Ocak, şifacılık, efsun gibi kültür yapıları yüzlerce hatta binlerce yıldan beridir insanlığın bilmecelerle dolu başarılarındandır. Bu kültür yapılarını tek boyutta düşünmek özellikle halk hekimliğini anlatmaya ve anlamaya yetmeyecektir.

            Şifacılık ile uğraşan, özellikle Ana-Ninelerimizi tanımamız bizlerin bu konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu insanlar doğa ile iç içe yaşadığı için şifasını da doğada arıyor, doğa ile barışık yaşıyordu. Bu yüzden olacak ki, doğayı okuya biliyor ve hissede biliyordu. Günümüzdeki çevrecilere örnek vere biliriz.

            Bu insanlar halka hizmet ediyordu. İnsanları seviyordu. Tedavi ettiği insanın yüzündeki memnuniyeti görmesi, bir de “Allah razı olsun” demesi şifacıya yetiyordu. İnsanlarla da barışıktı.

            Örnek verecek olursak; Bazı Ana-Ninelerimiz evlerinde grebolu (VibirnumOpulus) turşusu yaparlardı. Aş eren hamile kadınlar ne hikmetse bu turşudan tatmak isterlerdi.Onlalr eksikli kalmasın diye yapılır ve ikram edilirdi. (Aş eren hamile kadınların çok istek duyduğu bir yiyecek karşılanmazsa doğacak çocuğun eksik ve hasta olacağına inanılırdı.) Bu inanışın uygulaması halka saygı ve sevginin güzel bir örneğini temsil etmektedir.

            Şifacı kendisiyle de barışıktı. Şükürcü insanlardı. Halinden, ahvalinden şikâyetçi olmazdı. En bariz özellikleri sanırım insan olma özelliklerinin zirvesinde yer alıyor. Toplumsal barış, çevrecilik ve mutluluk için bu üç özellik tüm insanların bütün sıkıntılarını ortadan kaldıracak niteliktedir. Kapalı ekonomik bir sistemin hâkim olduğu eski günlerde nüfusta azdı ama insanlarımız yalnız değildi. Şifacılarda bu özelliklerin yanında bilgi ve tecrübelerin yanı sıra diğer şifacılarla da bilgi alış verişi olduğu unutulmamalıdır.

            Tarihimize baktığımızda halkın gözünde iki tür hastalık olduğunu görmekteyiz. En azından bu durum yöremizde böyleydi. Bunlardan biri ara hastalığı diğeri ise ince hastalıktı. Tüm bu belalardan korunmanın yöntemleri “koruyucu hekimlik” dediğimiz hastalık ortamlarının yok edilmesi veya hastalık gelmezden evvel bir takım önlemlerin alınması şifacıların en önde gelen vazifelerindendi. Buna rağmen hastalık yine gelirse insanlarımız tarafından Allah’ın bir imtihanı olarak kabul edilirdi.

            Bu konularda tarihi kayıtlarımıza bakacak olursak şifacılarımız Pastör’den önce çiçek aşılarını çocuklarımıza uyguladıklarını görürüz. Fransa’da bir çok çocuğun çiçek hastalığından ölürken, Anadolu’da böyle bir şeyin olmadığı da aynı kayıtta yer almaktadır.

            Fransız sefirinin eşi, Fatma Sultan’a bu durumu söylemiş ve Nevşehir’den, Fransa’ya şifacı bir kadın Pastörden 80-100 yıl önce gitmiş ve uygulamalarda bulunmuştur.

            Yine Kadeş Savaşından sonra Mısır ile dost olan Hititlere de Mısır’dan şifacılar getirilip, yöremiz şifacılığına hatırı sayılır katkılar sunmuştur.

            Bademcik iltihabı konusunda bir aktar ile konuşuyorduk. Bana “Babanneyin formülünü uygulasana? Demişti. Meşe palamudu tozu ve karanfil tozunu karıştırıp gargara yaptırıyormuş. Aynı zamanda çay kaşığı ile ağzına atıp emmesini sağlıyormuş.

