna paralel gelişmesi doğal bir sonuçtur. Borus üzerinde; Yabani bülbül, saka, ispinoz, ağaç kakan (Demir delen) gibi kuşları örnek verebiliriz. Barınacakları ağaçların olması, yemlerin bol bulunması, içecekleri suların olması Flora-fauna dengesini çok güzel bir şekilde kurmuştu. Günümüzde ise; Alaca karga, saksağan ve serçe gibi yerleşkelere adapte olmuş kuşları görmekteyiz. Şehir çöplükleri, gelişi güzel dökülen veya atılan yemek artıkları bu kuşların tembelleşmesine de neden olmaktadır. Karga cinsleri en çok ağaç eken varlıklar olarak kabul edilmektedir. Bu kuşların tembelliğe itilmesi ve ekecek ağaç tohumu bulamaması çevrede kendi başına çıkabilecek ağaçları da engellemektedir.

Çivit otu Küçük Dağ Nevşehir. Bu bitkinin yapraklarından çivit denen mavi boya elde edilir. Sarı çiçekleri ise sarı boya vermektedir.

Borus Çayı kenarındaki yerleşkeler yıllarca bu vadide yeşillikler üretmişlerdir. Borus Çayı aynı zamanda bu insanlara ekmek te olmuştur. Kıtlık yıllarında ailelere en büyük desteklerden biride yine bu vadiden gelmişti. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ceviz, elma, ayva, erik ve türleri gibi ağaçlar vadide insanlar tarafından yetiştirilirken, iğde, badem, kayısı, üvez, üzüm vadinin güneş gören tepelerinde tarıma alınmıştı. Alıç, meşe, muşmula, üvez, yaban gülü, karamuk çalışı gibi ağaçlar ve ağaççıklar da tepelerde yabani olarak yerlerini almışlardı. Borus Vadilerinin güneşli tepelerine bakacak olursak; Uylu Dağı, Küçük Dağ, Karşı Dağ, Çombuz, az gerisindeki Kızıl tepe, göbekli ve ismini sayamayacağım mevkiiler nakış gibi işlenip şekillere büründüğünü ve en küçük yerlerinin dâhi boş bırakılmadığını görürüz. Tarım yapılması çok zor olan kayalık yerlerde, bağ yollarında cehri gibi çalılıklar hem doğal bir duvar oluştururken, ailelere de ürünü paraya çevrile bilecek bir katma değer sunmaktaydı.

Bu bölgelerde arazinin taşlarının temizlenmesiyle sekiler, duvarlar yapılmış, uygun yerler kirizmaya alınmış, bağın içindeki taşlar değerlendirilmiş ve tarıma uygun alanlar oluşturulmuştur. Bir röportajımızda “Göbekli ’de kirizma bağımız var.” Bir zamanlar kişilerin maddi varlığı ile öğünme nedeymiş. Günümüzde bu sekiler, bağ duvarları hâlâ görünse de her taraf harap olmuş, birçok ağaç kurumuş hozandır. Oysa tarihte bu mekanlardan üretilen üzümlerden üretilen sirkelerin, şarapların ünü Osmanlı sınırlarını aşmıştı.

Konuya başka bir bakış açısıyla bakacak olursak karşımıza İpek yolu ve kervanlar çıkmaktadır. Nevşehir kervanlar için sadece bir uğrak noktası olmaktan öte ürün üretip kervanlara satan bir bölge de olduğu unutulmamalıdır. Bölgemizde bolca bulunan obzityeniTobata şehir krallığı kervan ürünü yapmıştı. Hititler, Asur ticaret ağı da yöremizde faaliyet göstermişti. Yöremizde bulunan kervansaraylar buraların öneminin hiç bitmediğini gösteren görsel tarih belgeleri olarak durmaktadır. Su değirmenleri, değirmen taşı üretimi, hayvancılık, bitkisel üretim ve bu üretimin çeşitliliği ticaretin olumluluğundan öte insanımızın çalışkanlığını da ortaya koymaktadır. Kale mahallesinin altından çıkan devasa şehir ve kaya damların kervanlara depoluk ayrıca kervancıların üs olarak kullandıkları da ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyorum.

Kan damlası (Ceylan gözü) ve peşparmak (Potinella) Göre Mezarlığı Nevşehir.

