Tarihinde kervancıların kol gezdiği bir memlekette yaşadık. Birçok evlerde deve damları vardı. Yöremizin adı zaten Kapadokya Güzel atlar ülkesi olunca, Nevşehir’in Ticaretin merkezleri arasında yer alması sürpriz değildi. Celeplerinin, çerçilerinin, kervanlarının atlı arabalarının, sonradan kamyoncularının Türkiye’nin hatta Osmanlı’nın birçok yerine gidip ticaret yapmaları insanımızın doğasında olan özelliği idi.

            Bunlardan ayrı olarak İbrahim Paşa’nın fermanıyla Pazar ve Pazartesi günleri Nevşehir Merkezde Pazar kurulmaktaydı. Bu olay günümüze kadar gelmiştir. Nevşehir’de kurulan bu Pazar ta seyahatnamelere konu olmuştur. Seyyah Marvides 1913 Yılını anlatırken; Nevşehir’de çok büyük bir Pazar kurulduğunu yazmaktadır. Bu öyle bir pazarmış ki, XIX. Yüzyılda Ankara-İstanbul demir yolu yapılıp Ankara ihya olmazdan önce Nevşehir pazarları çok daha zenginmiş.

            Cumhuriyetin ilk yıllarında bu açığı kapatmak için, Ata Bey’in öncülüğünde Nevşehir’e de tren yolu getirilmek istenmiş, lâkin zamanın Belediye başkanı atlı arabalarla şehirlerarası ticaret yapan esnafların ekmeği ile oynamayalım diye “Nevşehir tren yoluna ihtiyacımız yoktur. Demiş. Oysa tren yolunun haritaları ve Gar binası gibi fizibilite işleri dâhi hazırlanmış. Yeri bugünkü Kasaplar Çarşısının üzerindeki Şıh Efendi Camisinin yanındaki Otopark.

            Savaşlardan yeni çıkmış, yarasını sarmaya çalışan Cumhuriyetin yapacağı zaten çok iş vardı. Belediye Başkanının sözü halkın sözü olarak kabul edilmiş ve bu işten vaz geçilmişti.

            Bu stratejik hata dahi Nevşehir’in önünü kesmeye yetmemişti. Kamyonlar çıkmaya başladığında bile nakliye işleri yapar olmuşlar. Bu yüzden belli bir süre deve kervanlarıyla motorlu araçlar aynı coğrafyada görülmüşlerdir. Motorlu araçların yaygınlaşmasıyla kervanlar ve hanlar da önemini yitirmeye başladı. Bu sayede tarihte binlerce yıldır devam eden koskoca bir medeniyet fayının kırılmasına şahit olunmuştur.

            Şoförlerimiz ehliyetlerini önceden Konya’dan alırlarmış. Ehliyet ihtiyacı arttığı için Nevşehir’de de ehliyet vermeye başlamışlar. Ehliyet sınavı Belediye’nin yakınındaki Santral Bayırında veriliyormuş. Günümüz Spor İl Müd. İnen bayır. Ehliyet sınavının oldukça zorlu geçtiğini söylerler. Uzun ve dik olan Santral bayırı arka arka çıkılır akabinde yavaş yavaş inilirmiş. Tabi bu arada dur kalk lar, şuraya yanaş ve çık gibi bir sürü de soru sorulur, uygulama yaptırılırmış.

            Ehliyet komisyonunda olan Alçıcı Nail Efendiden bahsederler. Şoförlüğü, tamirciliğinin yanında müthiş bir fenfikir insan olduğunu da söylemişlerdi. Pratik zekâsıyla en çetrefil problemlere en kolay çözümleri bulmasıyla tanınırmış.

            Yeri gelmişken Santral Bayırından da bahsetmek isterim. Nevşehir’in elektrik ihtiyacı burada bulunan bir santral vasıtasıyla temin edilirdi. Bu santralıFadimanalar dan sadettin Beyin işlettiği kayıtlarımdadır. Bu arada santralın akşamları çalıştığını bilirim.

