''26 Ağustos 1910 günü Kulp kasabasında doğdum. Babam Hafız Mehmet Lütfi Efendi o kazada nüfus memuru idi. İlk mektebi orada bitirdim. Babamın tayin edildiği Ergani’de pek canlı bir kültür, sanat ortamı buldum. Yakın vakte kadar burası Erganimaden Vilayetinin Osmaniye adlı beldesiydi. Erkaniye, Arkaniye olarak da bilinirdi. Canlı bir yerdi. Etkilendim. 1928’de babam Diyarbekir şehrine tayin edildi . Bu tarihten sonra bu kadim medeniyet merkezinden hiç ayrılmadım. Halkevi beni hayata hazırladı. Tiyatro kolunda çalıştım.Temsillerde rol aldım. Diyarbekir Lisesi’nin resim muallimi Süleyman Bey vardı. Ondan fotoğraf sanatının inceliklerini öğrendim. O münevver insana ömür boyu minnettarlık duymuşumdur. Foto Dicle adlı stüdyomu açtım. Kendi kendimi yetiştirip geliştirdim. Sanatla ilgilenen kişi şehrin,bölgenin sosyal, siyasal, iktisadi mevzularıyla da alakadar olur. Dernek ve siyasi  hareketlere de girdik. 1952-54 arasında Belediye Reisi olmak da varmış kaderimizde. 1970’den başlayarak  senelerce faal olarak Diyarbakır Turizm ve Tanıtma Derneği’nin başkanlığında bulundum. Fotograf makinası, ekipman, levazım temini zordu ve pek pahalıydı. Fakat özveri önemli. Geleceğe bırakacak çiftliğimiz, hanımız, hamamımız olmadı. Fakat bölgemizin tabii manzaralarını, şehrimizin tarihi eserlerini arşivlemişzdir.  Çok zengin birikim ortaya çıkmıştır. Bir misal vereyim. Herkes Karacadağ yanardağının tek konisi olduğunu, bazalt lavlarının buradan 4 yöne aktığını düşünür.  Halbuki bir değil, iki değil, tam üç krateri var bu ünlü dağımızın. Fezadan çekilmiş bir fotoğrafta bu görülüyor. Bu, yalnız Türkiye’de değil, dünyada da benden başka kimsede olmayan bir belgedir.  9 ayrı  fotoğraf sergisi açtım.  Birçok resmim karptostal olarak basıldı, çoğaltıldı, halen dolaşımdadır. Şehir ve bölge tanıtımına katkı olarak bunların dışında kitap ve risaleler de çıkardık. Diyarbakır’ın şahsıma ve sanatıma gösterdiği mehebbet ve alaka, muvaffakiyetimin yegane menba’ı olmuştur.Mesleğimin 62. Yılındayım. Dicle Üniversitesi bizi şerefyab etmiştir. Doç Dr Emrullah Güney ile Doç Dr Sacit Akçay, Rektörümüz Prof Dr Sedat Arıtürk’ün görevlendirmesiyle gelip benle röportaj yaptılar. Üniversite dergisinde neşredilmiştir bu görüşme. 1996 yılında Üniversite Senatosu bana Sanat Alanındaki çalışmalarımdan naşi Fahri Doktorluk unvanı vermiştir. Bu şeref bana yeter. ‘’

Kulp, Ergani…Sonra çıkıp geliyor Diyarbakır’a. Daha çocuk yaşta. Cumhuriyet’in ilk yılları. Şehirde elektrik yok. Adı şehir, büyük bir köy… Fotografçı tek bir kişi var. Karanlık kutuya ışık düşürerek film çekip ak kara karta basıyor. Adil çocuk çırak oluyor bu ustaya. Benimsiyor fotografçılığı. Mesleğini yalnız geçimini sağlayan bir zenaat olarak görmüyor ; sanat derecesine yükseltiyor. Yıllar ve yıllar boyu Diyarbakır’ın değişimini, gelişimini objektifiyle “zaptediyor.” Şehre gelen her gezgin, araştırman, sanatçı, onu buluyor, onu rehber sayıyor, eski şehir ve il görünümlerini ondan alıp kullanıyor.

Gazetecilerin de uğradığı yer, onun mekanı oluyor.

1967 Diyarbakır İl Yıllığı…

1973 Diyarbakır İl Yıllığı…

Daha Ürgüp Lisesinde öğretmen iken, bu yıllıklardaki olağanüstü güzel fotograflardan tanıyordum büyük ustayı. Resimler ak-kara idi. Ama, bir çekiciliği vardı. Hani, gezgin gelir, bir taksi, cip kiralar, ayağını yere basmadan içerden resim çeker, gider. Sonra da öğünür : “Diyarbakır, benden sorulur.” Bu ne “nahoş” öğünmedir.

Adil Tekin, dört mevsim, üçyüzaltmışbeş gün yaşıyordu beldesini, ilini.

Bu nedenle yıllıklardaki resimler olağanüstü güzel idi. Dört başı mamur ve murassa…

Fırat Üniversitesi’nde coğrafya asistanı olarak göreve başladığım zaman, 150 km güneydeki Diyarbakır’a yaklaşmış oldum. Usta’ya bir mektup yazarak bu yıllıklardaki resimlerden göndermesini rica ettim. Büyük bir kutu içinde geldi resimler. Malabadi köprüsü, Dice ırmağı ve koyağı, Ergani, Zülküfül Dağı, Çermik’in Gelinkayaları, Meyafarikin Ulu Camisi, On Gözlü Köprü, Diyarbakır Ulucamisi, İçkale, Mesudiye Medresesi, Dicle ırmağında Piran’ın odununu taşıyan kelekçiler, Lice, Kulp, Hani, Hazro..Güneydoğu Toroslar, Karacadağ,Siverek, Mardin, Deyrülzağfiran, Midyat, Hasankeyf…

Bu bir resim kutusu değildi benim gözümde; bir define sandığı idi , bir mücevher kutusu idi.

