GARİP BİR BARIŞMA
Sevgi, özgüven ve eğitim. Zamanımızın sipahileri, şövalyeleri, samurayları bu zırhları kuşandılar. Devletlerini bunlarla geliştirdiler. Sevgisizlik, güvensizlik ve eğitimsizlik ise geri kalmışlığın ve sefaletin sebepleri, yok oluşların en önemli parametreleri olmuşlardır.
Tabi ki eğitim ailede, daha çocukluk yaşlarında başlar. Tunç Bey ve eşi mesleğinde isim yapmış öğretmenlerden di. Bir de küçük oğulları vardı. Daha ilkokula giden mini mini bir çocuktu. Aile içerisinde tam bir öz güvenle yetiştirilmişti. Yanlışlar, doğrular hep tatlı dille anlatılmıştı. Çocuğun fikirleri saygı ile karşılanır, anlattıkları sonuna kadar dinlenirdi. Çocuğa duyulan sevgi de saklanmaz, alenen gösterilirdi. Kötülüğü, yalanı, riyayı hiç tanımayan çocuk, buna göre hareket eder, aile örnek bir mutluluk panoraması gösterirdi.
Bir gün, prensiplerine sıkı sıkıya bağlı olan anne ve baba, bir olayı onur meselesi yaparlar. Tartışırlar. Tartışmaları küslüğe dönüşür. Bu durumu çocuktan gizlemeye çalışırlar. Anne-Babanın konuşmaları, davranışları, halleri ve en önemlisi alışa gelmişin değişmesi zaten zeki olan çocuğun da gözünden kaçmaz.
Bu arada aile düzeni, çeşitli inatlaşmaların yüzünden iyice açılmaya başlamıştır. Anne ve baba artık ayrılmadan söz ediyorlardı. Hâlbuki ikisi de böyle bir şey istemiyorlardı. Fakat gururlarından ve prensiplerinden de taviz veremiyorlardı.
Kendi iç sorunları olduğuna inandıkları için de dostlarının kesinlikle bu olaylardan haberleri yoktu. Problem; Anne, Baba ve çocuk arasındaydı. Koskoca âlemde yalnız kalmışlardı. Akşam olup, aile bir araya geldiği zaman birbirlerine soğuk, çocuğa karşı sevecen davranmaya devam ediyorlardı.
Akşam ışıkları, evlerin perdeli aydınlıkları arasında göründüğü zaman, her ışığın ardında ya bir mutluluk, ya bir umut, ya bir acı saklıyordu. Işıkların elbette dili yoktu.
Küçük çocuk bu durumdan oldukça rahatsızdı. Bir şey yapamıyordu. Sadece düşüncelere dalıp, mahzun oluyordu. Bunları barıştırmanın bir yolu olmalıydı. Anne ve Babasının sevdiği, sevmediği olayları ve hâlleri düşünürken aklına bir fikir gelmişti. Hemen uygulamaya koymaya karar verdi.
—Anneciğim, akşama tavuk pişiririmsin? Ben çok istiyorum. Ayrıca, babam da tavuk istedi. “Annen tavuk pişirirse onunla barışırım.”Dedi.
Vejetaryen olan Anne, bir de üstelik tavuğa alerjisi vardı. Babada tam aksine tavuk yemeyi çok seven bir insandı. Eskiden beri eşinin durumunu bilen baba, eşinden bu yemeği isteyemezdi. Kaçak âşıklar gibi fırsatını buldu mu doğru lokantaya gider, hemen bir tavuk yerdi. Anne çaresizlik içinde;
—Pekiyi oğlum. Tavuk pişireceğim. Hatırınız için ha, tamamı.
—Teşekkür ederim Anneciğim.
Anne zorluklar içersinde, tariflere baka baka, çok samimi arkadaşlarını telefonla arayarak, yemeğin püf noktalarını sora sora tavuğu pişirir. Hatta arkadaşlarının “sen elini değme biz pişirelim.” Tekliflerini de kabul etmez.
Babanın tüm bu olaylardan haberi bile yoktur. Okuldan çıkmış, sıkıntılı bir şekilde parkta oturup, arkadaşlarıyla çay içiyordu. Bir anda oğlunu karşısında görünce şaşırır.
—Hayrola oğlum, Beni nasıl buldun? Bir isteğin mi var?
—Babacığım biraz gelir misin? Dondurma falan yeriz. Biraz konuşuruz.
Adam şaşırmıştı.
—Tabi ki, hemen kalkalım.
