Yıkıntılaşan Bir Ülke
Gittiğim yerlerde açık olsun, yıkıntı olsun okulları gezerim. Bir zamanlar çocuk sesleriyle çınlayan , kapısı penceresi yıkılmış yapılar bana hüzün verir; ağlama duygusu yaşarım. Yerlerde öğrenci kayıt defterleri, yoklama çizelgeleri, not karneleri, öğrenci ödevlerinden el işi kırıkları, resimler, kabartma haritalar, heykel parçaları...Kim bilir, o öğrenciler bunları ne zorluklarla yaptılar, iyi not almak, öğretmenden bir takdir sözü duymak için nasıl çabaladılar!
Dayım Ahmet Güney' in 1971'e değin , 20 yıl öğretmenlik yaptığı Damat İbrahim Paşa İlkokulu , mahallede artık yeterli aile ve ona bağlı olarak yeterli öğrenci olmadığından kapatılmıştı. Çevrede pek az evde insanlar yaşıyordu. Onlar da yerli değil; Artvin yanlarından göç etmişlerdi. Okulun yıkıntılı durumu beni derinden yaraladı. Dayımın , öğrencilerine ders verirken sevecen sesini duyar gibi oldum. Yerlerde kağıtlar, kitap artıkları...Bazılarını inceledim. Kim bilir hangi hevesli kitapsever öğretmen tek tek kap geçirerek koruma altına almış, etiket yapıştırarak numaralandırmıştı. Acaba o öğretmen şimdi neredeydi; Nevşehir'de  miydi, bir batı kentinde mi?
Avlusunda artık öğrenciler değil; Çoruh boylarından gelmiş ailelerin çocukları koştıurup oyun oynuyorlardı. Avlusunda ünlü Ortodoks Kilisesinin çan kulesi vardı. 1924 mübadelesi ile Yunanistan'a göç eden Karamanlı halk, giderken çanı da söküp götürmüşler. Ve bir şehir efsanesi doğmuştu: Çanın bakırında yarı yarıya altın varmış... Ortada kalakalmış, dipdiri  çansız kule...Artvin göçgünleriyle konuşuyorum . Diyorlar ki : ''Artık okul olarak etkinlik göstermese de bu binanın korunması gerekirdi. Sağlam bir yapısı var okulun. Fakat günden güne yıkıntılaşıyor. İşte görüyorsunuz, her yer çöplük...''
'' Onarılsa belki bir işe yarar. Eski yapılar illa yıkılmalı mı? Ne olabilir? Belki bir misafirhane olarak kullanılabilir.''
Suyun akışı aşağılara doğru. İnsanlar da çukur yerleri seviyorlar,  kentlerin yukarı bölümleri terkediliyor. Yine bir şehir efsanesi : Rumlar, ermeniler bir yere ev yaptırmadan önce oraya önce bir ağaca ciğer asarlarmış. Eğer ciğer 20 gün kokmadan, bozulmadan kalırsa tamam, orada insan yaşayabilir, ev yapmağa karar verirlermiş. Kokan, çürüyen ciğerin olduğu yerden uzaklaşırlar; oraya ev kurmazlarmış.  Günümüzde, boşalan yerlerin yapıları yağmacıların eliyle yıkıntılaşıyor. Acı bir görünüm kirliliğidir ortaya çıkan. Köksüz bir kültürsüzlük...Buna ' urbicide' deniliyor  batı dillerinde. Türkçesi : Kentkırım, kentyıkım...
Bu yıkıntılaşma nasıl önlenecek ? Bilinçli halk gücü...Kamu gücü...Yerel yönetimin gücü...
...............
Köy Enstitüsü ile ünlü İvriz'e gitmiştim. Nevşehir'in, Gülşehir'in ilkokul bitirmiş çocukları için 1940'larda 50'lerde bir kurtuluş, aydınlanma ocağı Enstitü...Toroslar'ın güneyinde Şekerpınarı var ya hani...İç Anadolu'ya bakan yamacında da İvriz bulağı. Biz jeomorfolojide bu kaynaklara karstik pınarlar diyoruz. İvriz pek önemli. Gürül gürül akan sular bal tadında. Kar suları. Hiçbir kirletici öge yok yukarlarda. Ayrıca burada bir Hitit Anıtı da var kireçtaşı kayanın alnında. Tanrısına bir kucak dolusu buğday demeti ve bir salkım üzüm sunan Hitit Kralının kabartması...Doğa ile kültür yanyana...Ve bu sular yalnız içilmiyor. Aşık Veysel'in ''Fabrikaya tutsam seni'' demesi gibi, su gücünden elektrik de üretiliyor ve Ereğli'yi aydınlatıyor, fabrikaları çalıştırıyor.
Ne var ki, hemen çıktığı anda bir ırmak olup akan İvriz kaynağının hemen yanındaki eski ilkokul bir yıkımı yaşıyor... İşlevsiz kalmış ve giderek yıkıntılaşıyor...Onarılıp konuk evi yapılsa olmaz mı? Kıraç bölgelerden  çağrılmış çocuklar bu konuk evinde ağırlanabilir. Dağcılık gibi, trekking gibi spor etkinlikleri, yarışmalar düzenlenebilir...
En büyük eksikliğimiz de bu değil mi? Organizasyonlarda  üşengeçlik...
                                                   .................................................. 7 Ekim 2016. Diyarbakır