Nevşehir tarihinde su değirmenlerini araştırırken karşılaştığım bir takım özel bitkilerle karşılaşmıştım. Izgın (ErucaCappadocica), keten (LiniumUsitatissimum) gibi yağlı tohum bitkilerinin de tarımı yapıldığını duymuştum. Bir adım ileri gidilerek bu bitkiler için değirmenlerinde (Yağ Değirmeni) faaliyet gösterdiklerine şahit olmuştum. Bunlardan bir örneğin Nar Belediyesinde hatıra olarak muhafaza edildiğini de biliyorum. Değirmenlerden çıkan ürünlere gelince keten yağından bezir, ızgından ise acı bezir yapılıyormuş. Bitki formu rokaya benzeyen ızgının posası sıcak suyla işlem gördükten sonra hayvan yemi olarak kullanıldığını da duydum. Izgın aynı zamanda arıcı bir bitkidir. Bu özelliğinden dolayı Ürgüp ve köylerinde arıcılar tarafından tekrar tarıma alınmaya başlanmıştır. Keten ise ürettiği bezirin yanında bir tekstil ürünüdür. Babaannemden kalma bir keten heybe ve yolluk hâlâ durmaktadır. Bitki araştırmalarım sırasında doğada yabani keten dışında bu bitkiyle hiç karşılaşmadım. Bende bahçeme diktim. Çok güzel çiçekleri olduğunu, bahçe peyzajında da kullanıla bileceğini görmüş oldum. Bu bitkinin tarımı tarihin çok eski yıllarından beridir dokumada ve yağının ahşap gemilerin sızdırmazlığında, yağlı boya tabloların boya ile bu yağın katıldığını, aydınlatmada bezir çıralarında ve birçok alanda kullanıldığını da biliyoruz.

Yağ çıkarmak için yöremizde badem ve kayısı çekirdekleri (Enek) ailelere hatırı sayılır gelirler getirdiğini de unutmamak gerekmektedir. Hint keneviri de keza bir lif bitkisidir. Tohumları kavurga dediğimiz kuru yemiş olarak değerlendirilmekteydi. Günümüzde bu bitkiden uyuşturucu madde üretenlerin yüzünden tarımı yasaklanmıştır.

Ayva ağacı Pancarlık Vadisi Ortahisar.

İnsanoğlu bitkilerden sistematik olarak yararlanmayı bilmişlerdir. Tabi bu bilgileri toplamak çok uzun yıllar almış, deneme yanılma, duyma, eski kitaplar, değişik kültürler, bilginin kervanlarla değişik coğrafyalara seyahatleri bilimin ve sanatın ilerlemesinde çok rol oynamıştır. Bilim ve sanatın eşliğinde çıkan ürünler daha çok para etmiş, bu konuya meyyal olan insanları da bu yollarda yürümeye teşvik etmiştir. Bilimi ve sanatı saltanatında kullanan krallar daha büyük medeniyetler kurmuş onlar da bilim ve sanatı desteklemişlerdir.

Bitkilerin kullanım sistematiğinden biri de boyacı bitkilerdir. Bazı özel bitkilerle elde edilen boyalarla; Yün, kumaş, ip, yağ gibi malzemelerin boyanmasında kullanılmıştır. Yöremizde kaya kiliselerinde bulunan ikonalar da yine bitkilerden ve topraktan çıkarılan boyalarla boyanmıştır. Boyacı bitkiler yüzlerce yıl insanlara çok gelir getirmişlerdir. 1800’lü yıllarda bu boyaların kimyasalları bulunmasıyla bitkisel boyalar önemini yitirmeye başlamıştı. Günümüzde bu kimyasalların içinde bulunan ve insan sağlını tehdit eden unsurların bulunmasıyla tekrar doğala doğru bir geçiş gözlenmektedir.

Kimyasal yollarla kurşundan üretilen üstübeçten örnek vermek isterim. Üretimi kolay olan bu üstübeç türü gerçekten kıymetli ve solmayan, kararmayan bir beyaz boya verir. Resim tablosunu yapan ressamı dâhi zehirleme riski olan bu netameli ürüne alternatif olarak çinko üstübeci üretilmiştir. Onunda kurşun üstübeci kadar örtücü özelliği olmamaktadır.

Anadolu yabani karanfili  (DianthusAnatolica)ve çörek otu çiçeği. (Tatlarin kırsalı)

Düşünün ki kurşun üstübecinden üretilen boya ile odaların boyanması, insanların bu risk hususunda bilgi sahibi olmaması insanların zehirlenmesine, hastalanmasına ve hatta ölmelerine neden olabilmektedir. Bilindiği gibi kurşun ağır metal yığınıdır. Pillerin doğayı kirletme nedenlerinin başında da bu ağır metal gelmektedir. Zira birçok bitki doğadaki ağır metali aynı bir mıknatıs gibi emmekte, boyutuna ve gücüne göre tabiatı temizlemeye çalışmaktadır. Bu bitkiler canlılar tarafından yendiği zaman ağır metaller bu canlılara hayati zararlar vere bilmektedir.

