BİR DEKAN

'' Hocam, dilekçemde belirttim; Dekanlık izin versin; gidip İstanbul'da kütüphanelerde Türkiye Fiziki Coğrafyası kaynaklarını tarayacağım.''

'' Ne malum! Ya plajda saçını tararsan.''

Oda kalabalık. Tüm öğretim elemanları toplanmış.

Gülüşmeler...

...................

YÖK kurulmuştu.

Duyduk ki, bize Bayram Kodaman adlı genç bir tarih profesörü Rektör yapılmış; geliyormuş.

Geldi gelmesine de, Dekan olarak...Rektör ODTÜ eğitimli Kozanlı Kimyacı Prof Dr Arif Çağlar idi.

Edebiyat ile Fen fakülteleri birleştirilmişti. Bayram Kodaman artık dekanımızdı.

Yalvaçlı imiş. 7 yaşına geldiğinde köyüne okul açılmış. Üniversitede tarih ( DTCF ) okumuş, Devlet onu Fransa'ya göndermiş. Orada doktora yapmış. ‘’ Bon pour L’Orient’’ sağlayıp…Dönüp gelince Hacettepe Üniversitesi’nde görevlendirilmiş .

En çok sevdiği söz: '' Ben bu yaşta profesör olmuşum.''

Daha 40 değildi yaşı; öğünç duyuyordu. Haklıydı elbette.

Sağlam bünyeli, esmer yüzlü, iri yapılı, pehlivan yürüyüşlü bir zat. Kimi sözcükleri değişik seslendiriyordu; Yörüklüğün izleri…

Varsa yoksa tarih elemanları. Ne sosyal antropoloji, ne biyoloji, ne arkeoloji, ne coğrafya, ne fizik...Diger bölümlerin önemi yoktu. Bölüm görevlilerinin de…

Toplantı yapar, bizi çağırma gereği duymaz. Biz kimiz? Ne işe yararız ki ?

Küçük yer; haberler yayılıyordu; hırçınmış, konuşurken konuşurken kavga çıkarırmış. Rektör ile de arası iyi değilmiş. Fakat , belli oluyordu; YÖK’te koruyan, kollayan vardı Dekanımızı.

Diyelim, bir tarih elemanı Ankara'ya, Adana’ya, İstanbul'a gidecek. Ailesi orada daha, getirmemiş evini. Ne yapar eder, onlara bir görev bulur; yol masrafını, harcırahını Üniversite bütçesinden karşılardı. Hem de uçak yolculuğu sağlardı. Bütçe Plan Dairesi Başkanlığı'na, Muhasebe’ye baskı yapar, form doldurtur, istediği sonucu alırdı.

Ya bizler için?

Tüm masraflar cebimizden. Ankara, İstanbul saatler sürerdi otobüs yolculuğuyla. Bıkardık gidip gelmekten.

Doktora çalışması yapıyor olmamız umurunda değildi. Önemsemiyordu da. Coğrafya nedir ki, doktorası ne olsun !

Tarih, Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri vardı. Sosyal Antropoloji Bölümü'nün adı ve içeriği YÖK ile birlikte Sosyoloji'ye dönüştürülmüştü. Coğrafya Bölümü olsa da öğrencisi yoktu ve işlevsizdi.

Tarih Bölümü 1. sınıfta , Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersine giriyordum.

Beni çağırmış. Odasına girdim. ''Otur'' bile demedi.

'' Sen bu derse nasıl girersin yav! ''

'' Karar sizden önce çıkmış. Ben zorla vermiyorum bu dersi.''

'' Ne anlatıyorsun derste ?''

'' Üniversiteye geçmeden önce 7 yıl ortaokullarda sosyal bilgiler,liselerde coğrafya dersi verdim. ''

'' Ortaokul ?''

'' Gayet dakik, düzenli, hem iddialıyım, sizin tarih elemanlarınızdan daha iyi ders anlatırım. 1919-22 dönemini de iyi bildiğimi iddia ediyorum.''

'' Vay, vay, vay ! Yav, çok da iddialısın ha!''

'' ................''

'' Bu derse girmeyeceksin. Kararı iptal ettim. Tarih elemanları varken, sen kimsin yav ! ''

‘’ Sağlık olsun !’’

2 saatlik ders için 4 saat ayırıyordum. Birçok kaynağı tarıyordum. Öğrencinin ilgisini çekebilecek konuları düşünüp buluyordum. İyi ders anlattığıma da inanıyordum. Ders verirken koca anfide çıt çıkmıyordu.

Madem dersim yok, kendi işime gücüme bakacaktım artık...

..........................

Yıllık iznimiz 30 gün…11 ay memleketi özlüyoruz. Anamız, babamız sağ. Önüne, sonuna bir iki gün daha ekleyip 32,33 gün yapıyoruz dinlence süresini. Bir gün geciksek Bay Kodaman sorguluyor. Yazılı ifademizi alıyor. Ya da dekan vekiline talimat vermiş olmalı ki, sıkı sıkı izleniyoruz.

