Nevşehir’in ortasından geçen küçük bir çaydır. Son yıllarda kuruduğu için suyu da akmamaktadır. Açtığı vadiye ve bu vadilerin uzunluğuna bakılırsa buranın aslında çok kadim bir dere olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Nevşehir, güney yönünden kuzey yönüne doğru uzanan bu geniş vadi üzerinde kurulmuştur. Arazi yapısı Güney yönünden (Kıble) kuzey yönüne doğru eğimlidir. Nevşehir’in vadi üzerinde bulunan kısmının doğu yamaçlarında “Karşıdağ”, batı cenahında ise “Kahveci Dağı” bulunmaktadır. Bu yüzden vadide güneş daha geç doğup, erkenden batar. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi şimdi kuru olan Borus çayının en önemli özelliklerinden biri de debisi çok yüksek olan selleridir. Borus çayı Kızılırmak’a dek uzanmaktadır.

Borus çayı Aşıklı Dağının dibindeki “Yuvanni” bölgesinden kaynak olarak yer yüzüne çıkmaktaydı. Çıktığı arazi kumul ve hışırın karışımı bir toprak olduğu için bu geçirgen toprakların suya doyduğu anlaşılmaktadır.

MİSLİ OVASI
Uçsuz bucaksız geniş ve yüksek bir ovadır, Karşı tarafından Niğde topraklarına kadar uzanır. Batı cenahında Aksaray ovasıyla da birleşir. Bu ova Nevşehir’in en önemli su çanaklarından biri de kabul edilmektedir. Aşıklı Dağı, Misli Ovasının anıtsal bir kapısı gibi Vadi girişinde bulunmakta ve ovanın o mahaldeki sınırlarını belirlemektedir.

 Ovada genellikle patates tarımı yapılmaktadır. İğde ağaçları tarlaların sınırlarında yerini alırken bahar günlerinde gelincik çiçekleri adeta misli ovasının ekilmeyen ve nadas bölgelerini kaplamıştır. Kaymaklı ve Derinkuyu aynı zamanda yer altı şehirleri olan sıra dışı turistik yerlerdendir. Ayrıca bu yol Ihlara’ya da gittiği için Turistik bölgenin merkezlerinden biridir. Yöre ayrıca pomza yataklarıyla da ekonomiye hizmet etmektedir.


Aşıklı Dağından Misli Ovasının görünümü

Ovanın Nevşehir vilayetinin en önemli su çanaklarından biri olduğundan bahsetmiştik. Yuvanni bölgesinden kendi başına kaynak olarak çıkan Borus çayı günümüzde bu ovada açılan yüzlerce belki binlerce kuyudan çıkan suların neticesinden olduğu düşünülmektedir. Bu bölgede su 10 metrelerden 400 metrelere kadar kuyu derinliği indiğini hesap etmemiz gerekir. Toprağın yapısını da hesaba katarsak ovanın kurumakta olduğunu görmemiz hiç de zor değildir. Kuyulardan önce toprağın nemli olduğu bu yüzden tahılların, üzümlerin ve ekilip dikilen tarım ve doğanın ne kadar canlı olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Yuvanni bölgesinde de su kuyular vasıtasıyla çıkarılmaktadır.

Aşıklı Dağından bir başka görünüş.

Resmi verilere göre 2011 yılında 77.510 dekar ekili alandan 321.202 ton patates üretimi yapılmıştır. Patates tarımı Nevşehir’de doğal ambarların varlığı ile hayat bulmuştur. Patates sıcaktan çabuk etkilenen bir bitkidir. Dahası yöremizde patates sulaması için derin kuyulardan çıkarılan suya hatırı sayılır elektrik parası ödenmesi maliyeti de artırmaktadır. Dahası yıllar içinde bilinçsizce toprağın kimyasal gübrelerle kirletilmesi veya gübre yüklemesi yapılması zaten azalmış olan su havzasına ulaşıp potansiyeli kirletmesi olası bir durum olarak da görülmektedir. Ayrıca, yıllardan beridir tarlalarda aynı ürünün tarımının yapılması da toprağı oldukça yormuştur. Neticesinde bazı bölgelerde patates tarımı yasaklanmıştır. Bir üretici ile yaptığım sohbette su ve gübrenin gücü ile toprak verim vermeye çalışıyor. Toprağın sıva kumuna döndüğünü görüyoruz Demişti. Patates tarımı üreticilerimize eskisi gibi kar ettirmediğini de görüyoruz. Bazı yıllar bu ürünü derelere döküyorlar.