Baba arkadaşlarından müsaade isteyerek ayrılır. Baba-oğul el ele tutuşarak yürümeye başlarlar. Çocuğun çevirdiği işlerden hiç haberi olmayan baba, hüzünlü bir şekilde çocuğuna bakmaktaydı. Küçücük çocukla erkek erkeğe ne konuşacaklardı? Beraberce bir pastaneye oturdular. Dondurmalarını yerken, ondan bundan söz ederken, çocuk gülümseyerek babasına;
—Babacığım akşam eve gelirken Anneme bir çiçek alır mısın? Ben de çikilota isterim. Hem Annem ”Bana çiçek alırsa, babanla barışırım.” Dedi.
Adam şaşırmıştı. Prensip dediği gururunu bu kadar kolay aşmasına da sevinmişti.
—Tabi ki oğlum. Çiçeklerin en güzelini alacağım.
Kalan dondurmalarını yediler. Çocuğu arabasıyla apartmanın kapısına kadar bırakan baba;
—Akşama görüşürüz. Diyerek oradan uzaklaştı.
Çocuk sevinç içinde merdivenlerden koşarak evine geldi. Annesi yemek hazırlarken ona yardım etti. Masaya büfedeki kırmızı mumu dahi çıkarıp yaktı. Anne ise çocuğun hareketlerini merakla karışık bir sevgi ile izliyordu. Çocuğun üzerindeki durgunlukla karışık hüzün de gitmiş,
Neşe gelmişti.
—Bu neşeyi ne bahasına olursa olsun bitirmeyeceğim. Çocuğumu hep böyle görmek istiyorum. Diye söylenirken kapı çalındı. Baba gelmişti.
Elinde kırmızı güllerden kocaman bir demet çiçek vardı. Anne ve Baba birbirlerine bakarak, ilkokul çocukları gibi sıkılgan bir şekilde gülümseyerek selamlaştılar. Anne;
—Teşekkür ederim. Ne gerek vardı.
—Ne demek, buyur canım bunlar senin için.
Baba üstünü başını değişip yavaş yavaş mutfağın yolunu tuttu. O da ne? Eşi tavuk pişirmiş. Hem de masanın üstünde, tepsinin içerisinde duruyor. Bu hatırı sayılır bir fedakârlıktı. İyice şaşırmış olan adam:
—Teşekkür ederim. Gerçekten zahmet etmişsin.
—Buyur bakalım bey, afiyet olsun. Ben kendime bir şeyler hazırladım. Eğer sen istersen ben dahi tavuk yiyeceğim bu akşam.
Çocuk lafa girer.
—Siz yemeğinizi yiyin, benim biraz işim var. Az sonra geleceğim.
Diyerek hızlı adımlarla odasına gitti. Kapıyı kapattı.
Anne ve Baba yemeğe oturdular. Birbirlerine gülümseyip duruyorlardı. Onca yıldan sonra böyle bir akşam yaşayacaklar, inanamıyorlardı.
—Barışmak için tavuk pişirmemi istedin. Aynı çocuklar gibi davranıyorsun. Çiçek için de teşekkür ederim. Ne gerek vardı sanki.
— Sen istemedin mi?
Aniden tüm olanların çocuğun işleri olduğunu anlamışlardı. İkisi de gülüyor, hatta gözlerinden yaşlar akıyordu. Kalkıp kucaklaştılar. Birbirlerinden özür dilediler. Yemeği de unutmuşlardı. O sırada kapı açıldı. Çocuk içeri girdi. Anne ve baba gözlerini dikmişler çocuğa bakıyorlardı. Çocuğun yalanı da ortaya çıkmıştı, mahcup bir şekilde başını eğdi, utanmıştı.
—Özür dilerim. İkinize de yalan söyledim. Sizde inandınız.
Sözlerini tamamlayamayan çocuğu hemen kucaklarına aldılar, sevdiler. Birçok insana dersler veren Anne-Baba bu sefer küçücük bir çocuktan ders almışlardı. Evlatlarına vermiş oldukları özgüven ve eğitim daha filizken kendilerine yansımış, belki de yuvalarını kurtarmıştı. Gururla, prensibin arasındaki o ince çizgiyi de öğrenmişlerdi.
—Çocuk şimdi koskoca bir delikanlı oldu. Üniversitede okuyor. Anne ve Babası sanırım bir daha kavga etmediler. O günden sonra vadideki evleri hep mutlu bir şekilde ışımaya devam etti.