Roma kalıntılarında dişleri yeşilimtırak olan kafa tasları çıkmıştı. Nedeni, Romalı zenginlerin kurşun borularla evlerine su getirmeleriydi. Yine aynı manzaralarla eskiden matbaa işçileriyle de karşılaşıyoruz. Yıpranmış kurşun harfleri yeni kalıplarına dökerken kurşun buharlarına tabii olurlardı. Tabi bu da bir meslek hastalığı olarak değerlendirile bilir.

Atalarımız halı ve kumaş boyamada beyazı kendi doğal haline bırakmışlardır. Zira yünün doğal rengi beyazdır. Badana ve iç mekân boyalarında kireç ve alçı gibi doğal maddeler kullanılmıştır.

Yöremizde kullanılan boyacı bitkilerden örneklere bakacak olursak:
  • Sütleğen; Toprak üstü kısımlarından pastel sarı renk elde edilmektedir.
  • Aspir; Yağ ve yem bitkisi olmasının yanında bu bitkiden turuncu renk elde edilmektedir.
  • Nar kabuğu; Yöremizde yetişmemekle birlikte tanınan bir meyvedir. Kabukları şifacılıkta ishale karşı kullanılmanın yanında cevizle birlikte kiremit rengi elde etmede kullanılmıştır.
  • Kayısı; Durgun sularda balıkları sersemleştirip yakalama kolaylığından başka yapraklarından limon sarısı bir renk elde edilirmiş.
  • Ceviz kabuklarından; kahve rengi tonları elde edilmektedir.
  • Adi ardıç yapraklarından yeşil renk elde edilmiştir.
  • Ada çayı; Çay olarak tüketildiği gibi şifacılıkta da dezenfektan ve gribe karşı yaygın olarak kullanılmaktadır. Boyacılıkta ise sarı rengin yanı sıra mordan değiştirmek suretiyle siyah boya elde edilmektedir. Bu yüzden adaçayına bazı yörelerde Siyah çalba ismi verilmiştir.
  • Şekerci boyası, soğan kabuğu hem çok bulunan hem de çok uygulanan bu bitkiler Kahverenginden kırmızıya renk skalaları sunmaktadır.
  • Doğu Çınarı kabukları, havacıva; Kırmızı renk vermektedir.
  • Ayva kabuğu ve tohumları, çivit otu yaprakları; Mavi renk vermektedir.

Bahçe hazeranı. Yabani arıları garip bir şekilde üzerine çekmektedir. Nevşehir Bahçe çekimi.
 
Bitkisel boyaların renklerini sabitlemek ve renk seçenekleri sunmak için mordan denilen kimyasal ve doğal malzemeler kullanılmaktadır. Doğal mordanlar kolayca buluna bilen; Sirke, koruk suyu, Pelit (Meşe palamudu meyvesi), yosun, kil, kül olarak kayıtlardadır.

Kimyasal mordanlar ise; bakır sülfat (Göz taşı), sacı Kıbrıs, şap, klorür, kurşun asetat, krem tartar diye örneklenmektedir. Bir zamanlar bu maddelerin kullanım çokluğu nedeniyle kimyasal mordanlar aktarlarda kolayca elde edilmekteydi.

Bitki hazinelerimizden boyacı bitkilerden özet olarak bahsetmeye çalıştık. Bitkiler ayrıca Kahveciler, çay olarak kullanılan bitkiler, Yabani salata olarak tüketilenler, Şifacılar, sakız üretilen bitkiler, aromatikler, parfüm üretilebilecek bitkiler, Yağ üretilenler, yem bitkileri, peyzajcılar gibi oldukça geniş bir yelpaze sunmaktadır. Bitkilerin gücünü değerlendiren toplumlara; İstihdam, Sanat, ekonomik güç, çevre güzelliği, sağlık gibi değerler olarak dönmeleri gayet açık bir imkân olarak görünmektedir.