Patatesin kendisi veya nişastası ekmeğe katılabilir. Üstelik bu konu kültürümüzde de vardır. Kaymaklı mahalle fırınlarında ve civar köylerimizde bu ürün karşımıza çörek olarak çıkmaktadır. Ekmeğin bayatlamasını geciktirdiği gibi sindirimi rahatlatma gibi özelliklerinin yanı sıra çöreğe vitamin ve mineral katkılarını da unutmamak gerekir. En azından bu konu üreticilerimizi desteklemek açısından yasa ile ekmeklere ve özellikle halk ekmek dediğimiz ekmeklere katılması, reklamının yapılıp marka haline getirilmesi üreticilerimizi desteklemek açısından iyi olacağını düşünmekteyim.

Satılamayan patatesler hayvan yemi olarak da değerlendirile biliyor. Süt hayvanlarına iyi gelmediği ancak besi hayvanlarında kullanıldığını da duymuştum. Patatesten alkol üretimi bilmem hiç düşünüldü mü? Üzümden elde edilen alkol oranı % 12-20 iken, bu oran patateste % 60’lara varan alkol üretimi elde edilmektedir. Bu gerçekten değerlendirmemiz gereken bir olgudur. Üstelik ilimizde rakı fabrikası da bulunmakta ve bildiğim kadarıyla sadece üzümden alkol üretmektedir. Oysa dış ülkelerde bu ürünler değerlendirilmektedir.

Patates hakkında yıllar önce okuduğum, Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen bir olayı sizlere aktarmak isterim. Patates tarımı yapılan bir bölgeye patates böceği musallat olur. Ne yaptılarsa baş gelemezler. Sonunda çiftçi birlikleri toplanıp patatesten vaz geçmek ve bu böceğin ilgisini çekmeyen bir sanayi bitkisi yetiştirme kararı alırlar. Bu karara tüm üreticiler uyar ve yeni bitkiden çok daha fazla kazanırlar. Neticede köy meydanlarına patates böceğinin heykellerini dikip, “Bizi zengin eden böcek” İbaresini de altına yazmayı ihmal etmezler.


Aşıklı Dağından bir görünüş.
 
Aynı bu konu kabakta da yaşanmaktadır. Yöremizde hatırı sayılır kabak üretilmekte, çekirdekleri makinalarla çekilmektedir. Bir deyişle çekirdeği için kabak üretmekteyiz. Çekilen posa güneşin altında asit oranı yükselmekte ve altındaki toprağa zarar vermektedir. Yabancı ülkelerde kabağın kendisi değerlendirilmekte, meyve sularına katılmaktadır. Yöremizde bu konunun değerlendirilmesi üreticilerimize önemli ve yoktan bir katma değer getirecektir. Tabi bu konuda kurumların ve üreticilerin emeği ve talebi gerekmektedir.

Ülkemiz üreticileri, bilim çevreleri ve Sivil toplum örgütleri üretilen, tarımı yapılan her ürün hakkında marjinallere kadar vara bilen araştırmalar yapmalıdır ki, satıla bilen ürünlerin; Yan ürünleri, daha fazla fayda sağlaya bilecek yönleri, en iyi pazarlama sistemleri araştırılıp uygulamaya konmalıdır. Bu insanımıza çeşitli maddi faydaların yanı sıra okumuşlarımıza istihdam sunması açısından da çok önemlidir, insan kaynaklarındaki ihtiyaç bölge çocuklarımızın tercihi sırasında karar vermesi açısından da çok kıymetlidir. Zira birçok insanımız işsiz ve iş arıyor. Oysa aileler çocukları okuta bilmek için hatırı sayılır maddi manevi bedeller ödüyorlar.

Misli Ovası patates tarımına engel patates böceğinden ayrı olarak istilacı bitki türleri de kendini göstermeye başlamıştır. Geçenlerde aynı yöreden bir vatandaşımız tarlalara musallat olan istilacı bitki türünden bir örnek getirip bana ne olduğunu sormuştu. Bu bitki tarla köy göçüreni idi. Bu bitki; Tarlanın suyunu, gübresini, emeğini sömürüp aldığı gibi hızlı da yayılma gösterir. Tarla köy göçüreni gibi istilacı tür bitkileri tarlalardan ıramak oldukça zor bir emek ister. Sadece kendi tarlanı ve yakındaki meraları, kayalıkları temizlemen de yetmez. Tüm habitatın temizlenmesi ve akabinde devamlı kontrol edilmesi gerekir.

Eski Belediye başkanlarımızdan Yalçın Demir’in, Toroslardan (Çamardı) içme suyu getirme projesi günümüzde unutulmuştur. Aynı hassasiyetle belediye başkanlarımız ve milletvekillerimiz bu projeyi canlı tutup belki de hayata geçirmeleri gerçekleşe bilirdi. Nevşehir’e su sağlayan kaynaklardan biri de Yuvanni Kuyuları olduğunu hatırlıyorum. Su 400 küsür metrelerden çıkmaktadır. Misli Ovasında kimyasal gübreler kontrolsüz bir şekilde toprağa verilmektedir. Zira bunun kontrolü Türkiye çapında yoktur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yer altı suları ile karışması sonucu insanlar çok büyük zararlara maruz kalacağı gerçeğini de unutmamak gerekir.