            Çok değişik ülkelerden araç ithal edildiği dönemlerdi. Buna göre çok değişik araç markalarının da olması gayet doğaldır. Bu araçların sahipleri ve şoförleri de lakaplarını bu araçlardan alanların olduğu söylenmektedir.

Şavrole kamyon 1942-1944 yıllarında 3,5-4 Tonluk araçlardı.

Dabağın Efendi Şavrole kullanırdı. Kitir’in Sefa Ağa’nın 1944 Alman Fordları vardı.

Kör Sabri, Şoför Mehmet Ağa (Dedem), Şoför Hala oğlu Sağdıç, Bacanak (Alçıcı Nail Efendi) de Şavrole kullanıyordu.

Dedenin Ali Grupp, İnterci Hacı Ağa, Ali Doğan, Arap Nazmi, Albostanlı Ahmet, Dedenin Hacı birinci kuşak şoförlerden di.

            İkinci kuşak şoförler ise; Sobacı Ali, kamil (Aynı zamanda ilk tamircilerdendi.) Remzi Usta, Tesviyeci Fevzi Köse (Aynı zamanda sanayiciylermiş)

            Biraz da o zamanların araba markaları üzerinde duralım. Aflar, Daff, Arslan marka Kraff, Morris, Leyland, Büyük Leyland, Magurus, Savrell, Henşell, StairDaim , SkanaVabis, Berlie (Fransız), Aese kamyonlar trafikte görülmeye başlanmıştır. Bunun yanında Jeepi ilk defa Kör Veysel getirmiştir. Midibüsler ise Landroverler’di.

            Motorlu taşıtların çok az olduğu o dönemlerde araç plakaları da kullanım amacına göre verilirmiş. Araç taksi ise (S), Hususi ise (H) plakaları kullanılırmış. Ford marka araçlar (Vitesi çok özelmiş)Nevşehir-Niğde yolunda çalışırmış. Nevşehir-Ankara yolu 1950’lerden önce 3 günlük yolmuş.

            Kamyonların şoför mahalli düzenlemesi marangozlar tarafından yapılırmış. Zaman içinde gelişen kamyonculuk ve onunla ilgili diğer sanatlar ve alım-satım işleri zaman içerisinde çok süratli bir biçimde gelişmiş ve Türkiye’de; Alım-Satımı, tamiri, Kasacılığı gibi konular adeta marka olmuştu. En uzak şehirlerden gelip, Nevşehir’den araba alıyorlar, Kamyon karoserlerini yine burada yaptırıyorlardı. Şoförlerimiz alacağı zaman Nevşehirli olmaları ayrı bir tercih nedeniydi.

            Günümüzde bunların büyük bir kısmını kaybetmiş bulunuyoruz. Zirvede kalmanın, zirveye çıkmaktan daha zor olduğunu görüyoruz. Sanayideki ilgili esnaflarla konuşmanızı tavsiye ederim, oto alım satımcılarla konuşmanızı tavsiye ederim. Bakın sizlere neler anlatacaklar.

            Şoförlerimiz gurbetin yollarına düşmüş, renkli kişiliklere sahip kimselerdi.  Birçok şoförümüz helal ekmek peşinde siyah asfaltlara al kanını dökmüşlerdi. Burada hepsini rahmetle anıyorum.

            İnsan manzaralarından bahsederken mesleklerin geçmişinden de bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Dedem şoför, dedemin iki kardeşi şoför, babam şoför, ağabeyim şoför, çevremde de şoför olunca elbette ki hikâyelerini seçip sizlere sunmak gerçekten zordur. Zira yöremiz çocukları bile arabacılık oynamaktadırlar.

            1940-1950’li yıllalrda muavinlik ve şoförlük yapmış, o zor günleri yaşamış Sayın Abdullah Hayri Özçiftci ile konuşuyoruz. “ O zamanlar RiyamutGourup, SütverkeSaurerberliye, ScanaVabis Man, İsbitcantlıhenşel gibi taşıtlar Anadolu’nun tozlu, çorak topraklarında çalıştık.

            Lastik tamirini muavin levyeleme ile yapardı. İç laştikler el pompası ile şişirilir, 100 hava basıncı 10 kabul edilirdi. Benzin huni ile depolara boşaltılırdı. O zamanlar yakıt pompası da yoktu.