            Aynı tedaviyi Babaannem bize uygularken kahve ve karbonatı karıştırır ve damağımızı kaldırırdı. Yaparken acı verse de sonra hatırı sayılır bir rahatlama duyardık. Bu konuyu kendisine sormuştum. Bana; Karbonat iltihabın yerini pişirir, kahve de iltihabı toplar ve mideyi bulandırmaz. En önemlisi bu iki malzemenin çok kolay bulunmasıdır. Demişti.

            Meşe palamudunun cildi gerginleştirici, kırışıklık giderici etkisini bilirsiniz. Bu konuda losyon veya krem yapma merakımı hep ötelemiş durmuşum.

            Kulunç ve Termağ ocağıyım. Kulunç; Sırtta boyunda ve üşümeden ve çeşitli nedenlerle oluşan sancı ve rahatsızlıktı. Termağ ise; Ciltte zona benzeri oluşan kabarcıklardır. Termağ ocağı olmam genetikten gelen bir özellik olduğuna inanıyorum. Hayatımın hiçbir döneminde tarmağ olmadım. Çocukluğumdan beri hasta bölgelere sure okuyup tükürük sürürdim.

            Kulunç ve okuma ocağı olmam ise; Şerif Dudunun ( Şerif Aydoğan) çit parmağını, çit parmağımla tuttum. (Ladeş çekişir gibi) Beraberce üç Gulhu, bir Elham okuduk. Sonra bana;   ” Sana parmağımı veriyorum. Kulunç ocağı ol ve Ehli Müslümana faydan dokunsun.” Diye üç kez tekrarladı.

            Kardeşlerimin en küçüğü olduğum içinbol bol uygulama fırsatı buluyordum. Elim kulunçlu bölgeleri artık hissetmeye başlamıştı. Sonradan söyleme ve nazardan zarar gören insanlarımıza da (Özellikle yakın çevrem) okumaya da başladım. Hayrete şayandır ki başta, söyleme ve nazardan oluşmuş manyetik alanları da elimin hissettiğini anlamaya başlamıştım. Manyetik alanın etkisi esneye esneye geçiyordu. Okuyucu baştan kendisine okumalıydı ki o manyetik alanlar kendisine geçip hastalandırmasın.

            Şerif Dudu aynı zamanda hastalara da okurdu. Kulunç için parmak aldığımda bu özelliği aklıma gelmese de bana geçmişti.

            Yaptıklarımın, ellerimin hissettiklerinin bir bilimsel temele oturtulup oturtulmadığını bilmiyorum. Sadece hissediyorum. Nasıl tedavi edeceğimi de eski ocakların yolundan yürüyerek yapıyorum ve işe yaradığını görüyorum. Şifacı olan babaannemde okurdu. Sadece; “Bismillah-i Şafi, Bismillah-i Mafi, Bismillah-i Kafi” kelimelerini kullanırdı. Ben bu kelimeler hiçbir anlam veremedim. Lâkin işe yarardı.

            Tüm bu şifacılık yollarının insan sevgisinden geçtiğine defalarca şahit olmuştum. Eğer insanı sevmezsen; Başına okumanda işe yaramıyor, kulunçta da işe yaramıyordu. Doğayı sevmek ve barışık yaşamak, insanı sevmek ve barışık yaşamak, kendini bilip, kendinle barışık yaşamak; Doğayı, insanı ve kendini daha iyi tanımana neden olmaktaydı. Bu yüzden şifacılık bir para kazanma aracı veya din de mevki ve makam ilerleme aracı olmayıp bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.  Herhangi bir sebepten şifacılığın içine para girerse bu ulvi büyü bozulacaktı. Bu sözü en azından kendime diye biliyorum.

            Burada bitki bilimini bir meslek haline getirmiş profesyonellere bir sözüm yok. Hatta onları tebrik ediyorum. Günümüz insanları şehirleşmiş ve büyük bir kısmı doğayı unutmuştur. Bu yüzden bitkicilerimiz piyasada ki şarlatanlarla mücadele ettiği gibi, çevre korumasında da mücadele vermektedirler.

            Şifacılığı ve ocaklığı hayatta etkinlikler olarak düşünmek, hayata renkler ve anlamlar katmaktadır. Tek boyut yaşamdan kurtulup araştırma, inceleme içerinde olmak insana zaten ayrı mutluluklar sunmaktadır. Kendim için şöyleyim. Bu araştırmalarım benim bir kitap hazırlamama vesile olmuştur. Çalışmalarım da hâlâ devam etmektedir. Tüm insanlarımıza güzel uğraşlarla uğraşıp hayatlarını renklendirmelerini tavsiye ederim. Mutluluk ve güzel uğraşılar birçok hastalıktan insanı koruma eğiliminde olduğu unutulmamalıdır.