Aşıklı Dağından Kaymaklı yoluna bakış.

Misli Ovası tarihini incelersek tüm yöre ile beraber değerlendirmemiz gerekmektedir. Yazılı tarihle, arkeolojinin, yine yazılı tarihle sözlü tarih arasında büyük farklar bulunmaktadır. Aynı zamanda tarihte büyük kopukluklar yaşanmaktadır. Bu yüzdendir ki, yer altı şehirleri sonradan keşfediliyor, önceki yaşanmışlıklar çabuk unutuluyor. Aynı kopukluğu Nevşehir’de de yaşadık. Çocukluğumuzda Nevşehir’in altında büyük bir şehrin olduğu yaşlılarımızca sıkça dillendiriliyordu. Tüneller, falancanın evinin altındaki mağaralar konuşulup duruyordu. Keza bu şehri Kale Mahallesi ve diğer mahalleler yıkılınca gördük.

Bir açıdan insanın fıtratıdır diye düşünmeden edemeyeceğim. Aile ve çevrede hiç gündeme gelmeyen yöresel tarih o kadar uzun değil birkaç nesil sonra unutulup gitmektedir. Eskiden hayatlar yavaş yaşanırken sözlü tarihte (yaşça büyüklerden küçüklere aktarılan) bunlardan kısmen söz ediliyordu. Benim çocukluğumda da durum böyleydi. Günümüzde hayatın iyice hızlanması ve toplumların çekirdek aile sistemine geçmesi tarih unutkanlığını iyice artırmaktadır. Bir başka neden ise yöresel tasvir yapan yazarlarımız pek olmamıştı. Başka bir deyişle yaşadığımız günün bir gün tarih olacağı pek çok yazarımız tarafından dikkati nazara alınmadığına inanmaktayım.

Bu konuda Evliya Çelebi’nin eserlerini örnek verebiliriz. Evet o yıllar tarih oldu. Fakat kayıtlara girdiğinden belli bir açıdan bilgilenebiliyoruz. Ayrıca tarih objektif olmalıdır. Rivayet dahi olurken belli katmalar objektifliği bozacak, efsaneleşecektir, masal olacaktır. Ya iyi ya da olduğundan kötü tanıtılacaktır.

Misli Ovası, yazılı tarihlerde mevcut olduğu için üzerinde durmayıp, insanlarımızdan duyduğum pek bilinmeyen kısımlarından bahsetmek isterim.

YOL VERGİSİ YOLU: Nevşehir Niğde Vilayetinin bir ilçesiydi. Savaşlardan çıkmış ulusumuz yaralarını sarmaya çalışırken İkinci Dünya Savaşı çıkıyor. Biz katılmasak da ateş denizinin ortasındaki bir ada gibiydik. Yunanistan’dan Rusya ya kadar bütün komşularımız savaş halindeydi. Askerden terhis olmuş gelen çocuklarımız savaş nedeniyle tekrar asker olmuşlardı. Anadolu kıtlık yaşarken çalışacak çocukları da askerdi yani ailelerin yanlarında değildi. İkinci Dünya Savaşında can kaybımızın olmaması bizim için çok kıymetli bir ödüldü.

Hali ve ahvali böyle özetledikten sonra Yol vergisine gelelim. Askerden terhis olup gelen gençlerimiz ya belli bir para verir ya da gider yolda belli bir müddet çalışırdı. O çalışma alanlarından biri de Göre kasabasından, Kaymaklı-Derinkuyu yolu yani bir deyişle Vilayet yoluydu. Demokrat Parti yol vergisini kaldırdı. O günleri yaşayan insanlarımız; Demokrat Partinin kazanmasında yol vergisini kaldırmasının çok büyük tesiri olduğunu söylerlerdi.

MERALARIN TARLA YAPILMASI:Bu sorun aslında tüm Türkiye’nin sorunudur. Traktörlerin yaygınlaşmasıyla meralar sürülmüş tarla yapılmıştır. Tarlalar çoğalırken, meralar azalmıştır. İşlenmemiş sert topraktan oluşan tarıma elverişsiz bu toprakların tarıma elverişli hale getirilmesi uzun yıllar almakta yine de düzen tutmamaktadır. Oysa sadece emekle yapılan tarımda doğa yüzlerce yıl bozulmamış, ürünler su geçiren bu topraklarda susuz da kalmamıştı. Doğada dengenin çabucak bozulmasına manidar bir örnektir.