            Motora ilk hareket kolu atardık. Marş basma yerine 60 kiloluk kriko kullanırdık. Yani muavin olmadan sefere çıkılmazdı. Nevşehir’den Ankara’ya 2 günde giderdik. Kamyon çukura çökünce, köylerden manda, öküz gibi hayvanlar getirilir, halatlarla çekilir, kurtarılmaya çalışılırdı. Hele araba yan yattığında muavinin işi daha zordu. Araçtaki yükler indirilir, ağaçlar bulunur, 70 kiloluk uzun dişli krikolarla halat, urgan takımları muavinin elinden geçerdi.

            Motorlu araçların yaygın olmadığı dönemlerde trafik kontrollerini jandarma yapardı. Özellikle kış aylarında çok nadir araba geçtiği için, bilinen Jandarma karakollarına telefon edilir, aracın geçip geçmediği sorulurmuş.

            Nevşehir’den çıkan bir araç; Kırşehir, Bâlâ, kaman, keskin üzerinden geçerek Ankara’ya varırmış.

            Kamyon manivela gücü ile yan yattığı taraftan düzeltilir, yükler tekrar kamyona yüklenirdi. Bu seremoni kış günlerinde daha zor olurdu.

            Bir seferinde Bolu Dağının sisinden 4 saatte kurtulmuştuk. Uzun yollarda mevsimine göre gitmekte kolay değildi.”  Abdullah Hayri Bey’in çalıştığı arabaya yazdığı şiir.

Al arabanın dizelini

Sev köylünün güzelini

Araban Austin rampada çekmez

Isındı kampana freni tutmaz

Sat derim patırona sözümü tutmaz

Kışın donar, yazın yanar

Austin alan bilmem ne zaman onar.

Şoförler ile yaşanmışlıkları da sizlerle paylaşmak istedim.

MAŞALLAH ŞİRKETİ

            Kamyoncularımızın âdetiydi. Şoför mahallinin üstündeki rüzgârlıklara Maşallah yazdırırlardı. Yabancı biri karayollarında seyrediyormuş. Kamyonların üzerindeki Maşallah kelimesini şirket adı sanmış.

            “Amma büyük şirketmiş.” Demiş.

            Demiş ama kaza yapan kamyonları da görüyormuş.  Onlarında üzerinde Maşallah yazılı…

            “Maşallah şirketi bu kadar kaza ile mutlaka iflas etmiştir.”Demiş.

DEVECİLERLE MUAVİN

            Kamyonların yeni çıktığı günlerde kamyonlarla, deveciler aynı yolları kullandığı günlerdeyiz. Doğal olarak motorlu taşıtlar devecilerden daha hızlılardı. Yeni yetme bir muavin nasıl olsa yetişemez kabilinden yoldaki devecilere küfür ve hakaretler yağdırmaya başlar.  Şoför “Yapma ayıptır. Dese de muavin aldırmaz. Küfre, hakarete devam eder.

            Olacak iş ya 300-500 Metre ileride kamyonun tekeri patlar, akabinde araba yolda kalmıştır. Bu sefer muavin korkmaktadır. Zira kervan kendilerine yetişmiş, deveciler mesesi (Değnekleri) muavinin üzerine doğru geliyorlardı.

            “Utanmadın mı? Bizden ne istiyorsun? Şimdi söyle bakalım, hiç deveci dayağı yedin mi?” Muavin korkuyla;

            “ Siz da bağırın, hakaret edin, küfredin gardaşım. Laflar uçtu gitti de yerine mi vardı sanki?” dese de orada deveci dayağının tadına bakmış. Deveciler dayaktan sonra kamyoncuya yardım bile etmişler.

PİRİNÇ ANAMDAN ALINIR

            Nevşehir’in iki atlı arabalarla ticaret yaptığı günlerdeyiz. Aile geçimini Samsun’dan getirdiği pirinçleri satarak sağlamaktadır. Tabii ki Samsun’a giderken başka ürünleri de oralarda pazarlarmış.

