Yazar Hayati Taşkın’la Röportaj

Fib Haber’e yazmaya geçen sene başlamıştım, ilk yazımı 28 Eylül 2024’te göndermiştim. O günü hatırlıyorum. Hem heyecanlı hem de endişeliydim. Bir yerde yazmak, yazılarının yayımlanması güzeldi ama sürekli yazabilecek miydim? Yazacak farklı konular bulabilecek miydim?

Yeri geldi yazacak konuyu ben aradım, yeri geldi yazılacak konu geldi beni buldu. Böyle böyle 19 yazı yazmışım 1 yıl içinde…

Bugünkü yazımın, 20. yazımın olmasından ve 1. yılın dolmasından dolayı özel bir yazı olmasını istiyordum. Ne zamandır yazmak istediğim yazı, şimdiye kısmet oldu…

Yazar/Şair Sn. Hayati Taşkın Hoca’ma yazarlık özerine 5 farklı soru sordum, çok da güzel cevaplar aldım. Kıymetli okurların da beğeneceğini umduğum cevapları, noktasına virgülüne dokunmadan buraya aldım:

Gökçen: Hocam, yazmaya nasıl başladınız ve yazmak size ne ifade ediyor?

Hayati Taşkın: Yazma işi hep aklımda vardı. Liseden hatta ortaokuldan itibaren şiirlerim var. Ama bunlar çocukça şiirler. Çoğu da duruyor eski defterlerimde... Erzurum'da, Sağlık Eğitim Enstitüsünde okurken daha nitelikli şiirler yazmıştım. Hayati Şiirler'de yayınlamış olduğum "DUA" şiirimi, Türkçe hocamıza gösterdim. Bunu, durup dururken yapmadım. Ders esnasında; "Aranızda yazıp çizen var mı?" mealinde bir soru yöneltmişti sınıfa. Ben de ilk olarak "DUA"yı takdim ettim... Bu şiirin, hocamdaki karşılığı umduğum gibi olmadı. Hayal kırıklığı yaşadım diyebilirim... Bu dediğim, 1991 veya 92 yılı. Ondan sonra, yaklaşık 2004 yılına kadar da hiçbir şey yazmadım denilebilir...

2003-2004 eğitim öğretim yılı idi sanırım. Okulda, sene başında, yıl boyunca kutlanacak etkinliklerde kimlerin hangi görevleri alacağı belirlenmiş olur ki, hazırlıklar zamanında yapılsın... Bize de 18 Mart Çanakkale Zaferi'mizi idrak etmek düştü. Biz, klasik hazırlıklara başladık tabii. O günlerden birinde bir öğrencim (ismi hâlâ aklımda Hamide Birgül Kaya idi.), tiyatro da yapsak diye bir öneri sundu. Ben de zaman darlığından dolayı yetişmesinin zor olacağını söyledim. Buna rağmen, çocuk birkaç gün sonra, elinde yarım sayfalık bir metinle geldi. "Hocam, çok uzun değil, arkadaşlarla çalışıp hazırlanırız, siz yeter ki tamam deyin..." dedi. Bu gayret karşısında, benim de bir şeyler yapmam gerektiğini düşünerek metni aldım ve üç beş gün içerisinde yaklaşık beş sayfalık bir kısa piyes oluşturdum. 18 Mart 2004 tarihinde, eski kütüphanenin üzerindeki salonda muhteşem bir oyun sergiledik. İzleyenlerde çok samimi duygu yoğunluğu oluştu. Çokça ağlayan oldu... Bunun üzerine, üç tane daha tiyatro metni yazdım ve oynattım o yıllarda...

Ama Otobüs-1 kitabımın giriş bölümünde de vurguladığım üzere, bizim kültürdeki ve özelde kendi köyümdeki, geçmişe dair yazılı bilgi ve belge noksanlığından hep dertlendim. Orada, şu minvalde bir cümle yazmıştım. "Her şeyi hazır tüketiyoruz; malı, eşyayı, parayı; hatta insanı. İnsan öğütme makinası olmuşuz... Gün geliyor, harcıyoruz insanı, nasıl olsa tohumuna para vermedik; gün oluyor satıyoruz... Oysa eşyanın da insanın da hammaddesi bizde, ama biz bunu değerlendiremiyoruz..." minvalinde idi…

Geleceğe miras bırakmak için köyümü, şehrimi, kültürümü yazmam gerektiğini düşünerek; sanırım 2014 yılında ilk olarak otobüsü karalamaya başladım. Beş yılın sonunda Otobüs-1 ortaya çıktı. Sonra, eskileri de dâhil ederek şiirleri bir araya topladım ve Hayatî Şiirler oluştu... Malûm, en son Seyr-i Âlem'i ürettik.