İLK KİMYASAL GÜPRENİN KULLANILMA HİKAYESİ: Patates tarımı yapan bir çiftçiye fenni gübrenin daha iyi bir verim alınacağı anlatılır. Çiftçi bunu kabul etmez, çekinir. Satıcı firmanın temsilcisi işe Nevşehir’in tanınmışlarını hatır için araya sokar. Sonunda tarlanın belli bir yeri fenni gübre diğer tarafı da klasik bir şekilde hazırlanıp verimin sonucu beklenir. Toprak taze, kimyasalla hiç tanışmamış, dayanıklıda olunca tabii sonuçta şaşırtıcı olmuş. Söylediklerine göre bu olay Göre kasabasında gerçekleşmiş. Bunu gören üreticilerimiz fenni gübreyi hep uygulamışlar. Elli küsur yılda bu topraklara binlerce ton kimyasal gübrenin başlama hikayesi böyle olmuş.

Ebetteki bildiğimiz bilmediğimiz birçok hikayesi vardır. Kaymaklı Enegu,(Enaa), Derinkuyu Melabubi adlarıyla anılırdı. Yer altı şehirleri nasıl yapıldı? Niye yapıldı? Kimler yaptı? Bunlar tarihimizde sorulup durmaktadır. Yeraltı şehirlerine baktığımız zaman burada yaşayanların çevik, kuvvetli, şişman olmayan, pekte uzun boylu insanlar olmadığını düşünmeden edemiyorum. Zira açtıkları tüneller ve yaşam alanları bende bu intibaı bırakıyor.

Eski şoförler Kaymaklı-Derinkuyu yolunda seyrederken çan sesleri duyduklarını, sonradan da bu seslerin kesildiğini söylemişlerdi. Bu iki yeraltı şehirleri arasında irtibat ve yer altı tüneli olduğunu göstermektedir diye düşünüyorum. Sonraki yıllarda da aynı tünelde yıkıntılar olduğu, araziden bu tünele geçişlerin varlığını da düşündürmektedir. Zira çan sesi kendi başına değil de rüzgâr veya bir hayvanın dokunmasıyla işlevini yerine getireceği bir gerçektir diye düşünmekteyim.

Daha keşfedilmemiş Çardak köyünde de yer altı şehri olduğu halk tarafından söylenmektedir. Aşıklı Dağında da yer altı şehri bulunmaktadır. Nevşehir’de çıkan şehir ile de bunları birleştirirsek bana göre fantastik bir coğrafyada yaşıyoruz da diyebiliriz. Borus Çayın hikayesinde Nevşehir’i anlatırken buradaki tünellerden de bahsedeceğiz. Özellikle 350 Evler Mahallesindeki tünel 970’li yıllarda bulunup, üzeri molozla kapatılması bana göre oldukça manidardır.

Tarihimizde ve doğamızda daha çok keşfedecek konular olduğuna inanıyorum. Benim kanaatime göre henüz yolun başındayız. Su doğa kadar insanlar için de önemlidir. Suyu harcayarak bitirmek veya azaltmak kadar suyu kirletmekte geleceğimize zarar vermektedir. Üstelik bu coğrafyada sıcak mineralli suda bulunmaktadır. Ponza yatakları bu muhteşem ovanın kuzey taraflarında yani Çardak, Güvercinlik ve Kavak Kasabasıyla birçok yöremizde bulunmaktadır. Soğuk hava depoları, kaya damları yöremiz için oldukça zenginlikler sunmaktadır. Burada önemli olan biz bunları gereği gibi tam fayda ile kullanabiliyor muyuz? Bunun çalışmasını ciddi anlamda yapmamız gerekmektedir. Misli Ovasında bulunan yüzlerce kuyulardan çektiğimiz suyun belki de yer kabuğunda bir savunma ve koruma bariyeri konumunda olup olmadığını bilmiyoruz fakat suyu çekilen yörelerde obruklar oluştuğunu belgesellerden devamlı duyuyoruz. Yöresel ve temel bitkiler nelerdir? Onlar yok oldukça yerlerini istilacı bitki türleri almaktadır. Pekiyi İstilacı bitkiler nelerdir? Faydası ve zararı var mı? Niye istilacı tür demişler? Yörede endemik türlerde bulunmaktadır. Yani dünyada sadece o yörede yetişen bitkiler demektir. Bu gibi doğal güzelliklerimiz yöremize bolca ihsan edilmiştir. Bizlere düşen doğaya zarar vermeden bu nimetlerden faydalanmayı bilmektir. Zira biz insanlar sadece belli bir süre yaşayıp dünyayı terk etmekteyiz. Bu yüzden güzel izler bırakmaya çalışırken, dünyanın biz insanlara ait olmadığını da kabul etmeliyiz. Zira biz insanlar dünya ya aitiz.
 Saygılarımla. Bahadır DEDEOĞLU- NEVŞEHİR.