            Bu meşakkatli işlerle uğraşırken, evde de hanımı konu-komşu, tanıdık veya her isteyene pirinç satmaktaymış. Kadının aklı ermediğinden pirinci aldıkları fiyatın da altında satmaktaymış. Çocuk bunun farkında, lâkin bir türlü babasına da söyleyemiyormuş. Babasıyla beraber Samsun yollarında çektiği emekleri de düşününce buna da razı olamıyormuş. Annesi de zaten bu çocuğun lafını hiç dinlemezmiş.

            Yine her zamanki gibi babasıyla beraber yola revan olmuşlar. Dayanamamış ve babasına; “ Baba biz boşuna Samsun’dan pirinç almayalım. Anam daha ucuza veriyor. Pirinci biz de anamdan alalım.” Der.

BABANIN TANIDIKLARI

            Şoför bir gün Ankara’ya giderken eşini de yanında götürür. Adamın özelliği çok sık kural hatası yapmakmış. Trafikte seyir halindeyken bu hatalara muhatap olan sürücülerde farla veya korna ile tepkilerini gösteriyorlarmış. Trafikten hiç anlamayan eşi kocasına sorar;” Araçlar niye böyle yapıyorlar, ya korna çalıyorlar, ya lambalarını yakıp söndürüyorlar.” Demiş. Kocası da; Onların hepsi benim arkadaşlarım, bana selam veriyorlar.” Demiş.

            Ankara’dan döndükten sonra, kadın çocuklarına seslenmiş” Babanızın birçok arkadaşı var. Ankara’ya gidip gelirken adeta selam vermeyen hiç araba kalmadı. Sizde babanızın kıymetini bilin.” Der.

            Bu arada şoförümüz kıs kıs gülmektedir.

SAĞ SERBEST AĞBEY

            Zamanın birinde antikamı, antika bir muavin varmış. Bu adamın özelliği sol sapaklara dönerken veya yolu kontrol ederken ya da araba sollarken bakmadan “Sağ serbest” demesiymiş. Muavin de bu durumundan şikâyetçi imiş ama ne yapsın! Bu hareket kendisinde bir fikri sabit hatta bir tik halindeymiş. Ne kadar dikkat etse de bu huyundan bir türlü vaz geçemiyormuş. Yine bir gün bir yol sapağından dönecekleri sırada; “ sağ serbest ağabey, dur bir bakayım.” Demeye kalmadan anayoldan giden bir kamyon bunları sıyırmış geçmiş. Büyük bir kaza kıl payı atlatılmış.

            Şoför Nevşehir’e gelince bu adamın işine son vermiş.

            İnşaatın en üst katında taşlar sökülmekte tali ve genellikle boş olan yola kontrollü bir şekilde atılmaktadır. Tesadüf buya bizim muavin yine orada hem de yolu kontrol ediyor. Taş sökenlerde ona göre taşları atıyorlar. Eğer insanlar geçiyorsa ustaları uyarmak onun görevi imiş.

            O an nasıl olmuş bilememiş. Gözünü yoldan ayırmış. Ustalardan biri “Yol serbestmi? Diye seslenmiş. Bizim muavin hemen atılmış;  “Yol serbest ağabey dur bir bakayım.” Ve eklemiş;  “Yol serbest değilmiş ağabey adam geçiyor.” Demesine meydan vermeden kos koca taş yoldan geçmekte olan adamın hemen yanına düşer. Korkan adam haklı olarak yukarı seslenir;  “ Hiç Allah’tan korkunuz yok mu? Ölüyordum ya hu”

            Olayı görenler de korkudan şok olmuşlardı. Esas usta seslenir;  “Çekin bu metameliyi oradan.”

            Nevşehir’de hep şunu gözlemlemişimdir. Basit bir olay bir insanımızda tik haline getirtilip güya ona şaka yapıyormuş gibi kızdırılırdı. Üstelik bu seremoniye tanıyan, tanımayan birçok kişi katılırdı. Örnek; Bir insanımız vardı. Bunu kızdırmak için iki bilye birbirine vurulur,  bu adam kızdırılmayı başarırlardı. Başka bir insanımıza ise kedinin tırnağı kaç demedikçe çok sakin bir adamdı. Yine başka bir insanımıza İsminden sonra Külüp demesine çok kızarmış. Neyse bu adetler günümüzde unutulmuştur. Unutulmuştur lâkin bir arkadaşımı yine limonla kızdırmayı başarıyorlar.