Yazmak çok şey ifade ediyor benim için ve aklı başında herkese öneririm... Ben, konuşarak kendimi ifade etmekte zorlanıyorum. Tek tek, üzerine basa basa, anlatmaya çalıştığım için insanlar beni dinlerken sıkılıyor sanırım. Adam, yani bir dostun, arkadaşın bir soru soruyor, anlatmaya başlıyorsun. Daha sen giriş bölümünde iken sözün kesiliyor, araya başka mevzular giriyor. Veya sağdan soldan birileri gelip mevzunun içerisine dalıyor. Herkes kendini anlatma derdinde. Yine, otobüsten bir cümle söyleyeceğim burada; "Herkes ders verme derdinde, lakin kimsenin ders almaya niyeti yok..."

Böyle olunca konuşmaktan, anlatmaktan vazgeçiyorum. Hep dinleyen olmak da daraltıyor insanı. Çünkü, güncelde anlatılanlara tahammül edemiyorum. Bu, beni ortamlardan uzaklaştırdı. Şimdi, bak, sen sordun ve beni sonuna kadar dinliyorsun. Böylece ben derdimi, kendimi anlatabiliyorum. Bugüne kadar yazma sürecimle ilgili, beni bu şekilde dinleyen olmadı hiç.

Gökçen: Estağfurullah hocam...

Hayati Taşkın: Gerçekten öyle. İlk defa detaylı anlatabildim yazarlık serüvenimi, sana teşekkür ediyorum... İnsanın kendini anlatmaya ihtiyacı var. İnsan, sosyal bir varlık... Öğrencilerime, zaman zaman şunu söylerim; "Nasıl ki, yüzünüzdeki bir sivilce sizi rahatsız eder, onu bir an önce sıkmak, boşaltmak istersiniz ama onun olgunlaşmasını beklemeniz gerekir. Olgunlaşmadan sıkarsanız acı verir. Uygun olmayan bir ortamda sıkarsanız insanları rahatsız eder. Uygun olmayan bir biçimde sıkarsanız enfekte olur. Öyleyse uygun zamanda ve uygun ortamda, olgunlaştıktan sonra sıkmalısınız… Duygular da böyle. Yerinde, zamanında ve sizi anlayacak, dinleyecek insanların olduğu bir ortamda konuşun. Ama benim gibi -yakanıza küsmeyin-, mutlaka vardır sizi dinleyecek birileri...”

İşte, yazmayı bu yüzden seviyorum ben. Kimse sözümü kesmiyor. Kimse "kitabın ortasından girmiyor". Düşüncelerimi kâğıda ya da güncelde klavyeye istediğim gibi aktarıyorum. Bu da beni rahatlatıyor.

Diğer yandan, gelecek nesillere yazılı bir eser bırakacak olma duygusu son derece haz veriyor bana...

Gökçen: İlk eserinizin yazma ve basım süreci nasıl geçti sizin açınızdan?

Hayati Taşkın: Ben sanıyordum ki, ben bir kitap yazacağım, yayınevleri benim kitabımı yayınlamak için birbirleriyle yarışacaklar, çok para kazanacağım, meşhur olacağım... Çünkü… İşte bir İskender Pala'ya bakıyorsun; bir kitabı onlarca baskı yapıyor, her bir basımdaki rakamlar yüz binleri buluyor. Diğer meşhur yazarlar veya şairler için de geçerli bu.

İşin içerisine girince gördüm ki, paranız yoksa, çevreniz yoksa, sizi destekleyecek, sponsor olacak birilerini bulamazsanız çok zorlu bir iş. Bırakın para kazanmayı, bütün masraflar cebinizden çıkıyor. Kimse bunu bilmiyor tabii. Sanıyorlar ki, Hayati Efendi, bu işten köşelik oldu. Ben de artık "he" deyip geçiyorum...

Başlangıçta, birkaç yayınevi ile bağlantı kurmaya çalıştım. İrtibat kurmak da öyle kolay değil ha! Bunu en iyi bilenlerden biri de sensin... Mesela, 2020 yılında, her bir otobüs için yaklaşık 15 TL falan istediler. Ve en az 1000 baskı olur ve satış işine de karışmayız, dediler... Yani, bundan beş sene öncesi için düşündüğünde on beş liradan, bin kitap on beş bin lira ediyor...

Konya'da, bizim Bülent Keskin var. Çok kıymetli kitapları var. Yirminin üzerinde kitap yazdı, yazmaya da devam ediyor... Onunla paylaştım halimi. Kendisi, benim açımdan çok iyi bir dinleyicidir. Konuştuğumuzda rahatladığım nadir insanlardan biridir... Beni iyice dinledikten sonra, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık'ı önerdi bana. Tek tek, dijital baskı yapıyorlar ve toplu para da almıyorlar, dedi. Ve orayla sözleşme yaparak sürece başladık. Oranın en zor yanı, kitapla ilgili her şeyi, en son, onların istediği bir sistem var, "InDesign” diye bir şey. Teknik donanım gerektiriyor. Onu da Bülent kardeşim hallediyor, sağ olsun. O müsait olmazsa çocuklarım yapıyorlar. Böylece gidiyor bakalım...

