ORTA ANADOLU TÜRKÜLERİNİN UNUTULMAZ SESİ; REFİK BAŞARAN

Kamuoyunda “Ürgüplü Refik Başaran” olarak bilinir. 1907 yılında Ürgüp’e on sekiz kilometre uzaklıkta eski ismi “Damsa”, yeni ismi Taşkınpaşa köyünde dünyaya gözlerini açmıştır. Anasının adı Emine Hanım, babasının ismi Mustafa Çavuş’tur. Refik Başaran’ın altı yedi yaşlarında müziğe ilgi duymaya başladığı bilinmektedir. Daha o yaşlarda eline aldığı ağaç parçalarını göğsüne sürterek saz çalar gibi yapıp, türküler söylemeye başlamıştır. Refik Başaran köyünde 1915 senesinde öğrenime açılan tek öğretmenli okulda üç sene boyunca okumuş ve buradan mezun olmayı başarmıştır. Refik Başaran’ın torununun(Onun adı da Refik Başaran) anılarına göre;“Refik Başaran henüz on beş yaşındayken ağabeyi Fettah onun saz çalmayı öğrenip, ileride iyi bir sanatkar olmasını istemiş, bunu gerçekleştirmek için Kırşehir vilayetine giderek bir saz satın almıştır, daha sonra da Kayseri ilinin Yeşil Hisar’a bağlı Kavak köyünden Topal Hasan, her öğreteceği türkü için bir sarı lira almak şartıyla Ürgüplü Refik Başaran’a saz dersleri vermeyi kabul etmiştir”(Aynur Haşhaş ,Cem TV proğramı).

O dönem yaşanan onca ekonomik sıkıntıya rağmen, Fettah,Topal Hasan’ın bu teklifini kabul edip, kardeşinin ondan ders almasını sağlamıştır. Fettah’ın Refik Başaran’ın ufkunun genişlemesinde etkisinin çok büyük olduğu söylenmektedir. Zira ağabeyi Fettah, Sineson(Bugünkü Mustafapaşa Kasabası) medresesini bitirmiş Kurtuluş Savaşı’nda ise subay olarak görev yapmıştır. Refik Başaran iki sene boyunca tarlaya, bağa gitmediği vakitlerin haricinde, altı kilometrelik yolu yürüyerek ustasının yanına gitmiş ve ondan saz dersi almıştır. Başaran, saz tekniğini ilerletebilmek amacıyla, Damsa’daki evinden kaçarak, köyün karşısındaki Yazı dağının eteğindeki mağaraya gidip, orada on iki gün boyunca kalmıştır.

On yedi yaşına geldiğinde kendisiyle aynı yaşta bulunan Fatma Başaran ile dünya evine girmiştir. Fatma Başaran’ın kendisi gibi sanatçı bir ruha sahip olup onu desteklemesi, Başaran’ın oldukça hoşuna gitmiş ve bu yolda belki de daha büyük ilerleme sağlamasına sebebiyet vermiştir. Refik Başaran askere gidinceye kadar düğünlerde saz çalıp söylemiş ve bu yolla ünü İç Anadolu’da hızla yayılmıştır. Ününün yayılmasıyla kendisine bölgenin dışından da teklifler gelmeye başlamış ve bu suretle değişik illeri ve yöreleri gezme talihine sahip olmuştur. Bu gezmelerin sanatçının bilgi ve sanatçı kişiliğinin gelişimindeki rolü kuşkusuz ki büyük olmuştur. Askerlik görevini jandarma olarak yapan Başaran, önce Kütahya, ardından da Niğde’de görev yapmış ve bu şekilde askerliğini bitirmiştir. Askerliğini sona erdirdikten sonra Damsa’ya dönmüş ve düğünlerde saz çalmaya devam etmiştir. Kendi yaktığı türküleri okudukça İç Anadolu bölgesinde ünü, dalga dalga yayılmış ve herkes tarafından sevilen bir sanatkar haline gelmiştir. Araştırmacı Sayın Gürbüz Sapmaz’ın tespitlerine göre;

“Ankara vilayetinde Hacer Buluş, Safiye Ayla gibi dönemin sevilen sanatkarlarının katıldığı, Atatürk için tertip edilen bir konsere Refik Başaran da çağrılmış, konserin sonunda ulu önder sanatkarı çok beğenmiş, ‘Başaran’ soyadını kendisine vermiştir.”