Çevresel kirlilikler, plansız betonlaşma, ilgisizlik ve bu konudaki toplumdaki duyarsızlık bazı bitki türlerini tehlikeye sokmaktadır. Üstelik bu tehlike sadece yöremize mahsus değil, Türkiye olarak ve hatta dünya olarak insanlığın ortak problemidir. Tehlike çizgisinde olan endemik bitkilerin korunması en azından dünyaya olan borcumuzdur diye düşünüyorum.

Adi sorguç otu. Uyuzpınarı. Nevşehir. Karşıda görünen yer Dere Mahallesidir.

Yöresel bitki habitatlarında, yerli bitkiler yok oldukça yerlerini istilacı bitkiler almakta ve çok çabuk bir şekilde yayılmaktadırlar. Anız yangınlarının yayılmasında çok büyük bir rol oynarken toprağın minerallerini ve zaten kısıtlı olan suyunu adeta yağmalarlar. Toprakları verimsizleştirmenin yanı sıra ağaçlara da zarar verirler.
Doğa bizim evimiz ve yurdumuzdur. Bitkiler yurdumuzun güzellikleri ve süsleridir. Dünya biz insanlara ait bir gezegen değildir. Biz insanlar dünya ya aitiz. Bunu asla unutmamamız gerekir.

İlkbaharda Derinkuyu kırsallarında gelincik çiçeklerini görmeye gidin. Kırmızı ile yeşilin uyumunu görürsünüz. Haziran ayının ilk iki haftasında Erdaş Yaylasına çıkın. Çiçek ve yayla kokularının harmonisine şahit olun. Mayıs ayında Hırka Dağının çiçeklerine bakın. Burada sizi Mayıs sıcağı, oksijen bolluğu, insanı rahatlatan serin bir rüzgâr ve engin bir manzarada karşılayacaktır. Temmuz ayının sonlarına doğru Kahveci dağına çıkıp Anadolu Yabani karanfillerine ( DianthusAnatolica) bakın. Yine; mayıs- Haziran aylarında Gülşehir’e gidip keme yiyin. Güzün (Ekim) ilk haftalarında Küçük Dağ’a çıkıp; Alıcın, muşmulanın tatlarına bakın, meşe palamudu yiyin. Bu palamudu kavurup yediğinizde inanın kestane ile yarışacaktır. Bu bitkiler aynı zamanda şifalıdır. Vadilerde ve bozkırda yaz başına kadar yene bilen yabani otları bula bilirsiniz. Bunun yanında Borus Çayında girebolu yiyip vücudunuzdaki toksinleri atın diyeceğim ama oralar harap oldu. Betonlaşma borus çayının merkezine ulaştı. Hoş, suyu daha önce kesilmişti.
Yöremizde tarımla uğraşan insanlarımızla konuştuğumuz vakit; “Satın alma garantisi olan her şeyin tarımını yapa biliriz.” Demişlerdi. Üzüm 45-60 Kuruştan satılmıştır. Kayısı ona keza, cevizleri birkaç yıldan beridir soğuk aldığından verim alınamıyor. Köylünün ürünleri çıktığı aylara “Döküm ayı” dendiği için ister istemez çok ucuzluyor. İnsanlarımız boş kalmayalım kabilinden yine de bir şeyler yetiştirmeye çalışıyor. Sahipli yerlerin durumu böyle olunca, sahipsiz devlet arazileri daha da bakımsız kalmaları doğal gibi geliyor. Arazilerde küçülme, durumu daha da zora sokuyor. Kabak, buğday, patates gibi tarım ürünleri çiftçilerimizde ve köylerimizde az da olsa gelir sirkülasyonunu devam ettirmeye çalışıyor. Bu tarım ürünlerinin ekimi dikimi ve bakımı büyük çoğunlukla aileler tarafından yapıldığı için gelir biraz ayakta durmaya çalışıyor. Kozaklı ve Hacıbektaş kırsalında yapılan pancar tarımına ise kota gelmesi çiftçilerimiz için ayrı bir sorun teşkil etmişti.

Mavi Hindiba çiçeği. Şifalı bir bitkidir. Bitki çiçeği karınca yuvasının yanına koyulursa, karınca asidi bu çiçeği kırmızı renge döndürmektedir.  Doğa fotoğrafçılarının  beğendiği bir çiçektir.

Kabak tarımı yapılırken çekirdekleri makine ile ayırt edilmektedir. Doğada asitlenip yığıldığı Topraklara zarar vermektedir. Meyve suyu aromalarına katılıp, köylüye ve meyve suyu üreten firmalara ek bir gelir sağlar. Şifacılığının ötesinde Amerika’da kabak suyu ekonomiye çoktan alınmıştır. Günümüzde atıl bir ürün olan kabağın satılması ülkemize ek bir gelir sağlayacaktır. Burada önerim meyve sıkma makinalarıyla elma suyu ile karıştırıp içmenizdir. Antioksidan değerinin yanında kabağın minerallerinden de yararlanmış olacaksınız.
 
