KAVAK–KABAK
‘HER YOLCUNUN BİR YOLU, HER YOLUN BİR SONU VARDIR’
 
Yıllar önce Ahmet Şerif İzgören’in, “Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalınız Bir Hayvandır” isimli kitabındaki bir hikâye çok dikkatimi çekmişti.  Sizlerle paylaşmak istedim.
‘Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağcına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmur ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.
Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-          Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-          On yılda demiş kavak.
-          On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-          Ben nerdeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-          Doğru demiş ağaç, “doğru”
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.
Sormuş endişeyle kavağa:
-          Neler oluyor bana ağaç?
-          Ölüyorsun” demiş kavak.
-          Niçin?
-          Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.’
Kabak diyor ki;
Birilerinin on yılda geldiği yere iki ay gibi kısa bir sürede gelince, her şeyi yapacağımı, cerbeze ve mugalâtayla bütün işleri yürüteceğimi sandım.
Öyle ki, kendime güvenim kibirlenmeme, kibirim büyüklenmeme, büyüklenmem de saldırganlığıma sebep oldu.
Anladım ki, hakkım olmayan yere, hak etmeden gelince, gelinen yerin ağırlığı kaldırılamıyormuş.
Ne yapacağımı, nasıl yapacağımı şaşırdım. Argo deyimiyle, “n’oldum delisi oldum.”
Kendimi dev aynasında görmeye başladım,
Kendimde varlık hissetmeye başladım,
Yapılan saygı ve tazimi, şahsıma yapıldığını sandım,
Ben ne dersem hemencecik yerine getirilir sandım,
Kendimi bulunduğum yerden ziyade, her yerin yönlendiricisi gibi görmeye başladım.
İnsanlara tepeden baktım.
Has bel kader fikrini beyan eden ve eleştirenleri de, değişik argümanlarla diskalifiye etmeye çalıştım.
Haksız olduğum halde, haklılığımı ispat için de envai çeşit yalan söyledim. Bir yerde ‘…gri rengimiz yok biz tarafız…’ derken, bir başka yerde de ‘…biz taraf değiliz ki…’ diyecek kadar tenakuza düşen yalanlar söyledim. Konjöktör gereği bir gün önce söylediğimi ertesi gün inkâr ettim. Çünkü herkes dinliyor herkes alkışlıyordu… Böyle olunca da, en ufak eleştiriye dahi tahammül edemiyorum.
Şunları da yapmaya çalıştım;
Varlıklı insanların mallarını elinden almak için türlü çarelere başvurdum.
“Mademki kazanıyorlar verecekler!” dedim.
Bunu yaparken de, yer yer kabadayı ağzını kullanmaktan çekinmedim;
Kiminin, “ümüğünü sıkacağımı”,
Kiminin, “ayağına sıkacağımı”,
Kiminin, “kellesini alacağımı”
Kiminin de, arsasını yeşil alana çevireceğimi,
Kiminin de, malının satılmasına mani olacağımı,  
İstediğimi alamadığım kimselerin de, yıllarca kullandığı/kullanılmış iş yerini, bölmeye çalışacağımı... vs vs…
Bütün bunların ve bunların dışında yığınla işler yaptım… Elbette her yapılanın bir bedeli olmalıdır.
Yaptıklarımı hoş görmeyen, bana kızanlar ise, açıktan söyleyip yapmadıklarını, sandık başında sessiz bir şekilde yerine getirdiler. Kavli değil ama fiili olarak cevabını verdiler…
Bana düşen yenilgiyi kabul edip, erdemlilik göstererek tebrik etmekti. Onu da yapmadım.  Toplumda ciddi saygınlığı olanlara da ‘…mezarlık kalıntısı eski siyasetçiler…’ diyerek onlardan bir kısmıyla da dalga geçtim. Hafife aldım. Oysa onların, seçimin kazanılmasında ciddi katkılarının olduğunu dahi itiraf edemedim.
Daha da ilginci, kesin kazanacağımızı umarak, başından beri bu işin çilesini çeken insanları da seçilecekleri yerden listeye koymadım. Konanları da çeşitli bahanelerle çıkartmaya çalıştım…
Kabak; evet dostlar! Benim durumum bu. Cüsseme göre ağırlığımı fazla abartmışım. Oysa durum hiç de öyle değilmiş. İki aylık ömrümde yapabildiklerim bunlar…
Şimdi ise mevsim değişti. Yok, oluş zamanı geldi…
Eeee! Ne diyelim Kabak kardeş, ‘her yolcunun bir yolu, her yolun bir sonu vardır…’