Ocağı olduğum rahatsızlıkların tanımı.

            Kuluncun oluşumu; Soğuklama, laktik asidin sırtın belli noktalarında artması, gereğinden çok bedensel faaliyetlerde bulunup vücudun hamlaması şeklinde oluşmasıdır. Baştan enseye doğru öfelemeyle yanı günümüz tabiri ile masaj yapmayla başlanır. Bu suretle kuluncun merkezi yumuşatılmaya çalışılır.

            Enseden ve sırtın kulunç merkezlerinden kollara doğru öfelenir ve kulunç kollarda biriktirilmeye çalışılır. Sonra omuzlardan ellere doğru öfelenir ki, kulunç ellerde birikimi sağlanmaya çalışılır. Ağırlık dirseklerden ele doğru geçtiği damarların kabarmasından belli olmaktadır. Bundan sonra bilekler ve el öfelenir. Sonra baş parmakla işaret parmağı arası hastayı rahatsız etmeden öfelenir ki, burası kuluncun çeşmesidir. Bu sayede öfeleme bittikten sonra bile kulunç vücuttan akar gider.

            Başparmakla işaret parmağının arasının kuluncun çeşmesi olduğunu başka bir ocaktan duymuştum. Oysa kendim bu olayı defalarca uyguladım ve başarısını da görmüştüm.

            Bir genç öğretmen bana kuluncunun hiç geçmediğini söylemişti. Ben de ona her gün süt içip içmediğini sormuştum. İçtiğini söylemişti. Bu olay düzensiz ve kontrolsüz satılan sütlerden de kaynaklandığını tecrübelerimle biliyordum.

            Bu örnek bize hayatı zehir eden, uykusuzluk çektiren, iş verimimizi düşüren kuluncun oluşumunun tek boyut olmadığını da göstermektedir. Bu yüzdendir ki, yediğimize, içtiğimize, kıyafetimize ve hareketlerimize dikkat edilmesi gerektiğini de göstermektedir.

            Bedensel hareketlerde ve yapacağımız bedensel işlerde önce yavaş ve sakin bir şekilde vücudun hamının alınması gerekmektedir. Ağır bedensel işlerde vücudun hamlayacağı açıkça bir gerçektir.

            Terleyeceğimiz zaman insan döşüne ve sırtına yerleştireceği bir kâğıt havlu insanın bir çok sorununa çözüm olacaktır. Terin vücutta soğuması bazı hastalıkları tetiklediği gibi kuluncuda tetiklemektedir. Kağıt havlunun terden ıslandığında hemen değiştirilmesi insana bir rahatlık vermektedir. Bu yöntemi doğa gezilerinde hep uygulamışımdır.

            Tekrar kulunç merkezi tedavisine dönecek olursak, çaresiz kaldığım zamanlar şişe çekerim. Burada oluşan vakum kuluncu çeker ve dolaşım sistemine dahil ederek elimine eder. Kuluncun derinliği, çokluğu bardak altındaki derinin aldığı renkten de anlışılır. Zira renk ne kadar koyu ise kulunç o kadar çoktur.

            Şişe çekmek ve öfelemek insanları oldukça rahatlatan bir tedavi yöntemidir.

            Başa okumak;Bu konuda karşımıza daha değişik unsurların çıktığını görmekteyiz.

            Söyleme konusu vardır. Hedef kişi hakkında dedi kodu yapıldığında veya yine hedef kişinin; Yerli yersiz övünmesiyle ortaya çıkar. Garibanın yanında malı ile övünmek, güçsüzün yanında gücü ile övünmek bunlara örnek verile bilir.  Zira olmayanın yanında övünmek ayıp olduğu kadar nazar konusunda da tehlikelidir. “Damağı takıladı” tabiri kullanılır. Nazarı en çok değen insanlar ise kültürümüzde “Tükmüğü kuru” Diye tabir edilen yaşlı ve yalnız kadınlar ile gözü mavi ve nazar değme konusunda sabıkalı bazı kadınlardır. Bu işi bilen büyüklerimiz bunlardan tek dururlardı.