Taraksı yuvşan otu (Veronicapectinata)
Yöre tarihini incelerken “Gün balı” ile karşılaşmıştım. Çok aradık lâkin bir sonuca ulaşamamıştık. Aynı şu ifade geçiyordu; “Saraydaki en makbul tatlı Muşkara yöresinde yapılan Gün balı idi.” Zerdali, Farsça Altın dalı demektir. Sarı renginden dolayı bu ismi almış olacak, aynı zamanda, yine şeklen benzemesin den dolayı Gün, kayısıdır diye düşünüyorum.

Kayısı insanlığa Türklerin armağan ettiği bir ağaç olarak kabul edilir. Orta Asya’dan batıya doğru hareket ettiklerinde bu ağaçta yayılarak gelmiştir. Bu konu tarihi kayıtlarda daha teferruatlı bir şekilde anlatılmaktadır. Aynı Turfanda kelimesi gibi… Turfan meyvelerin sebzelerin daha çabuk yetiştiği Orta Asya’da bulunan bir yerdir.
Kayısı insan sağlığına çok iyi gelen bir meyvedir. Allah aynı amaçla çöllere ve sıcak ülkelere hurmayı armağan ederken, Kuzey yarım küreye de kayısıyı nimet olarak insanlara armağan etmiştir. Devamlı kendilerini yorgun hisseden kimselere erik kurusu ve kayısı kurusunu yemelerini tavsiye ederim. Bu aynı zamanda da sindirim sisteminin daha sağlıklı olmasına da yardımcı olmaktadır. İçine kuru üzümünde katılıp hoşaf yapılıp içilmesi sizlere doğal, ucuz, kolay ve sağlıklı yiyecek ve içecek olacaktır.

Kapadokya yabani mercimeği (HedyserumCappadocica) Sarı çiçekli yaban gülü çiçeği (RosaCanina)
İnsanoğlunun doğanın sunduğu nimetleri unutmaması gerekmektedir. Zira gün geçtikçe doğaya yabancılaşıyoruz. Yenilebilen yabani otları köylü pazarında görüyoruz. Büyüklerimizin hazırladıkları yiyeceklerinin büyük bir kısmı günümüzde unutulmak üzeredir. Sadece kültür araştırmacıları bunları bulup kitaplarında yazmak için ve unutulmasını önlemek için çalışıyorlar. Üzüm turşusunu ve turşu suyunu unuttuk gibi duruyor. Hardal tohumlarıyla hazırlanırdı. Bir ara turşu ilacı çıkmıştı. Bu konuda bir tıp doktoru “Bunu kullanmayın zararlıdır. Hardal tohumu kullanın bu daha güzeldir.” Demişti. Yöremizde parmak üzümü ile hazırlanıp küplerde olgunlaştırılırdı. Yemeklerden sonra tatlı niyetine sunulmaktaydı. Örnek olarak; Siz hiç sızgıt parçalarıyla hazırlanmış ayva veya kayısı tatlısı yediniz mi?

Yöremizde salebin tarımını önermeden geçemeyeceğim. Önce saksılarda ve bahçelerde, daha sonra ise kayalık alanlarda ve kıraçta yetişmemesi için hiçbir neden yoktur. Yerli salep imsi bitkilerimiz zaten mevcuttur. Bunun yanında bu bitki yöremize göre egzotik olsa da yine yöremizde birçok egzotik bitkinin hayat bulduğunu gördük. Patates bunların en önde gelenidir. Kahraman Maraş yörelerinde doğadan toplanıp pazarlanan salep günümüzde tarımı yapılmaya da başlanmıştır. Salep bitkisinin korunması açısından bu tarım için teşvikte alınacağına inanmaktayım. Sözün kısası küçük alanda daha büyük gelirler elde edilebilir diye düşünmekteyim.
Geniş vadilerde safranın bile tarımı yapılacağına inanmaktayım. Zira safran doğu bitkisidir. İran, Özbekistan bu nadir bitkiyi yetiştirip kullanıyor ve pazarlıyor. Bu bölgeler aynı bizimde içinde bulunduğumuz İran-Turan Bitki topluluğunun merkezidir. Safran bitkisi en dar alanda en yüksek gelir demektir.