-----------------------------------------------------------------

Dicle Üniversitesi’ne geçtiğim zaman, daha ilk gün, ziyaret ettiğim ilk yer Adil Tekin ustamın küçük atölyesi oldu. Tanıttım kendimi. Sevgiyle karşıladı beni. Çay içerek yarenlik ettik. Daha önce gönderdiği fotografların bedelini masanın üzerine koydum. Gülümsedi, onları alıp cebime yerleştirdi. Davranışlarında bir baba şefkati…Kucaklaştık.

Fotograf, değerini bilene armağan edilir Bunun bedeli yoktur,” dedi.

Gözlerim yaşardı.

Diyarbakır’da yaşamağa başladıktan sonra, özellikle cumartesi günleri onun yanına uğramak artık bir tiryakilik olmuştu. O, yalnız bir fotograf ustası değildi, Diyarbakır tarihini, insanını iyi bilen bir sosyal antropolog, bir insan sarrafı, aydın bir sanatçı idi. Deneyimleriyle zenginleştirdiği anılarını dinlemek sonsuz bir keyif veriyordu insana. Diyarbakır folkloru ile ilgili en güzel, değerli eserler hazırlayan Avukat Şevket Beysanoğlu, Tiyatro yazarı , ozan Dr Orhan Asena, Avukat İhsan Biçici de bazen yarenliklerde hazır bulunuyordu. Adil Bey pek varsıl olan fotograf koleksiyonunu da önümüze seriyor, tek tek açıklıyordu. Öğrendim ki, bunu herkese göstermezmiş, değer verdiği insanlar için yaparmış.

Aramızdan ayrılmasından 51 hafta önce, 1937 yılının 17 Kasım günü Diyarbakır’a gelen ve şehrin hemşehrisi ilan edilen Uluğ Önder Atatürk hakkında da ilginç bilgilere sahipti o.

Diyarbakır’ın en güzel yapısı olan Dağkapı’daki Halkevi’nde O’nun yaptığı konuşmayı aynen anımsıyor, o günün coşkusunu hala yaşıyordu. O anıları da zevkle dinliyorduk.

Yılların birikimiyle, kendimizde bir özgüven gördük ve bir fotograf sergisi açtık. Resimleri onun atölyesinde, oğlu Güçhan Tekin ile birlikte karta bastık. 44 resimden oluşan sergiyi açarken Vali bey, Rektör bey açış konuşmasını ondan rica ettiler. “ Fotograf bir hastalıktır. Genç arkadaşımz (daha yaşımız 40 idi o zaman) Dr Emrullah Güney de hasta. Ben, onun iyileşmesini istemiyorum. Hastalığı devam etsin ve güzel eserler meydana getirsin. Güney dostumu seviyorum. Kadirbilir bir meslekdaş olarak görüyorum onu.” Bu sözler alkışlandı.

Yıllar ve yıllar boyu sürdü dostluğumuz.

Aramızdaki 40 yıllık yaş farkına karşın iyi anlaşıyorduk.

O, Diyarbakır için bir öğünç kaynağı idi.

Fotogaflarla Diyarbakır…O’nun yayımladığı bir eserdir. Pek az basılmıştır.

Acaba, kimler bildi değerini. İmzalayıp bana armağan ettiği bu kitabı, şimdilerde öğreniyorum; ABD’den Japonya’ya; Güney Afrika’dan Finlandiya’ya pek çok araştırmacı, sahaf arayıp bulamıyormuş .

Kitaplığımda böyle bir eserin varlığıyla gururluyum.

Burada duralım biraz.

Yapıldığı zaman adı Vedat Dalokay olan Dağkapı Yeraltı Çarşısında bir bölümün adı Adil Tekin Güzel Sanatlar Galerisi idi. Ve anlaşmıştık. Burada da bir sergi açacaktım. Ne oldu ! Bu güzel çarşının adını Selahaddin-i Eyyubi yaptılar ve galeriyi de para getirsin diye dükkana çevirdiler ; AVM oldu.

Vefa yalnızca İstanbul’da bozası, Lisesi, sporcuları, yetiştirdikleriyle ünlü bir semtin adı mıdır? Nerede kaldı vefa duygusu !..

Ben, Dr Adil Tekin ustama karşı borçlu duyumsuyorum özümü.

Sanıyorum, Diyarbakır bu büyük sanatçıyı unutmamıştır.

Halk, şehrini seven insanları, eser bırakan sanatçıları unutmaz, unutmamalıdır.

Dr Adil Tekin ustam için en özlü,en güzel sözü , çok sevdiği dostu Sanat Tarihisi Prof Dr Metin Sözen ( Elazığ 1928  ) söylemiştir: “ Adil Tekin, Diyarbakır’ın ve Güneydoğu Anadolumuzun tarihini fotografla yazan sanatçıdır. Böyle bir büyük üstadı yetiştiren kadim medeniyet merkezi Diyarbakır’a ne mutlu !”

Dr Adil Tekin’i 1 Aralık 1997 günü sonsuzluğa uğurladık. Saygıyla, rahmetle, derin minnettarlık duygularıyla anıyoruz Büyük Sanatçımızı.

-----------------------------------------------------------------------------------