Gökçen: Otobüs adında seri çalışmanız var, anı-deneme türünde. Bu tarzda bir eseri size yazdıran neydi?

Hayati Taşkın: İlk başta, "Reçete" koymayı düşünüyordum kitabın adını. Çünkü içerisinde çokça mesajlar barındırıyor. İnsanlığa, güzel ahlaka, eğitime, milliyetçiliğe, bilimin ve çalışmanın önemine değinen mesajlar bunlar. İnsanımız okur, yararlanır diye düşündüm. Hatta ben bunu Türkiye’nin “Beyaz Zambaklar Ülkesi” olmasını umuyordum…

Sonra, “Hayvan Çiftliği”nden esinlenerek onun gibi bir metafor yapmak geldi aklıma. Bir otobüs var, zaman zaman tehlikeler atlatıyor ama bundan şoförün sorumlu olması gerekirken, kenardaki yardımcılarını, muavini hatta yolcuları suçluyor. Oradan başladım, konuyla ilgili ironik ve de eğlenceli diyaloglar yerleştirdim içerisine. Böylece otobüs, yürüdü gitti. Bunun içerisine yaşadıklarımı, gördüklerimi, duyduklarımı da koyarak zenginleştirmeye çalıştım. Umarım olmuştur. Takdir okuyucunun tabii ama okuyan yok ne yazık ki!

Gökçen: Bir şiiri yazmanız ne kadar zamanınızı alıyor?

Hayati Taşkın: Bazen bir günde, yarım günde bittiği oluyor. Bazen aylarca sürebiliyor. Ama son zamanlarda daha kolay yazmaya başladım.

Gökçen: Eserlerinizde Nevşehir ağız özelliğine yer veriyorsunuz. Bizim Eller Bizim Haller (Karacaşar Divanı) şiir kitabınız tamamen ağız özelliği olan kelimelerle yazılmış bir eser. Ağıza önem verdiğinizi görebiliyorum, sizin için önemi nedir?

Türkçemiz oldukça zengin; uzmanların ifadesiyle matematiksel bir dil. Hem günümüzde hem de geçmişte, bilhassa Farsça ve Arapça kavramlar çokça girmiş içerisine. Şimdi de batıdan kavramlar giriyor sürekli olarak. Bunda bir mahsur yok bana göre. Ama dışarıdan alırken de kendimize ait değerleri muhafaza etmemiz gerekiyor. Dil, kültürün en önemli parçası. Dilini muhafaza edemeyen bir toplumun kültürü de yozlaşmaya mahkûmdur. Nitekim günümüzde bunun etkilerini rahatlıkla görebiliyoruz. Bunda, geçmişteki ve bugünkü yazarçizerlerin ve devlet mekanizmasının etkili olduğunu düşünüyorum...

Geçmişte, İstanbul'da, sarayda süslü Farsça ve Arapça kavramlar kullanılmış ama bundan benim köylümün bilgisi yok. Çünkü okuma yazma yok Anadolu'da doğru dürüst... Geçmişten getirdikleri dili farkında olmadan veya bilerek korumuş Anadolu köylüsü. Diğer yandan, Cumhuriyet döneminde "Öz Türkçe" adı altında uyduruk bir takım kelimeler yerleştirilmeye çalışılmış...

Aslında, araştırıldığında pek çok kavramın karşılığı Anadolu'da var. Onların hem unutulmaması hem de dilimize dâhil edilmesi amacıyla bildiğim, hatırladığım kelimeleri şiirlerim ve yazılarım içerisinde kullanıyorum. Mesela, "çemremek" diye bir kelime var bizde. Kolu ve pantolon paçasını toplamak, sıvamak anlamında. Ama sıvamak veya toplamak başka pek çok fiil için kullanılır. Sayıları toplarsın, daldan elma toplarsın, duvarı sıvarsın vs. Oysa "çemremek", sadece bu işe özel.

“Sıdalanmak” diye kocaman bir kelime var. Hem üzülüyorsun hem canın sıkılıyor, memnuniyetsizlik var… Buna benzer sözcüklerin Türk Dil Kurumu tarafından Türkçe Sözlüğe dâhil edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Gökçen: Hocam, kıymetli vaktinizi ayırıp sorularıma samimiyetle vermiş olduğunuz cevaplardan çok mutlu oldum. Teşekkür ederim.

Hayati Taşkın: Asıl ben teşekkür ederim Gökçen. Benim için bir zevkti. Yukarıda da söylediğim gibi, beni bu konuda, sonuna kadar dinleyen ilk sen oldun. Ben de duygularımı paylaşmış oldum bu vesileyle, onur duydum. İnşallah senin de “Gölge”de olduğu gibi yepyeni ve kıymetli çalışmalar üreteceğini biliyorum ve başarılar diliyorum…

Evet, kıymetli okurlar Hayati Taşkın Hoca’mla olan mülakatımızı bu şekilde noktaladık. Umarım sizler de beğenirsiniz.