Safran bitkisini bahçemde deneme üretimi yapıyordum. İyilik sever dostlarım benim olmadığım zaman bahçemdeki otları temizlemişler, safranda bu arada yolunup atılmıştı. Safranın Türkiye rekoltesi 100 kilo gramı bile geçmemektedir. Bu ürünleri yetiştirmek çok çok güzel ama satım garantisini de bulmak gerekmektedir diye düşünüyorum.

Deniz üzümü (Ephedraminima) Karaya vadisi.

Karabuğday tarımını da öneririm. Bünyesinde bulunan glüten insana zarar vermemektedir. Günümüzde ise sağlık ve organik gıdalar devamlı öne çıkmaktadır. Kara buğday özellikle şeker hastalı için güzel bir gıda olarak düşünüle bilir. Tabi bu arada fazla kilolardan şikâyet eden insanlarımız için de önemlidir. Koyu yeşil formu oksijen üretimine önemli katkı sağlarken, fazla bakım istememesi başka bir avantajdır. Aynı zamanda arıcı bir bitki olması ve özellikle kır çiçekleri solmaya başladığı zaman çiçeklenmesi arıcılara büyük avantajlar sağlamaktadır. Arta kalan tarafı ise kıymetli bir hayvan yemi olarak değerlendirilmektedir.

Rus mutfağında tereyağı ile kavurması kahvaltıda tüketilmektedir. Bu ürünün tarımı yer altı sularına nefes aldırması, dolayısı ile üreticiye elektrik tasarrufu yaptırarak daha ürünü almadan para kazandırmaya başlaması oldukça manidardır. Burada toplumun beğenisini kazanıp tercihine şayan olması için tanıtımlarının da yapılması unutulmamalıdır.
Yöremiz elma, üzüm, armut, erik türleri bakımından da oldukça bir zengin bir bölge bulunmaktadır. Tavşan başı, taş elması, misket, yaz elması gibi elma türleri günümüzde çok zor bulunmaktadır. Oysa bu türler bizim yöremize mahsustur. Örneğin sarı erik reçellide yapılabilen, kurusu en kıymetli kaysı türleriyle yarışa bilecek kabiliyette bir ağaçtır. En önemlisi tüm bunlar bizim kültürümüzdür. Taş elmasının insanlara dilimle ikram edildiğini kaç kişi biliyor, bilmiyorum. Üzümde tarım Hititliler zamanındakinin aynısının yapıldığını sanıyorum. Yine yöreye has, bir çoğumuzun bilmediği üzüm türleri olduğu gibi çok kadim yıllardan sürüp gelen çok özel üzüm türleri yöremizde bulunduğunu öğrendiğimde sevincimi anlatamam. Yöremiz üzüm tarımında Ar-Ge ve organizasyon eksiği olduğunu düşünüyorum. Zira üzümün kilosu 40 Kuruşken, orta kalite bir şarabın şişesi 900 TL.ye satılmasındaki fark bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ise birçok insanıma iş olması, ekmek olması demektir. Daha üzümden yapılan yan ürünler hakkında hiç konuşmadık bile… Çekirdek yağı üzümden daha kıymetli bir üründür. Posası şifacılıkta kullanılmaktadır. Acaba hamur katkısı ola bilir mi? Bu konu araştırıldı mı? Onu da bilmiyoruz.

Yöresel tarihimizde üzüm ve ürünleri kışlık kayıtların en önemli parçalarıydı. Üzüm asmalarının kökleri 50 metrelere kadar inmesi ayrı bir özelliğiydi. Günümüzde üzüm bağları ve elma bahçeleri satış talebine göre şekillenip, adeta fabrikalaşmış gibi görülmektedir. Yöresel türlerin unutulmasının da altında yatan sebep budur.

Yeni kırılmış elma ağacının kokusunu hiç aldınız mı? Etrafa doğal ve çok güzel bir koku yayılır. Odunluk dâhi günlerce bu kokuyu muhafaza eder. İnsanlarımız işlerini marjinallerde arayacaksa bu iş bile değerlendirilmeye değerdir. Bence en güzel elma kokusu yine miskettedir derim.

Dağ sümbülü, arap sümbülü ve Türkmen sümbülü olarak bilinen güzel kokulu bir çiçek. ( Muscari sp.) Yaz aylarında kurusu da güzel kokmaktadır.  Yandaki sarı çiçekli bitki ise DrabaCappadocica) Endemik bir bitkidir.