Ömrünün çoğu gurbette geçen Refik Başaran, 1935'li yılların başında eşi ve çocukları ile Ankara'ya göçmek istemiş fakat eşinin razı olmaması üzerine Ankara’ya taşınamamıştır. Bunun üzerine tek başına Ankara’ya giderek 1935-45 yılları arasında Ankara'da han köşelerinde sıkıntı, efkâr, özlem ve çileyle yoğrulmuş bir şekilde yaşamıştır. Nallıhan, Bâlâ ve Ayaş'ın köylerinde kısa süreli evlilikler yaptığı bilinmektedir. 1945'de düğün için gittiği Ayaş'ın Anayurt köyüne yerleşmeye karar vermiş oradan bir ev almıştır.

Refik Başaran, doğup büyüdüğü yerlerde birer türkü sevdalısı olan Nevşehirli Cafer, Avanoslu Selahattin, Ürgüplü Fadime, Ürgüplü Şevket Uçar, Nevşehirli Şerif Çopur, Ürgüplü Kamil, Nevşehirli Mıstık Maviş, Ürgüplü Ali, Ürgüplü Âşık Mehmet ve Nevşehirli Misali gibi yerel sanatçılardan etkilenmiş ve onlardan öğrendiği türkülerle plak yapmıştır.

Yurtta bulunan dört plak şirketinden bir tanesi olan sahibinin sesi, Refik Başaran’a plak yapmak için teklif sunmuş, bu vesileyle Başaran 1935 yılında “Hamit’in Türküsü”nü (Tokat Mahanesi) ilk olarak plağa seslendirmiştir. Plağın büyük bir satış yapması, Başaran’a diğer şirketlerden de teklif gelmesine sebebiyet vermiştir. Odean, Polidor ve Colombia gibi şirketlerin tekliflerini geri çevirmeyerek, toplam dört şirkete plak yapmıştır. Başaran’ın ezgilerinde hasretlik ve ayrılık temalarını ağırlıklı olarak işlemiştir.

Başaran 1935 ile 1947 seneleri arasında tahminen iki yüze yakın türkü seslendirmiştir. Ayrıca her gittiği mekanda oradaki yaşadığı, gördüğü vakalarla ilgili irticalen türkü yakmıştır. Bu türkülerin çoğu plaklara okunmadığından dilden dile dolaşmış ve ancak bir kısmı günümüze değin gelebilmiştir.

Sanatçı, şöhreti yakaladıktan sonra, plak ve konserler için vaktinin çoğunu Ankara’da geçirmeye başlamış. Yakup Akman’ın Havuzlu Lokantası, İtfaiye Hergele Meydanı, onun sık sık görüldüğü mekânlarmış. Tabii bir de yaz akşamlarında konserler verdiği, Samanpazarı semtinin açık hava gazinoları. Mesela Atatürk’ün de bazen geldiği Esenpark Gazinosu gibi. Ankara’daki evi ise Altındağ Mermer Çeşme, Ulucak Sokak, Mustafa Çavuş Evlerindeki 11 nolu mütevazı gecekonduymuş. Önceleri Ürgüp/Damsa’daki evine de ara sıra giden ama yılın on ayını Ankara ve İstanbul gibi iş yaptığı şehirlerde geçiren sanatçı, giderek Damsa’ya daha az uğrar olmuştur.

Başaran’ın hayatındaki asıl ilginç yönlerden biri de, Ankara’nın bazı köylerinde ikamet etmesidir. Nallıhan ilçesinin Meyil Hacılar Köyü, Bala’nın Oğulbey, eski adıyla Çakal köyü, Ayaş’ın Başayaş Köyü ve yine Ayaş’ın Anayurt Köyü bunlardan belli başlı olanlarıdır. Son imam nikâhlı eşi Hafize Hanım’dır.

Ürgüplü Refik Başaran Ankara Güdül ilçesi Çağa  Köyünden Ayaş’ın Anayurt Köyüne eşekle gelirken 11 Mayıs 1945 (veya 4 Mayıs olabilir) tarihinde Abdulselam Dağı’nda mola verdiği sırada rahatsızlanarak vefat etmiştir.

Refik'in evden ayrılışı 1929-1930 yıllarına rastlar. Bir gün evdekilere haber vermeden  Ankara'ya gider, dört yıl kalır. Bu süre içinde kendisinden haber alınamaz. Orada Hayriye adında bir kadınla yaşar. Bu sırada oğlu Hikmet, dört yaşındadır. Hanımı oğlunu sünnet ettirmek için Ankara'ya haber gönderir, Refik, köyüne gelir. Bir ay kaldıktan sonra tekrar Ankara'ya gider. Bu gidiş-geliş sürer gider. Köyünde birkaç ay kalmasına karşın, yıllarca Ankara'da ve İstanbul'da kalır.

