Nereye Bağlayım ?
  
Irmak boyu köylerinden Duran Ağa’nın ata gereksinimi vardı.
Piyasayı araştırdı.
Sordu, soruşturdu.
Ortaköy, Aksaray, Koçhisar, Nevşehir, Avanos pazarlarını izledi.
Aradığını bulamadı.
Nevşehir Ortamektebinde tarih muallimi Necati Bey’in derin bilgisi olduğunu söylediler.
Üşenmedi, gitti; görüştü muallim beyle.
Gerçekten de bilmediği yoktu.
Ne anlattı Duran Ağa’ya.
Çerkezler, Kabartaylar Kafkas ellerinden Osmanlı’ya sığındılar can havliyle.
Devlet bunları Amasya, Sıvas,Kayseri,Balıkesir,Sakarya,Suriye,Ürdün gibi yerlere dağıttı.
Kafkas halkı, binit hayvanı olarak iyi at yetiştirirdi.Bunlar, ordunun süvari birliklerinin de işine yarardı. Fakat, zamanla Aziziye dolayında Çerkez atlarıyla yerli atları çiftleşti.
Ortaya yeni bir at cinsi çıktı.Kimisi bunu “yozlaşma “ olarak gördüyse de bu at cinsi dayanıklı çıktı.  Sayrılıklardan etkilenmiyorlardı; sahibine bağlı, güçlü, güzel hayvanlar olarak ün kazandılar.  Aziziye bugünkü Pınarbaşı. Uzunyayla’nın en mühim kasabasıdır.
Sıvas’ın batısında Yıldızeli ve dolayında da iyi cins at yetiştirilir.  Atın rengi olmaz. Donu olur. Kır, demirkırı gibi. Eğer  panayırları izlersen aradığını bulursun.” 
 
Duran Ağa, yeni bir ata kavuşmanın umuduyla, coşkusuyla, sevinciyle Pınarbaşı’na doğru yola çıktı. Devir İkinci Cihan Harbi yılları. Türkiye savaşa girmese de, sıkıntılar çok. Duran ağanın iki oğlu da silah altında. Birisi Trakya’da, birisi Hatay’da.
 
Duran ağa istiyor ki, oğulları , eğer harp biter de eve dönerlerse sağ selamet, aldığı atı görsünler de sevinsinler. Pek özlediği oğullarının atı görünce kapılacakları sevinci düşündükçe duygulanıyor; gözleri yaşarıyor.
 
Pınarbaşı’na vardı ki tanınmaz halde. Toz, toprak içinde.
Kamyon üstünde yolculuğun sonucu bu.
Düzenli otobüs seferleri yok ki.
Yolda, Nevşehir’in Göre köyünden Şükrü Güney’le tanıştı. Pazarören’de  Eğitmen Kursunda öğretmenmiş. Babası Hüseyin Çavuş’u, kaynatası Ağaçayak Mehmet Çavuş’u duymuşluğu vardı. Yarenlik ede ede ilerlediler. Şükrü Bey Pazarören’de indi. Duran ağa da Pınarbaşı’nda.
 