GAVUR DAĞINDA FREN PATLAMASI

            Yıldız Sürücü Kursunda motor dersi verdiğim yıllardı. Sürücü adayları motor dersinin boş bir ders olduğu konusunda iddialaşıp duruyorlardı. Bende hem ders anlatıp, hem de bu insanlarımızı ikna için çabalıyordum.

            Frenleri anlatırken, Frenin öneminin hafızalarda daha iyi kalması için o sırada sürücü kursunda olan yaşlı şoförü derse davet ettim. Frenlerle alakalı bir anısının olup olmadığını sordum. “Eğer bizlerle paylaşırsan çok memnun oluruz.” Dedim.

            “Olma mı? Dedi. Size Gavur Dağından inişte frenimizin patladığını anlatayım da ibret alın.” Deyip devam etti. Gavur dağından (Nur Dağı) iniyoruz. Önümüzde viraj sız dik bir bayır vardı. Bayırın bittiği yerde de yumuşak bir çıkış bizi bekliyordu. Bu çıkışın yanında da ufak bir köyün yanından geçecektik.

            Kamyon yüklü idi. İnişte köy yollarına bağlanan kavşaklar görünüyordu. Bayır ise düm düzdü. Araç bayır inerken biraz hızlanınca frene dokunmak ihtiyacı duydum. Aman ne göreyim! Fren bom boştu. O anda içime ateş düşmüştü. Patron yanımda, kamyonda gittikçe hızlanıyordu. “Aman patron arabayı şu tarlalara süreyim mi? Belki sağ kalırız.” Dedim. “ sen ne diyorsun, araba yok olursa bende yok olurum. Olmaz öyle şey.”

            Kamyonun hızı her geçen saniye arttıkça artıyordu. Rüzgâr gibi gidiyorduk. Kavşaklardan karşımıza bir şey çıkmasın diye dua ediyordum. Bu hızla direksiyonu azıcık çevirsem bilmem kaç takla atardık.

            Akıllara zarar bir hızla yolun en alt seviyesine indik. Karşımızda artık çıkışına bir rampa vardı. Bunun sonucu araç her saniye yavaşlamaya başlamıştı. Aracı köyde durdurabildik. Etrafımıza insanlar birikmeye başlamıştı. Haberim yok ben zıplayıp duruyormuşum. Allah razı olsun köylüler bana su verdi. Tepemden aşağıya da bir kova su döktüler. Ta neden sonra kendime gele bildim. Bilmiyorum! Sizlere frenin önemini anlata bildim mi?”

            Günümüzde bu yollar tüneller vasıtasıyla kolaylıkla geçile bilmektedir. Dağ yine azametle yerinde duruyor. Kahraman Maraş’a saldıran Fransızlar bu dağda ilk tokatını yemişti. Tarihte de böyle bir hatırası olan bir dağımızdı.

                                               ***

            Nevşehirli şoförler Çanakkale Çan’dan kömür getirip halka satarlardı. Çanakkale Çan’a gitmek için Adana’ya yük bulursun. Bulamazsan boş topuklarsın. Oradan sebze veya meyve yükleyip İstanbul pazarına yetiştirilmesi gerekir. Buna şoförler JET ismi vermişler. Yolda durmak, mola vermek de çok nadirdir. Bunun yanında İstanbul halinde indirme sırası da beklenir. Kamyon boşalınca Bursa taraflarına yük bulmak gerekir. En azından mazot parasına… Bursa’dan Çan’a geçilir. Kömür madenlerinde tekrar sıraya girilir. Akabinde arabaya kömür sarılır. Nihayetinde Nevşehir’ e dönülür. Kömür parası ise; Nevşehir-Adana, Adana-İstanbul, İstanbul-Bursa yollarındaki navlun parasıdır.

Nevşehir’den fotoğraflar