Ya tarih elemanları ! İki ay mı olur, üç ay mı? Ortada yoklar. Kimizi deniz kıyısına gider, kimisi memleketine ana babasına yardıma etmeğe. Kim arar, kim sorar? Onların dokunulmazlığı var.

‘’ Yahu arkadaş , ben sadece ağustos ayında izin kullandım. Sen nasıl oluyor da 2 ay uzak kalabiliyorsun, tatil yapabiliyorsun.’’

‘’ Haa , o konu. Yav, benim geçen yıldan kullanmadığım bir ayım vardı ya.’’

Oysa iyi biliyorum, belleğimdedir; geçen yıl da 2.5 ay ortalarda yoktu; kaçmıştı memleketine…

Eeeey adalet! Neredesin ? Kodaman Bey’e niye hiç bulaşmadın ?

…………………….

Amerika Birleşik Devletleri'nden ahbabımız Roma Jones hanımdan mektuplar geliyordu. Adımın başında Dr yazıyordu. O biliyordu doktora çalışması yaptığımı. Sanırım, Dr unvanı kazandığımı tahmin ederek böyle yazmıştı adresi. O denli eli boş, yalaka, dedikoducu kişiler vardı ki, nasıl vakit geçireceklerini bilmeyen, dalkavuk tipli. Hemen yetiştirmişler Kodaman'a. Geçenekte karşılaştık. Esmer yüzü kararıyordu konuşurken.

'' Senin bu yaptığın unvan sahtekarlığına girer; suçtur,'' dedi.

'' Ben bildirmedim ki, ABD'den mektup gelmiş; zarfın üzerinde böyle yazıyor. Ben ne yapayım?''

'' Bir komisyon kuracağım, soruşturacak,'' dedi.

'' Sağlık olsun,'' dedim.

Dr Abdülkadir Yuvalı başkanlığında bir kurul yazılı ifademi aldı. Anlattım.

Dosyama eklenecek suçları arttırma çabası...Ne çıkacak ki? Orada kaldı.

Pardon, orada kalmadı. Bir muhterem bilim adamı (!) Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'ne de duyurmuş, yargılanmamı istemiş.

Yanıt şöyle gelmiş :

'' Sıkıyönetim Mahkemesi bu konularla ilgilenmez. Meşgul etmeyiniz.''

Tokat gibi bir yanıt. Anlayan var mı ?

......................

1983 yılı...Kadromuz Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne aktarılmış. Bize sorma gereği bile duymadan. Bay Kodaman üniversitede diktatörlüğünü pekiştirmek istiyor. Bizden boşalan yere kendi adamlarını yerleştirecek.

Ayın ilk günü. Muhasebeden aylığımı almak için başvurdum.

'' Listede adınız yok Hocam, Size ödeme yapamayacağım,'' dedi memur.

Terin suyun içinde kaldım.

Sosyal Bilimler Enstitüsü sekreteri Ahmet'e gittim, sordum.

'' Dün Enstitü Yönetim Kurulu toplantısında karar aldılar. Senin, Ali Güler'in, Recep Yıldırım'ın Enstitü ile ilişiğiniz kesildi hocam,''

'' Yani, kovulduk.''

Vay vay vay...Şu hale bak !

Kimler almış kararı ? Bayram Kodaman, Tuncer Gülensoy, Azmi Süslü, Abdülkadir Yuvalı, Kazım Yaşar Kopraman...Enstitü Müdürü Özgen Somunkıran oy kullanmamış. Bir üye itiraz etmiş, olumsuz oy vermiş : Zekeriya Kitapçı...

Sekreter anlattı : '' Müthiş kavga çıktı. Zekeriya Bey sizi savundu. Bayram Beyle birbirlerine girdiler, yumruklaştılar. Zor ayırdılar ikisini digerleri.''

Bir taşra üniversitesinin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün pejmürdeliğine, ilkelliğine, perişanlığına, ele alıp uğraştığı konulara bakın.

Rektör Arif Çağlar'ın yanına çıktım.

'' Biliyorum konuyu. Benim önüme geldi. Aldıkları kararı reddettim. Bu herifler kendilerini ne sanıyorlar ? Cahil cühela takımı. Tükürdüklerini yalayacaklar. Sen hiç telaş etme. Artık yarın alırsın aylığını.''

Tokat gibi suratlarına indi Arif Bey'in kararı.

Anladılar mı ?

.......................

2 yıllık gecikmeyle, 1 Mayıs 1984 günü Ankara'da, mezun olduğum DTCF'de, Doktora tezimi savunup Dr unvanını alınca rahatladım.

Özüme güvenim arttı.

Ne Kodaman, ne de kendi ekibinden tek bir kişi kutladı akademik unvanımı.

Bize layık görmüyorlardı. Varsa yoksa kendileri.