Pınarbaşı’nda ne otel vardı ne de han.
Kasabanın kıyısında bir evin kapısını çaldı.
Çerkez Şamil Ağa’nın eviydi burası. Ağalığı varsıl oluşundan değil.
Ağarmış saçından. Yaşı ileri de olsa dipdiri bir adam.
Buyur ettiler Duran ağaya. Su ısıttılar. Temiz iç giysisi verdiler.
Fakat, ev yoksuldu. Duran ağa hayret etti. Çerkezler çalışkan olurlar; yoksul olmazlardı.
Gülşehir’de onların ününü duymuştu.
Yarenlik ilerledikçe anlaşıldı:
         Şamil Ağa, hayırsız iki oğlunun kumar borcları yüzünden yoksul düşmüştü.
Konuğa karşı ev sahibi utlu olurdu. Konu komşudan yardım istendi, yemek hazırlandı.
Hep birlikte yediler, içtiler. Üstüne kahve bile höpürdetildi.
Sonra, sırası geldi, Duran ağa niyetini açıkladı.
Uzunyayla’nın ünlü hayvan panayırı 6 gün sonra kurulacaktı.
Şamil ağa’nın has konuğu oldu Duran ağa bu 6 gün boyunca.
Kafkas destanları anlatıldı. Ruslara karşı verilen savaşlar kimbilir kaçıncı kez dile getirildi.
Adige dilinde türküler söylediler uzun boylu komşu kızları. Dans ettiler. Hem de ne dans. Ayak parmaklarının ucunda fır fır dönerek; belik belik örgülü saçlarını uçurarak.
Kaç göç yoktu.
Utanma, çekinme yoktu.
Bir an düşündü ki, Duran Ağa, şu kızlardan birini, askerdeki bekar oğluna istese.
Fakat, çekindi. Duymuştu ki, bu Çerkez kızları tarlaya, bağa bahçeye gitmezler;
ev işi yaparlar; biçki, dikiş, nakış, pasta, börek, çörek…
Oysa, eve at kadar tozun toprağın içinde çalışacak gelin gerek.
 Düşüncesinden vazgeçti. Söyleyemedi.
 
Panayır vakti geldi.
Duran ağa, yanında Şamil ağa yürüdüler…İçi kıpır kıpır…
Acaba bulabilecek mi istediği gibi bir at? Arayan bulur derler; belasını da mevlasını da.
Duran ağa’nın aradığı attı, bela değil.
Panayır yeri canlıydı. Kayseri’den, Sıvas’tan, Albustan’dan, Göğsün’den, Bünyan’dan, Irmak boylarından, Ürgüp’ten…Tanıdıklar da çıktı. Fakat, Duran ağa kimseye güvenmedi.
Kendi kararını kendisi verecekti.
Verdi de.
Demir kırı donlu bir atı görür görmez beğendi.
At, sinirli sinirli toprağı eşeliyordu. Yanına vardı, okşadı, eliyle yüzünü sıvazladı.
Hey Yaradan! Ne gözellikler yaratıyorsun ? “ derken gözleri yaşardı.
Pazarlık ettiler. Mal sahibi beklediğinden fazla  para istiyordu.
Yanında atı alabilecek para vardı ama, pazarlıkla biraz fiyat kırmak iyi olurdu.
Şamil ağa da yardımcı oldu. At sahibiyle Adige dilinde konuştular.
Adam biraz fiyat indi; Duran ağa biraz fiyat yükseltti. Anlaştılar.
Atın dizginini eline aldı Duran ağa; parayı banknotlarla saydı deri cüzdanından çıkarıp.
O anda atın eski sahibiyle göz göze geldi.
Adam, hiç çekinmeden, gözlerini kaçırma gereği duymadan ağlıyordu.
Bu, Duran ağaya pek dokundu.
Fakat, duygulu anı kısa sürdü. Sevinçle atı çekti. Şamil ağanın evine yollandılar.
At yeni sahibine kolayca, hemen boyun eğse de, zaman zaman kişniyor, huysuzlanıyordu.
 
Eve vardılar.
Şamil ağa baktı ata. Gururla okşadı.
Fakat, bugüne dek hiç atı olmamıştı. Çok isterdi bir çift atının olmasını.
Ah o hayırsız çocukları…
Duran ağaya baktı. Güneş batıyordu.
Konuğumuz ol yine. Atı aldım diye, bizi yalgız koyup gitme! “ dedi.
Duran ağanın canına minnetti.
Fakat, o anda, Şamil ağanın yüzünde bir pişmanlık anlatımı oluştu.
Duran ağa sordu:
Atımı nereye bağlayım Şamil ağam ? “
Koca Çerkez konuğuna baktı, dalgın dalgın konuştu.
Dilime bağla, Duran ağam, dilime ! “ dedi.
 
Halil Narman.
2008. İzmir