Onurlu, kimseye boyun eğmeyen ve gönlü tok biridir. Öyle ki, zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, İtfaiye Meydanı’ndaki kahveleri teftiş ederken karşılaştığı Refik Başaran'a, o zamana göre hiç küçümsenmeyecek bir meblağ olan 50 TL verirse de ona türkü söyletemez. Tıpkı bunun gibi Bala'da da bir düğün sırasında istenilen türküyü söylemediği için sopa yemesi ve iki ay hastanede yatması bahasına inat eder, yine de söylemez (Şahin, 1991; 130). Refik, gurbetteki ömrünün beş yılını da Ayaş'ta geçirir. Üstelik burada ev de yaptırır. Onun uzun müddet Ayaş'ta kalması üzerine halktan bazı kişiler, niçin memleketine gitmediğini sorar. O da; "Tarla bağ alacağım, ev yaptıracağım, diye karıma söz verdim. Parayı da bir türlü denkleştiremedim. Yüzüm yok onun için gidemiyorum" der.

Refik Başaran'ın kendisine has bir saz çalma ve mızrap vurma tarzı vardır. Türküleri okurken bütün benliğini ve ruhunu katmış, sözü ve ezgiyi ruhunun derinliklerinde hissederek okumuştur. Türkü sözlerini söylerken yöresinin ağız özelliğine bağlı kalmıştır.

“Refik Başaran’ın, kendisinden sonra yetişen bölge sanatçıları Hacer Buluş, Ali Ercan, Cemile Cevher, Ahmet Gazi Ayhan, Zekeriya Bozdağ, Nida Tüfekçi, Ülkü Beşgül, Nezahat Bayram, Rıfat Balaban, Çekiç Ali, Neşet Ertaş, Hacı Taşan , Gülşen Kutlu’nun yetişmesinde de etkisi olduğu görülmektedir”(Hasan Şahin).

Refik Başaran türküleri hareketli olduğu kadar özellikle Ürgüp yöresi şivelerini de yansıtmaktadır. Kelli(kerre),Şirifim(Şerifem),şin olasın(Şen olasın), virmek(vermek), Nevşeher (Nevşehir),pirişan (perişan),İmine(Emine),biyaz(beyaz) örneğinde olduğu gibi.

Refik Başaran'ın adını unutturmayan türkülerin başında, genç yaşta vurularak öldürülen Ürgüplü Cemal'in ardından karısı Şerife'nin söylediği meşhur ağıt geliyor. Bu içli ağıt, geçmişte olduğu gibi günümüzde de yalnız Ürgüp'te değil, Orta Anadolu başta olmak üzere pek çok yöresinde söylenmektedir.

“Şen olasın Ürgüp dumanın tütmez
Kıratım acemi konağı tutmaz
Oğlum da pek küçük yerini tutmaz
Cemalım Cemalım algın Cemalım
Alkanların içinde kaldım cemalım

Ürgüp’ten de çıktığımı duymuşlar
Kıratımın sekişinden bilmişler
Beni öldürmeye karar vermişler
Cemalım Cemalım algın Cemalım
Alkanların içinde kaldım Cemalım”

Refik Başaran'ın mezarı da Ayaş ilçesindeydi.1977 yılında kendi köyü Taşkınpaşa'ya nakledilmiş, Ürgüp ilçesinde bir heykeli yaptırılmıştır. Refik Başaran’ın ,sonradan İstanbul’a göçen Fettah isminde bir erkek kardeşi,ağabeyi ve Havana isimli bir kız kardeşi de vardır. Refik Başaran’ın bir kızı(Emine Başaran) ve Almanya’da yaşayan bir oğlu(Hikmet Başaran) bulunmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar

Aynur Haşhaş-Refik Başaran Söyleşisi, CEM TV, 15.11.2015

Ahmet Özdemir, İstanbul Gazetesi.Com.tr. 03.05.2018

Doğan Kaya ; Ürgüplü Refik Başaran, Milli Folklor Dergisi,1993 Bahar,

Gürbüz Sapaz; Refik Başaran,Hayatı, Türküleri, 2000.

Gürbüz Sapaz; Türk Yurdu Dergisi, Sy,269 Ocak 2010

Hasan Şahin, Ürgüplü Refik Başaran, Türk Halk Kültürü Araştırmaları 1991/1