Adını ırmaktan alan üniversiteden bir başkasına, adını yine bir ırmaktan alan üniversiteye geçme hazırlıkları içindeydim. Bay Kodaman da o günlerde Rektör olma peşindeydi. Yaşamı boyunca hep o hayali kuruyordu. Samsun Eğitim Fakültesi'ne Dekan olacağını duyduk. Oranın yeni atanmış Rektörü ile arası iyiymiş. Bir muteber adamı , Hüseyin Ayan da ayrılıyordu; Konya İlahiyat Fakültesi Dekanı yapılmıştı. Giden gidene.

Kodaman beni şikayet etmiş. Soruşturmayı Hüseyin Ayan yapacakmış.

Nedir, ne oluyor ? Maksat suç dosyasını kabartmak… Sicilimizi bozmak...

Odasına girdim Hüseyin Bey'in . Neymiş? Bölüm Başkanlığı'na verilmesi gereken dilekçeyi doğrudan Dekanlık makamına göndermişim. Merci tecavüzü. Silsile-i meratip’e riayetsizlik… Suçum buymuş. A4 kağıda bir cümle yazdım, imzalayıp bıraktım : '' Bölüm Başkanlığı'na güvenmiyorum; daha önce bazı isteklerim Dekanlık makamına iletilmemişti.''

..................

Bu öfke, bu kızgınlık, hatta belki ileri bir suçlama ama, bu düşmanlık niyeydi ? Bu yurdun gençleri değil miydik biz? 30’lu yaşlarda…

Biz Fakülte’de bir küme Cumhuriyet okuru idik. Mesleki dergileri izliyor, kitap getirtiyorduk. Bazı nitelikli dergilere gönderdiğimiz yazılar da yayımlanıyordu. Kıskanıldığımızı biliyorduk. Kendileri sadece basit cerideleri okuyup anlayabilecek kapasitedeydiler. Akıllarınca bizi dışlayacaklar, ‘’sicilimizle oynayacaklar’’, ilerde mevki, makam yükselişlerini böylece önlemiş olacaklardı.

Bu bağnazlığın olduğu, yaşandığı yere ‘’üniversite’’ denebilir miydi ?

Nitekim, DMMA de vardı kentte, Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nin kuruculuğuyla açılmıştı, fakat ‘’Taşra ali mektebi’’ olmaktan ileri gidememişti, bilim dünyasında adını duyuramamıştı, bilimsel yayın üretiminde ülkenin en sonlarındaydı.

Kodaman’ın dekanlığı süresince ne bir kitap yayımlanmıştı; ne bir dergi çıkarılmıştı.

Bütün üretim ‘’dedikodu’’ üzerineydi. Herkes birbirini çekiştirir, kıskanır olmuştu.

Fakat, bay Dekan, Fakülte’nin makam otosuna binip, sürücünün aylığını kendisi veriyormuş gibi Van-Çatak-Bahçesaray yolculuğu yapmayı beceriyordu. Tüm masraflar Üniversite’den nasıl olsa. Sayın Kodaman Beğ , bu hakkı kendisinde görüyor ve tepe tepe kullanıyordu..

……………

Değişik vesilelerle, birkaç toplantıda, sempozyumda karşılaştık Bayram Bey'le.

Doçent olmuştum. Bize hiçbir akademik unvanı layık görmüyordu. Tarihçi değildik ya.

'' Yardımcı Doçent oldun mu?'' dedi buz gibi soğuk bir ses tınısıyla. Hava sıcaktı; üşüdüm.

Yanıt verdim. Suratını astı. '' Profesör olmam da yakın,'' demedim. Yüzü iyice kararırdı, deseydim.

Şimdilerde emekliliğini yaşıyordur Bay Kodaman.

Abdülhamit Han maarifine, medrese terbiye nizamına övgüler dize dize bir ömür geçirdi.

Herkese tepeden bakarak, herkesle döğüşerek...

Yalnız Türkiye’de değil, dünyada tek tarihçi kendisiydi; başka yoktu.

Aradan 40 yıl kadar süre geçti. Bu arada bir özeleştiri de yapmıyor değilim. Neden bir küme öğretim elemanı bize düşmanca bir tavır takındı? Bizi yok saydı ? Önemsizleştirme çabasına girdi ? Elazığ gurbetinde vatan haini miydik ? Onlarla aynı siyasal görüşü paylaşmak zorunda mıydık ? Bizim de kendimize göre bir düşüncemiz olamaz mıydı ?

Mevki, makam sahibi olanların elinde adalet ölçüsü olmalıydı. İşte, bu yoktu.

Biz saygıda kusur etmemiştik. Elden geldiğince görevimizi yapmağa çalışmıştık. Bizi görevden uzaklaştırarak aç bırakacaklarını zannedenler , acaba imzaları bulunan o kindar kararlarının yorumunu hiç yaptılar mı ?

Prof Dr Kodamanoğlu Bayram Beğ…Yalvaç’tan çıkmış bir tarih alimi.

Allah selamet versin , saadet içinde yaşasın ! ...

....................

Ürgüp. 16 Haziran 2020.