            Ayrıca, karşıdaki insanın güzelliği, giysisinin yakışması gibi birçok nedenle nazar değip, söylemeye neden olabilmektedir. Bu konudan en mustarip olanlar küçük çocuklardır. Onları en kolay çarpar. Bunun için aileler çocukların üzerine içinde değişik maddelerin bulunduğu “Nazarlık” Takarlar. Nazar değmesi muhtemel kişinin gözü ilk olarak bu nazarlığa bakarsa yıkıcı etkisinin yok olacağına inanılır.

            Nazarlıkta; Şap (Sey) kristali, Küçük yengeç makası, nazar boncuğu, iğde dalı parçası, çörek otu tohumları, üzerlik tohumları bulunmaktadır.Koruma muskaları takılır.  Ayrıca kırmızı rengin nazarı çekeceğine ve mavi rengin nazarı öteleyeceğine dair halk inanışı da mevcuttur.

            Bu yüzdendir ki çocuklara çok okunur. Aile içi çocuk okumalarında çocuğun başı ve gövdesinin sıvazlanması çocuğa bir güven, rahatlama da sağlamaktadır.

            Termağ ocağı: Yukarda da bahsettim. Soyumdan gelen bir özellik olduğuna inanıyorum. Bunun yanında ailem ve yakınlarımda da böyle bir ocağın olmamasını da bilemiyorum. Ocak olmak Allah’ın bir lütfu Keremi olduğuna inanmak gerekir. Bunun yanında ocak olan kimseler bu becerilerini geliştirmek ve araştırmak gerektiğini bilmelidir. Termağ ocağı da diğer ocaklar gibi sevgiye ve inanmaya dayanmaktadır. İnsanın vücuduna tükürük sürmek fıtratıma uymadığı için terk ettim. Kendimi topluma ve çevreme unutturana kadar da doktora gitmelerini salık verirdim. Oysa 20’li yaşlarımda tanıdığım tanımadığım onlarca kişiye hizmet vermiştim.

            Termağ özellikle çocuklara bulaşır. Çocuklarınızı öperek sevdirmeyin. Bu yüzden yüzlerini termağ sarmış birçok çocuk gördüm. Çocuk öpülmeden de sevile biliri insanlarımız öğrenmeye başladığına inanmaktayım. Hem bu sayede çeşitli mikroplardan ve alerjilerden emin olduğu gibi nazardan da korunmuş olacaktır.

Bu gibi kadim geleneklere başka bir bakış açısı

         Kapalı ekonomik sistemlerde köylü köyünde, şehirli şehrinde yüzlerce yıl yaşamıştır. Kırların güzelliği Anadolu köylerinde görülürken, şehirlerde doğal güzelliklere sahipmiş. Savaşlar insanlara zarar verse de gelip geçici olmuştur. Sosyal olarak fay kırılması köylerden kentlere göçlerin başlamasıyla oluşmuştur.

            Köyler ve kentler kırlardan uzaklaşıp belli yerlerde nüfus çoğalmaya başladığından insanlarda yalnızlık artmış ve hayat hızlanmıştır. Şif        acılık felsefesi, ocaklar ve kadim beceriler unutulmaya yüz tutmuştur. Doğanın kirlenmesi, bağların hozan kalması ağaçların azalması hep buna örnektir. Doğayı tanıyan insanlarımızın sayısı gün geçtikçe çoğalmaktadır. Söylemeye, nazara ve bazı hastalıklara karşı modern tıp çareler arıyor. Binlerce yıldan beridir birikim yapan şifacılık geleneğine günümüzde “Koca karı” İlaçları denmektedir. Gerçi bu terimi haklı çıkaran karışımlar da yok değildir.

            Günümüzde hayatın hızlandığı gerçeğini yaşıyoruz. Bazı gelişmiş toplumlar bu probleme çare bulmak için bazı projeler geliştirmektedir. Yavaş şehir projesi buna örnek olarak verile bilmektedir. Toplum ve kişi sağlığı için insanlarımıza yapıcı etkinlikler yapmasını önere biliriz. Bu sayede insan toplumda var olduğunu hissederken hayatı renklenmektedir. Aktiflik yine birçok rahatsızlıklara karşı modern tıbbın da önerdiği bir tedavi sistemidir.

            Şifacıların hayat felsefesi buydu. Toplum o kimseleri sayar ve severdi. Şifacı da hayatı boyunca bir şeyler arar, uygular ve insanlığın faydasına sunmaya çalışırdı. Bu yüzden hayatları oldukça renkli geçerdi. Ocakların ve efsuncuların yapısı biraz değişikti. Bunlar toplumda pek tanınmazlar, işlerinde ve güçlerinde olurdu. Bu kesimi bilen bilir ve işi düşen vatandaşta bir tanıdığı vasıtasıyla ocakları ve efsunları bulurdu. Şifacılar aynı zamanda efsun ve ocak bilgilerini de bilirlerdi.

            Efsun konusunda bir becerim olmadığı için sizlere bilgi veremeyeceğim. Kendime köpekten korktuğum için bir gün babaannem bir efsuncuya efsun yaptırmıştı. Faydası olup olmadığını bilmiyorum ama o günden sonra hiçbir köpek bana saldırmadı, bende onlardan uzak durmaya çalışmıştım.

            Bir de şifacı olmayan Ana-Ninelerden bahsetmek isterim. Bu insanlarımız sevgileriyle ve becerileriyle toplumumuza hatırı sayılır katkılarda bulunurdu. Yazısız tarih dediğimiz kültürümüzü ve becerileri genç annelere aktarır, çevresindekileri bilgi ve becerileriyle donatırdı. Pekmezin kıvamını, peynirin tuzunu, el işlerinin en çetrefillisi bilir, büyük problemlere pratik çözümler bulurlardı. Çocukluğumda en kral masalları bunlardan dinlerdim. Çocuğuz diye bizleri aşağılamazlardı. Bende yaşım büyüdüğünde yaşlılara saygımı hiç kayıp etmedim.

            Yazım sonunda tecrübelerime dayanarak ve affınıza sığınarak naçizane bazı tavsiyelerde bulunmak isterim.

  • Hayatınızı yavaşlatmaya çalışın. Hayat menzili bellidir. Hızlı hareket etmede bir mana göremiyorum. Zaman hızlı bir nehirdir. Hiçbir şey umurunda olmadan akar durur. Ya oraya bir kayıt düşün yada oradan bir hatıra çekip alın bu sizi mutlu edecektir.
  • Ailenizle ortak paydalar bulun ve etkinlikler yapın. Tanıdığım bir aile evlerinde tiyatro yapıp mutlu olduklarını söylemişlerdi. Hem bu etkinliği yıllarca devam ettirmişlerdi. Bu sayede çocuklarını daha iyi eğitme ve samimi olma fırsatı ebetteki aileyi mutlu etmişti.
  • Ailenizle ve tanışlarınızla; Kırlara, vadilere ve yakın tepelere geziler düzenleyin. Temiz oksijenleri ciğerlerine çekin. Nevbahada Nar Vadisindeki menekşelerin açılışını takip edin, koklayın ve edebiyatımızda da yer alan bu çiçeğe merhaba deyin. Mayıs’ın son haftasında Misi Ovasında (Derinkuyu-Kaymaklı yolu) gelincik çiçeklerini görmeye gidin. İlk baharda ve son baharda Avanos ve Gülşehir kırsalında göçmen kuşların gelişini ve gidişini izleyin. Mutlu olursunuz. Basit etkinlikler insanı daha çok mutlu ettiğini göreceksiniz. Çocuklarınızla hiç uçurtma yapıp uçurttunuz mu? Zevklidir size tavsiye ederim.
  • Uzun uzun yürüyüşler yapın. Temiz sular için. Döşünüzü ve sırtınızı rüzgardan ve soğuktan devamlı koruyun. Uygun yerlere uygun tohumlar ekmeye çalışın. Ertesi sene bu bitkinin ve ağacın büyümesini izleyin. Mutlu olacaksınız.
  • Kendim sanat atölyesi açtım. Bir şeyler yapmaya çalışıyorum ve mutlu oluyorum.

Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Mutluluk ve sağlık sizlerle olsun.